8- Şanlıurfa;
Coğrafi;
Komşular; Gaziantep, Adıyaman, Diyarbakır, Mardin illeriyle komşudur.
Yüzölçümü; 18.584 km2.
İlçeler; Akçakale, Birecik, Bozova, Halfeti, Harran, Ceylanpınar, Siverek, Suruç, Hilvan, Viranşehir ve merkez ilçe Şanlıurfa.
İklim; Denizden uzak, 518 m. yükseklikteki Şanlıurfa ve ilçelerinde tipik karasal iklim özellikleri –yazları çok sıcak ve kurak, kışları soğuk- görülmektedir.
Bitki Örtüsü; Şanlıurfa geneline hakim olan bitki örtüsü bozkırdır. İl ve çevresi yüksek olmamakla birlikte dağlar ve tepelerle- 1938 m. Karacadağ, 1895 m. Mandal Tepe, 749- 449 m. Tektek, 801 m. Susuz, Takır-Tukur, 771 m. Germüş, 800 m. Nemrut, 954 m. Kaşmer, 750 m. Şebeke, 840 m. Arat dağları- çevrilidir.
Topraklarının % 38’i çayır ve meralardan oluşan Şanlıurfa’nın sadece % 0,6’sında ormanlık alanlar ve fundalıklar bulunmaktadır.
Fırat Nehri ve kollarından oluşan çok çeşitli akarsu, dere, nehir vb.- Cülap, Çeltik, Pınar, Pamuk, Zengeçur, Aslanlı, Karabağ, Bahçecik, Hamdun, Necarik, Titriş, Zadeli, Giresav, Halfeti, Pınarbaşı, Süleyman, Mizar, Bamyasuyu, KerhizYukarı Koymat, Aligör, Kırkpınar, Karakoyun, Belih, Tülmen, Bamya, Gölpınar, Cavsak, Belih, Belik, Çamurlu, Anzeli, Habur, Germüş, Açık Su, Halilürrahman, Direkli ve Mercihan– ile sulanan il topraklarının % 60’ı tarım arazisi olarak kullanılmaktadır.
Şanlıurfa, Urfa, lale, papatya, menekşe, semizotu, hardal vb. bitkileriyle kaplı geniş ovalara- Altınbaşak- Harran, Suruç, Viranşehir, Hilvan, Ceylanpınar, Bozova ve Siverek- sahip güzel ve verimli bir ildir.
En çok bilinen ve ziyaret edilen iki gölü – Halil Rahman ve Aynzeliha- yanında Atatürk, Birecik, Karakaya, Kargamış gibi önemli barajları da içine alan GAP kent ve çevresinin tarım, sanayi vb. verimini arttırmaktadır.
Ulaşım; İlk çağlardan beri önemli ticari ve dini bir merkez olan Şanlıurfa ile ilçelerine karayolu ve GAP havalimanıyla kolaylıkla ulaşmak mümkündür.
Tarihi;
Adem ile Havva’nın dahi yaşadığına inanılan Urfa, Nuh Tufanı ile ilgili çok sayıda efsaneye konu olan bir ildir. Bu efsanelerden bazılarına göre –Tufanın ardından Anadolu’daki 2-18-180 kentten biri olan Urfa’yı Sumud kavminin hükümdarı Ruha kurmuş, kentin adı da uzun zaman Ruha olarak anılmış ve bu ad zamanla Urfa dönüşmüştür. Bir diğer söylence ise Kral Nemrud İbrahim Peygamber’i ateşe attığında ateşin suya odunlarında balığa dönüşmüş olması şeklindedir.
Üç kutsal kitap –Tevrat, İncil ile Kur’an’a– göre ise Urfa, İdris Peygamber tarafından kurulmuştur. Bu yüzden kent nam-ı diğer Peygamberler Kenti olarak da anılmaktadır.
Urfa adı, farklı ikametçilere göre farklı dönemlerde, farklı dillerin farklı anlam ve adlarıyla- Ur, Urha, Yunanca- Urhai, Orhay- Orhai- Osrhoene Latince- Orrpei, Erech- Hermes, Arach, Orhay, Edessa- suyu bol- Kaliruha- çeşme suyu Roha ve Ruha- güzel su- da anıldığı yine yazılı belgelerden anlaşılmaktadır.
Bilimsel tarihi araştırmalara göre Urfa’da ilk insan izleri, paleolitik, epipaleotik MÖ 11 bin – MÖ 9500 yıllarına kadar gitmektedir.
Nevalla Çori ile Balıklı Göl kazılarıyla gün yüzüne çıkarılan ve dünyanın en eski heykeli kabul edilen- Balıklı Göl Heykeli- Urfa Adamı ile de kentin ilk daimi yerleşimcilerinin neolitik MÖ 10.000- MÖ 5500 dönemde başladığı varsayılmaktadır.
Paleolitik, epipaleotikten neolitik döneme giderken kendini ve yaşamını sembolik figürlerle –doğa, insan ve hayvan içeren anıtsal yapılar, dinsel mekanlar, dikili taşlar, heykeller, kabartmalar, tarım ve hayvancılığı anlatan yapı ve yapıtlar, göğüslü, kalçalı, kadınlık üçgeni olan heykeller- anlatmaya çalışan insanın sosyo- ekonomik koşulların değişim ve gelişim süreci yontma taş aletlerle keserek, kazıyarak, oyarak yaptığı çok sayıda eserde de- taş, kireçtaşı, volkancamı- obsidyen, deniz kabuğu, bazalt ve kemikler ve bakır ile heykel, taş kaplar, boncuk, kabartma, bilezik, süs eşyaları- görülmektedir.
İlk yerleşim mekanlarını önceleri Doğancık Dağı eteklerinde dairevi şekilde kuran insan zamanla nüfusun artması, tarımın gelişmesi, ticari faaliyetlerin başlamasıyla ovaya doğru yayılmıştır.
Urfa, çevresi ve tepelerde yapılan kazılarda MÖ 3500- MÖ 3000 yıllarında devrik ağızlı çanak çömlek, kap- kacakların ticari meta olarak kullanıldığı, ekmek, tahıl ya da aş olarak günlük yevmiye alan ilk işçiler ve kölelerin varolduğu bölgedeki kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır.
Teknik ve bezeme açısından üç döneme ayrılmakla birlikte ilk üretim ve ticari faaliyetlerin başladığı, aynı boyama şekli Halaf kültürünün bölgede yaygın olduğu görülmektedir.
MÖ 2000 yıllarında Hurrilerin yanında Sumatar denilen ilk yerleşim yerlerinin sahipleri Subarlar yani Mitanni ulusunu Hitit Kralı Şuppiluliuma kendi devletine katarak sınırlarını genişletmiştir.
Kent ve çevresi zaman içinde Sümer, Babil ve Asurlular tarafından da ikamet merkezi olarak seçilmiş ve Anadolu’ya yazıyı Mezopotamya’dan getiren Asurlular, Altınbaşak- Harran Ovası’da daimi yerleşimin temellerini atmışlardır.
Devam eden değişim ve gelişim süreci içinde pek çok ulusa – MÖ 2000- MÖ 585 Hurri, Kaldeli, Murri- Mitanni, Hitit, Ebla, Akkad, Sümer, Babil adının MÖ 1100 yılından sonra Bit- Adini Krallığını kuran Sami- Arami, MÖ 857 Asur, Med, Part, MÖ 600 Ahameniş- Perslerin ardından MÖ 331 Büyük İskender, Helen ve Makedon, MÖ 303- MÖ 281 Seleukos, MÖ 132 Osrhoene Krallığı- Abgarlar, MÖ 244- 637 Roma ve Bizans, 638 Emevi, 749 Abbasi, 905-1081 Hamdani ve Numeyriler, 1086-1098 Selçuklu, 1098-1144 Haçlı Kontluğu ve Osmanlılar– ev sahipliği yapan Urfa ve çevresi hakkında yeni bilgilere arkeolojik kazılarla ulaşacağı aşikardır.
Şimdiye kadar edinilen bilgilere göre; MÖ 1000 Arami göçleriyle kentin etnik yapısı değişerek Urhay dedikleri Edessa- Urfa kentini yeniden yapılandıran Süryaniler burayı Süryani kültürünün merkezi yapmış ve Süryanice (Arami dilinin kökeninden türeyen, Fenike, İbrani, Arap alfabesinden de etkilenerek yeni bir dil olarak doğan, MÖ 2. yy. da da ilk önce Mardin ve çevresinde görülen Sami dili) kent ve bölgeye hakim olmuştur.
Helen ve Makedonlar zamanında etnik çeşitliliğinin arttığı bilinen Urfa ve çevresi aynı soydan gelen MÖ 4. yy. Osrhoene Krallığı – Abgarların inşa ettiği kaleden dolayı Urfa kale kente dönüşmüştür.
Edessa- Urfa’yı Başkent yapan Osrhoene Kralların çoğunun adının Abgarca olması bu krallığın Abgarlar olarak da anılmasına neden olmuştur.
Yapılan araştırmalarla özellikle Balıklıgöl ve çevresinde çok sayıda eserin- Abgar dönemi Süryanice yazıtlar ve Yunan- Roma tarzı ince işlemeli pek çok kalıntının yanında 194 tarihli 1.64-1.52 ölçülerinde Orpheus’un çaldığı lir etrafında toplanan hayvanlarla tasvir edilen mozaik ve 30 kadar taban mozaiği, kaya mezarları, kalede Oshroene kralı Eftuha’nın eşi Samet adına diktirdiği çifte sütun-mancınık – bulunması kentin bu dönemdeki önemini vurgulamaktadır.
Efsane, Edessa’da hüküm sürerken cüzzam olan Abgar Kralı V. Ukkama İsa’nın yolladığı mendille iyileşince, onun dinini kabul eden ilk Abgar kralı olarak Hıristiyanlığı topraklarında yaymaya başladığını söylemektedir.
Kentin ilk bağımsız krallığı Osrhoeneliler bilim, felsefe ve edebiyata önem vermişler, Süryani yazısının doğmuş olması İncil’in ilk kez Yunancadan Süryaniceye Urfa’da çevrilmiş olması da kentin sosyo-kültürel önemini ortaya koymaktadır.
Daha sonra ülkeyle beraber bölge ve kentte de Romalıların izleri görülmeye başlanmıştır.Bölgeye baskıları arttıran Roma ile Osrhoene Kralı VIII. Ma’nu 166 yılında barış antlaşması yaparak Roma’nın himayesine girmek zorunda kalmıştır.
Roma İmparatoru Caracalla 213 yılında Mezopotamya seferi sırasında Urfa Kralı X. Abgar Severus ve oğullarını zincire vurarak Roma’ya götürüp orada öldürtünce lidersiz kalan krallık Caracalla tarafından 214 yılında Roma kolonisi yapılmıştır.
Ancak Caracalla 8 Nisan 217 yılında Harran Sin tapınağı ziyareti sırasında yol kenarında tuvaletini yaparken öldürüldüğü için Osrhoene Krallığı Roma’da 244 yılına kadar XI. Abgar Ferhad ile hüküm sürmeye çalışmıştır. XI. Abgar Ferhad ile karısı Hodda’nın mezarları Roma’da olmasının sebebi budur.
395 yılından sonra Doğu Roma- Bizans’ın yönetimine giren ve Anadolu topraklarında Hıristiyanlığı ilk kabul eden kentlerden Urfa, 4. yy. da İran-Sasaniler’in eline geçen Nusabin’den kaçanların sığındıkları merkeze dönüşmüştür. Kaçaklardan özellikle 3 milyon şiir kelimesi yazan Mor Efrem’in kurduğu ruhban Edessa Akademisi, Süryani Hıristiyan geleneğini bölgede yaygınlaştırmıştır.
Akademide din, dil bilgisi, hitabet, astronomi, jeoloji, mantık, felsefe, matematik, doğa bilimleri, coğrafya ve şiir eğitimi alan Süryaniler, Antakya ve diğer yerleşim yerlerine dağıldıkları geriye kalan belgelerden anlaşılmaktadır.
Okulda Latince kitaplar ile Yunancadan Platon, Aristoteles ve Platinus’un kitapları ve İncil Diyatron tarafından Süryanice’ye çevrildiği bilinmektedir.
Doğu Hıristiyanlığın merkezine dönüşen Urfa’daki Süryaniler, Süryaniceyi tüm bölgeye yaydılar. Böylece bölgenin en kalabalık halklarından Ermenilerle de beraber Hıristiyanlık 20. yy. başlarına kadar burada varlığını sürdürmüştür.
5. yy. da Süryani ilahiyatçı Konstantinopolis patriği Nestroius, Hıristiyanlığı farklı yorumladığı için inananlar arasında tartışmalar çıkmıştır. Bu yorumları entellektüel Urfa ve Antakya Süryanileri desteklese de 431 Efes Konsili bunları reddedip benimseyenlerin de dinden çıkarılacağını ilan ederek Nestorius Konstantinopolis’i patriklikten almıştır. Nestorius, Konstantinopolis İmparator II. Thedosius tarafından Mısır çölündeki bir manastıra sürüldüğünü ve Urfa ise Efes kararlarını kabul etmeyenlerin mekanı olduğu için 448 yılında Urfa piskoposu Nestorcu denilerek mahkemeye çıkarıldığını yine belgelerden öğrenmekteyiz.
Roma İmparatoru Markianos 451 yılında Khalkedon -Kadıköy Konsili, sapkın gördüğü monofistler ile Nestorcular üzerindeki baskıları ve katliamları arttırınca 457’de Urfa Akademisinin başkanı Mor Narsay akademiden ayrılmak zorunda kalmıştır.
Böylece 489 yılında, dönemin en önemli entelektüel merkezi Urfa Okulu, İmparator Zenon tarafından kapatıldığı için akademinin hocaları İran’a kaçarak Nasturiler, Nestorcu-Hıristiyan cemaatler oluşturmuşlardır.
Daha sonra bu insanlar Bizans- Sasani sınırı Nusaybin’e taşınarak burayı Süryânî dünyasının skolastik merkezi yaptıkları bilinmektedir.
Daha sonra Bizans’ın doğu sınırlarını tehdit eden Sasani akınları yüzünden Antakya Süryani Kilisesi tekrar gündeme gelerek 552- 558 yıllarında Monofist Piskopos Yakup Bar- Addai Monofizmi bölgeye yaydığı için Monofizit Süryânîler’e Ya‘kūbî de denilmeye başlanmıştır.
6. ve 7. yy. da Müslüman Araplar tarafından ele geçirilerek İslam dünyasının en önemli merkezine dönüşen Urfa, Emevilerle 639- 680 yılında Halife Ömer, Harran ve Samsat ile birlikte eyalet haline getirilmiş ve kent güzel su anlamında Ruha olarak anılmaya başlamıştır.
Urfa’da 750 yılında Abbasi ve Emevi çatışmaları sırasında ilk Abbasi Halifesi Seffah, Emevileri yenip Harran’a girdiği bilinmektedir. Abbasi Halifesi Harun’un da yaşadığı Urfa’da astronom, astrolog ve matematikçi sinüs ve kısmi tanjantı hesaplayıp modern trigonometrinin temelini atan, 365 gün, 5 saat, 46 dakika ve 24 saniyeyi ölçen Battani bilimsel çalışmalar yaptığı için yüzyıllar sonra Ay’da bir bölgeye adı verilmiştir.
942 yılına gelindiğinde Bizans, Urfa’daki İsa’nın resim ve ikonlarını almak için Abbasilere sık sık baskınlar düzenlemişlerdir. Abbasiler 200 müslüman esir ve saldırıları durdurmaları koşuluyla istenilen resim ve ikonaları vermişlerdir. Ancak 956 yılında Bizans Misi’e tekrar saldırınca antlaşma bozulmuş ve Bizanslılar kenti 959 yılında tahrip ederek yakıp yıkmışlardır.
10 ve 11. yy. da zayıflayan Abbasilerin elinden Hamdaniler tarafından alınan Urfa, 11. yy. da Numeyr oğullarından Utayr tarafından yönetilmeye başlanmıştır.
Daha sonra Kürt hanedan Mervani Emiri Ahmed 1025 yılında Urfa’yı alarak Bizans kumandanı Georgios Maniakes’e bıraktığını kaynaklardan öğrenmekteyiz.
1030-1031 kışında Urfa’ya hâkim olan Maniakes, Mervânîler’e karşı gelse de 1037 yılındaki anlaşmayla kenti Bizans’a bırakmıştır.
Bizans ile Selçuklular arasındaki Malazgirt Savaşı ile 11. yy. da Selçuklu kenti olan Urfa’da Türkleşme süreci başlamıştır.
1144- 1233 arasında 89 Türk beyliği kurulduğu, bunlardan 1144-1182 Zengi, Artuklu, 1182-1260 Eyyubi, 1300 Memluk ile Türkmen aşiretlerinin Urfa ve çevresinde yaşadıklarına dair çok sayıda kaynak bulunmaktadır.
Haçlılar tarafından zaman zaman kesintiye uğrayan İslam ve Türkleşme dönemi 13. yy. ortalarından sonra kesintisiz devam etti. Kent ve çevresindeki diğer önemli Türk uygarlıkları –İlhanlı, 1362 Karakoyunlu, 1399-1404 Akkoyunlu, Dulkadirbeyliği, 1429-1514 Safeviler – olarak sıralanabilir.
1512- 1520 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Memluk- Mısır seferi sırasında Mercidabık savaşıyla Osmanlı topraklarına katılan Urfa ve çevresi dört yüzyıl Osmanlı kenti olmuştur.
Urfa bu dönemde batı ülkeleri -Fransız, İngiliz- kuvvetleri tarafından 1919 yılında işgal edilmiştir.
Urfa, bu işgalden 11 Nisan 1920 yılında kurtularak 20 Ekim 1920 Ankara Antlaşmasıyla Türkiye’ye bırakılmıştır.
Kurtuluş günlerinde Fransızlar ve İngilizlere karşı cesurca mücadele eden kente Şanlı lakabı verilip kent Şanlıurfa adını almıştır.
Cumhuriyet dönemiyle beraber 1924 yılında il merkezi olan Urfa halen tarihi izlerinin önemi yanında dokumacılık, bakır işletmeciliği, kuyumculuk ile öne çıkan bir yerleşim yeridir..
Şanlıurfa ve Çevresindeki Tarihi Yapılar;
8-1-1-Urfa Kalesi;
Kent merkezine yakın Dambak Tepesi’de, MÖ 2000 iç ve dış kale olarak iki bölümden oluşan yapı Haçlı Seferlerinde de kullanılmış ancak zamanla harap duruma düştüğü için Osmanlı Dönemi’nde onarılmıştır.
Surlarla çevrili yapının iç kale kısmında 25 burç ve tek kapı, dış kale kısmında da dört kapı bulunmaktadır.
8-1-2- Şanlıurfa-Ulu Cami;
Kent merkezinde yapım tarihi tam olarak bilinmeyen sekiz köşeli Ulu Cami’nin bazı özelliklerine bakılarak- mimari, süslemeler vb.- Selçuklu dönemine ait olduğu düşünülmektedir.
Kentin en eski camisi kabul edilen yapının avlusundaki kuyudan İsa Peygamber’in mendilini ıslatarak hastaları iyileştirdiğine inanılmaktadır.
İçeride 48, dışarıda 15 sütunu bulunan caminin halen saat kulesi olarak kullanılan son derece dikkat çekici minaresinin genişliği ile uzunluğu birbirine eşittir.
Ayrıca caminin avlusunda kentin önemli tarihi mekânlarından Selahaddin Medresesi ile mezarlıkta haçlılarla savaşırken yaşamını yitiren Mevlânâ Halîd-i Bağdadi adına yapılan tek kubbeli bir de türbe bulunmaktadır.
Urfa ve çevresinde gezip görülmesi gereken bazı mekan ve yerlerden; Balıklı Göl yakınlarında, 1736 yılında, Rakka Valisi Hamârizâde Ahmed Rizvare tarafından 30 odalı, kitapları Bağdat’tan getirilen bir kütüphanesi, 2 dershanesi, medresesi olan Rizvaniye Cami, kent merkezinde, Peygamber, Hasan Paşa -Tokdemir, Cennet, Ak-Nimetullah, Arabi, Behramlar, Çakeri, Dabbakhane, Eski Ömeriye , Hacı Lütfullah, Hacı Yadigâr, Halilür Rahman, Hasan Padişah, Hayrullah, Hekim Dede, Hizanoğlu, Hüseyin Paşa, İmam Sekkaki, Kadıoğlu, Kara Musa, Kudbettin, Mevlidi Halil, Mevlevihane, Müderris, Narıncı, Nimetullah, Pazar, Rızvaniye, Tuzeken, Yusuf Paşa, Yeni Ömeriye, Selahattin Eyyubi, Fırfırlı, Circis Peygamber, Silvan, Şeyh Benderiye camileri ile 13. yy. Şeyh Yahya Hayat El Harrani, Cabir El-Ensar, İmam Bakır cami ve türbeleri, Eyüp Peygamber, Rahime Hatun, Elyesa-Peygamber türbeleri, Nur Ali, Asım Paşa, Hüseyniye, Kıbrıs, Miskinler, Siverekli, Tokdemir mescitleri, Firuz Bey, Şeyh Ebubekir sebilleri, Hafız Süleyman Bozanefendi, Şeyh Benderiye, Mustafa Kemal Paşa Anıt, Sütçü Abdurrahman Efendi, Hekim Dede, Emencekzade çeşmeleri, Veli Bey, Sultan, Vezir, Cıncıklı, Eski Arasa, Serçe ve Şaban hamamları önceleri Güneş Tapınağı, MÖ 2000 Sin Mabedi, Nemrut Sarayının bulunduğu yere kurulan, tam olarak tarihi bilinmeyen ve taşlarının kırmızı renginden dolayı bu adla anılan Kızıl, Aziz Paulos- Aziz Petrus, Germüş Köyü ve simetrik yapısıyla dikkat çeken Fırfırlı kiliseleri, Deyr Yakup Manastırı, Eyüp Peygamber, Hazret-i Eyyub, Dergah-Nakşın, MÖ 3000- MS 13. yy. Harran Höyüğü, Harran-Çoban, Bazda Pognon ve Hazret-i Şuayb ile Kırk mağaraları, Harran- Hayat bin Kays Harrani Türbesi kentte gezip görülecek yerlerdendir.
Edessa- Urfa’nın en eski paraları -sikkeleri Roma döneminde MÖ 175-164 IV. Antiokhos Epiphanes zamanında Antiokheia Kallirhoe adıyla basılmıştır.
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nde Hititlerden başlayarak Roma ve Türk dönemlerine ait çok sayıda uygarlığın izleri sergilenmektedir. Ayrıca dünyanın ilk üniversitesine ait kentteki ünlü Rasat Kulesi’nin izlerinin bulunduğu Harran Harabeleri ile Dışkale- kent surları, Asurlular tarafından ilk olarak yerleşim yeri olarak kullanılan Sumatar kalıntıları, Halfeti- Rumkale, Şuruç- Ebu Müslümi ve Viranşehir- Cebel Ensar Türbesi, Aslantaş Antik Kenti ile Dergâh, ikametgâh, mezar, ibadethane olarak kullanılan ve içindeki dikkat çekici duvar resimleri ve kabartmalarıyla Pagnon ve çok sayıda mağara ve 1.-2. yy. da kullanılan Süryani Tapınağı ve Süryanice yazıtlarıyla çevrili Soğmatar-Yağmurlu diye de anılan Sumatar ziyaret edimesi gereken son derece önemli bir yerleşim yeridir.
Şuayip Peygamber’in mezarı, tarihi MÖ 3500 yıllarına giden Asur, Med, Babil, Makedon, Pers, Roma, Arap ve 1904 yılında Selçuklular tarafından yönetilen ve bir zamanlar Süryani piskoposluk merkezlerinden biri olan ve Bağdat, Halep, Şam, Urfa ve Diyarbakır Kervan yolunda, ilk adı Kefa olan Şuayip kentinin kalıntıları 1969 yılında ziyarete açılmış olan Urfa Müzesi’nde görülebilir.
Müzede yakınlardaki çeşitli höyüklerde -Kurban- Lidar- Titriş, Nevalla Çori, Harran, Hassek, Lidar- bulunan pek çok kalıntı da sergilenmektedir.
Han-El Bağrur Kervansaray’ı ile Kaleler; Viranşehir- Çimdinli, İçkale, Birecik, Siverek- Berber ve Asur kaleleri tarihi MÖ 2000 yılına kadar giden Kuzey Suriye, Mezopotamya ve Anadolu ticaret noktası üzerinde yer alan Birecik’te bağdadi tekniği ile yapılmış, dar sokaklara gizlenmiş evleri, 1228 yılında yapılan El- Ba’rür, Titriş, Çarmelik, Mırbi kervansarayları, Gümrük Hanı ve pazarlar, köşkler, konaklar, geleneksel mimari izlerini yaşayan Urfa ve Harran evleri, Kelaynak üretme istasyonu diğer gezilmesi gereken yerlerden bazılarıdır.
Urartu metinlerinde Halpa, Romalılar zamanında da Ekamia adıyla anılan bugünkü Halfeti’nin taş evleri ve mağaraları, Rumkalesi ile tekne turlarıyla Rumkale, Kral Kızı Mağarası, Eski Rum Mezarları, Betik Yapısı, Batık Kent ve Kahtin Köyü de görülmesi gereken yerlerdir.
Ayrıca Urfa ve çevresinde doğal güzellikleri nedeniyle özellikle gezilmesi gereken tarihi kentler; Urfa’ya 88 km uzaklıkta Roma devri kalıntılarıyla dikkat çeken Şuayb- Özkent Köyü kalıntıları, 73 km. uzaklıkta, 1.ve 2. yy.da Süryanilerin yerleşim yeri ve mabetleri olan Soğmatar- Yağmurlu Köyü ile Baş tanrı Marilaha ve gezegenlere adanan mabetlerin olduğu açık hava şeklindeki Soğmatar Ören Yeri, insanlık tarihinin en iyi korunabilen 1.80 boyunda, gözleri siyah obsidyen, vücuduna V şeklinde kolye çizilen, çıplak ve elleri önde birleştirilmiş, alt kısmı U şekli verilmiş, Balıklıgöl yakınında bulunan, çanak çömleksiz- neolitik döneme ait kireçtaşından yapılan Urfa Adamı-Balıklıgöl Heykeli ve Göbeklitepe başta olmak üzere bölgede yer alan önemli antik kent ve tepelerden Akarçay Tepe, içinde konut kalıntıları, 2.35 m. yükseklikte 12 dikilitaş, taş kap üzerinde 2 insan heykeli, hayvan, kuş ve yılan heykelleri ve 14 x14 boyutlarında 29 yapı bulunan, dışı duvarlarla çevrili, tabanları su geçirmeyen sönmüş kireçtaşıyla- terazzo kaplı ilk tapınakların öncüsü Göbeklitepe- Hilvan- Nevali Çori Antik Kenti, Urfa’ya 4 km. uzaklıkta, yontma taş dönemine ait Çayönü denilen aletler, kireçtaşı heykellerin bulunduğu, neolitik dönem çiftçi köy yerleşkesi Gürcü Tepe, fıstıklı, neolitik dönem özellikleri çok sayıda kireçtaşından konut, kabartma, heykel kalıntıya sahip Hacınebi ve 31 m. yükseklikte, 2.5 hektar içinde MÖ 3500 – MS 13. yy. son kalkolitikten Orta Çağa kadar yaşam alanı olan Birecik- Zeytinlibahçe höyükleri, ticaret yolu üzerinde ilk Tunç çağından Roma dönemine kadar kullanılan içinde çok sayıda anıt, kap, takı eşyaları ve 205 taş sandukalı baraj altında kalan Bozova- Lidar höyük, Şadi, Tilbeş, Kurban, Harabebezikan höyükleri, MÖ 8000 neolitik, ilk kalkolitik dönemden Halaf kültür evresini içine alan Fırat’ın doğu kıyısı içinde taş temelli, kerpiç duvarlı çok odalı konutlarda boyalı ve bezeli kap – kaçak, Fırat taşkınıyla yıkılan Birecik- Mezraa- Teleillat , MÖ 3000 çevrede yaşayanların yürüyerek ulaşabildiği, içinde havuz, kurban çukuru, merdivenli kuyu, üç anıtsal mezar, yüze yakın pişmiş kabın bulunduğu yeraltı mezarları, ölü bakım evi,yüksek ve kerpiçten ilk teraslar, hayvan kemikleri, arpa kalıntılı ile Birecik- Gre Virike, Surtepe, MÖ3000- MÖ 2100 Harran Ovası- Balih Vadisi’ndeticaret yolu üzerinde 22 m. yükseklikte 3.3 hektar höyük ve 33 hektarlık, 3 m. yükseklikte taş temelli, kerpiç surlu aşağı kentin içinde avlulu, bazıları 1500 m2., iki kanatlı çok odalı, bodrum mezarlı konutları olan Bozova- Titriş, MÖ 4000 güney Mezopotamya’dan kuzeye ticaretin izlerini taşıyan son kalkolitik- Uruk kültürü ile ilk Tunç Çağı dönemlerinde son derece aktif 2 m. kalınlıktaki surla çevrili 100 x 40 alana içinde konut, ambar, işliklerin bulunduğu boyalı ve bezemeli damga mühürler, çakmaktaşı orak bıçakları, devrik ağızlı konik kaseler, emzikli çömlekler, Uruk şişeleri ile kırmızı, gri astarlı kapların görüldüğü Hassek Höyük, MÖ 8000 – MÖ 7000 neolitik dönem, iyi korunmuş ızgara ve hücre planlı, geniş odalı yapıları ile etrafı avlulu konut mimarisiyle dikkat çeken, yabani bitki toplayıp, avcılık yapan insanların hayvancılıkla beslendiği bilinen, obsidyen en eski basit köy yerleşimi, çakmaktaşı kaynakları ve kireçli oluşumlara sahip alçak iki tepeden oluşan Birecik -Akarçay Tepe-Höyük, Harran Ovası’nın kuzeyinde, son neolitik Hassuna ve Samarra kültürün izlerini gösteren, dinsel özgün mimariye sahip kerpiç duvarlı, yuvarlak planlı yapılara sahip kalkolitik dönemde aşağı kent ve kent dışı yaşamla hızla gelişen, tarım ve çiftçilikle öne çıkan 100 hektarlık Halaf yerleşimi tarihi MÖ 5000 – MÖ 3000 yıllarına giden Kazane- Uğurcuk Antik Kenti, Siverek ve Nusaybin yakınlarında 5 tabakada, ilk ve son Halaf kültürünün izlerini taşıyan tabanı bazalt ve çatısındaki kubbesi kerpiç tuğladan örülü dörtgen giriş odalı, yuvarlak planlı kubbeli, içinde ocak ve erzak depolarıyla dikkat çeken mimari yapılar ile kırmızı, siyah boyalı, bezemeli kaplar, evcil hayvan kemikleriyle bugün baraj altında kalan yakınlarında Çavi Tarlası, epi- paleolitikten neolitik döneme ait çok sayıda çakmaktaşı ilkel alet-mikrolit, ahşap, kemik ve boynuz sapları bulunan yaklaşık 14 bin yıl öncesine tarihlenen Bozova- Biris Mezarlığı ile MÖ 4 bin Uruk kültürünü yansıtan Söğüt tarlaları, Mezraa Teleilat, Apemia, Tek Tek dağları ile Viranşehir Ovası’nda neolitik döneme ait yontma taş, sürme taş ve kemik aletlerle yapılan dörtgen planlı 8-10 sıralı taşla örülen duvarlı yapı ile halka parçaları, idoller, figürler, na-tamam heykeller, işlenmiş bezeme, kireçtaşı ve kemik buluntuları, boncuk örnekleri, kireçtaşı, magmatik labradorit, serpantin, yeşim taşı, mermer gibi farklı kayaçlardan yapılan yuvarlak, dörtgen ve kare hayvan figürlerinin bulunduğu Sefertepe, Urfa merkeze 55 km. uzaklıkta Tek Tek dağları Milli Parkı içinde MÖ 9400- MÖ 8200 döneme rastgelen katmanlarla ana kayaya oyulu anıtsal yapılar, 2 m. civarında yüksekliği olan 11 dikilitaş, 4 fallus şekilli dikme, taş heykeller ve çok sayıda kalıntıda kullanılan malzeme, işçilik açısından dönemin mimari, sosyo-ekonomik yaşamın belirgin özelliklerini gösteren Karahantepe ile Şuayip kentine giden yolda, paleolitik çağda su kaynakları yakınında meyve, yemiş, ot, kök ve yumruların yetiştiği mevsimlere ve avlayabildikleri hayvanlara göre göçebe bir yaşam süren, sığınma yeri, araştırmalarla taş, kemik, ağaç, hayvan postları vb. bulunan mağaralarıyla Kayaaltı Sığınağı, MÖ 9000 neolitik dönem ait kireçtaşı tepelerinden 700 m. yükseklikte birinde 80 x 370 cm. İnsan, leopar, boğa kabartmaları, konutlar, yuvarlak, dörtgen, kare yapılar, T biçimli dikilitaşları ile Sayburç, kent merkezine yakın bir tepede Nemrud Tahtı, mesire yerleri olarak yararlanılan Aynızeliha, Halilürrahman gölleri, Karaköprü yakınında doğal ortamlar ile Direkli Deresi de mutlaka Urfa ve çevresinde görülmesi gereken yerler olarak sayılabilir.
8-2-1- Şanlıurfa- Örencik- Karaharabe- Göbeklitepe Antik Kenti ;
Şanlıurfa’ya 22 km. uzaklıktaki Örencik Köyü yakınında, denizden 770 m. yükseklikte, güneyi Suriye sınırına kadar uzanan Harran Ovası, Germuş, Kaşmer ve Tektek dağlarına hâkim, kuzeyinde Toros ve Karacadağ, batısında Fırat ve Şanlıurfa bulunan 1400 yıllık kireçtaşı tepesinde yer alan Göbeklitepe pek çok açıdan- kurulum tarihi, şekli, anıtları, yerleşim yerleri vb.- tarihin sıfır noktası kabul edilmektedir.
Milattan 12 bin yıl önce başlayan ılıman iklim koşulları Anadolu coğrafyasında verimli toprak alanların oluşmasına ve nüfusun artmasına neden olmuştur. Artan nüfus Çatalhöyük ile Göbeklitepe’de neolitik dönem- MÖ 10 bin- MÖ 5500 kalıcı yerleşim alanlarının kurulmasına, toplumsal yapının gelişerek topluluk bilincinin doğmasına, diğer topluluklarla iletişim kurularak işçilik ve iş bölümü yapılmasına ön ayak olmuştur.
MÖ 11 bin- MÖ 9500 ilk köyler ortaya çıkarak topluluklar arası kurallar konulmaya başlanmıştır. Küçük boyutlu konutlarda çoklu odaların yapıldığı, işlikler, dini yapılar, dikilitaşlarla ilk mimari eserlerin varolmaya başladığına kazılarda tanık olunmaktadır.
Ayrıca yine kazılarda ölü gömme gelenekleri, büyük oyuklar, çakmaktaşı, kireçtaşı, ahşap ve kemik aletler, balta, keser, taş vb. ile boncuk ve gerdançelerin kullanımındaki değişimlerin tarihsel sürecini görmek son derece önemlidir.
Günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce henüz levant- avcı toplayıcı olarak yaşayan insanların bitki ya da hayvanı evcilleştiremediği, yabani buğdayı hasat edebildiği bu dönemde son derece ileri teknikle birden fazla amaca hizmet veren kamusal anıtlar- kendileri için gerekli binaları ve özellikle yuvarlak biçimli tapınakları- insan elinden çıkan megallitik yapılar, ritüel aktiviteler için inşa edilen tarihin en eski mimarisi toplumsal yapının yansımasıdır.
Bu yapılardaki detaylar dönemin çok önemli fonksiyonlarının izidir. Bu izler güneyde Mureybet, kuzeyde Körtik Tepe ve Hallan Çemi’yi de içine alan geniş bir coğrafyada sembolik , ikonoğrafik geleneğin kanıtları kabul edilmektedir.
Neolitik dönem yerleşim yeri Göbeklitepe’de avcı toplayıcı insanların gelişmiş bir sosyal düzen içerisinde yaşam sürdükleri varsayılmaktadır.
MÖ 9500- MÖ 7.800 çanak çömlek öncesi döneme ait dünyanın ilk dini- kutsal mekânları dinler tarihinin başlangıcı kabul edilebilir.
Son zamanlarda kazı çalışmalarına ağırlık verilen Göbeklitepe’de içinde 3-6 m. yükseklikte, çevredeki kireçtaşı ocaklarından alınan malzemelerle 40- 60 ton ağırlıkta çeşitli sembollerle süslü insana benzeyen figürler-gövde, kola, bacak, duruş, kıyafet, takı vb.- ile T biçimde yerleştirilen dikilitaşlar- sütunlar bulunmuş ancak yapıların çatılarının olup olmadığı henüz saptanamamıştır.
Çöküntü alanlardaki 9 anıtsal yuvarlak- oval yapı, 20 kadar dini bina, tepe ve yamaçlarda da daha küçük boyutlu dörtgen biçimli çok sayıda bina ortaya çıkarılmıştır.
Henüz tabanlarına tam ulaşılamayan yapılardan en iyi korunanı erken ya da çanak çömleksiz döneme ait olduğu düşünülen 20 m. çapındaki oval yapıdır. Tabanı terazzo denilen harçla kaplı yapının merkezindeki 2 dikilitaş ana kayaya oyulu 15 cm.lik kaideye yerleştirilmiştir. Duvarın içinde daha küçük 12 dikilitaş düzenli aralıklarla oturtulmuştur. Duvar sıvalarının iyi olması yapının kapalı olduğunu ve bazı dikilitaşların çatıyı desteklediğini düşündürtmektedir.
12 bin yıl öncesine ait 100- 150 adet insan heykelciği, yaban domuzu, yılan, akrep, akbaba, sığır, turna, ceylan, örümcek, akrep, kuşlar, yaban öküzü, leopar, turna, kedigiller ve ördek kireçtaşı kabartmalar I biçimli semboller, simetrik desenler, çakmak taşından ok uçlarına ulaşılmış olması ve tüm bu yapıtlardaki gelişmiş işçilik ayrıntıları dikkate değer gerçeklerdir. Bulunan hayvanların farklı yapılar içinde farklı oranlarda yapıldıkları görülmektedir. Böyle bezeli anıtsal mimari öğelerine başka bir yerleşim yerinde rastlanmamış olması ise çok ilginçtir.
Özellikle D tapınağında MÖ 9500- MÖ 8500 yıllarına ait olduğu düşünülen 6 m.yüksekliğinde ve 30 ton ağırlığındaki T stilleri, insan uzuvlarına benzeyen şekiller ile kutsallığı sembolize eden hayvan figürleri- yaban domuzu, yılan, akrep, akbaba, sığır, turna, ceylan, örümcek, akrep, kuşlar, yaban öküzü, leopar, turna, kedigiller, yılan, tilki –dikkat çekmektedir.
Taşınabilir nesnelerdeki benzer tasvirlere Nevali Çori ve Körlük gibi neolitik yerleşim yerlerinde de rastlanmaktadır.
Muhtemelen insan toplulukları yılın belli dönemlerinde bir araya gelerek şölenler ve törenlerle sosyal bağları güçlendiren dini toplantılar yapmaktaydı. T biçimli dikilitaşlar da bu amaca hizmet eden anıtsal yapılar olduğu varsayılmaktadır.
Henüz ilkel aletlerin bile kullanılmaya başlanmadığı bir dönemde bu dini yapıları kimler, nasıl ve ne için yaptıkları, nasıl yaşadıkları konusunda daha pek çok bilgiye kazı çalışmalarıyla ulaşılarak ilk yerleşik toplumdan bugüne değişen sosyal, dini, mimari ve tarımsal gelişimler ortaya çıkarılacaktır.
MÖ 7800- MÖ 5500 insanlığın tarımı keşfetmesiyle yabani tahıl tohumlarının ekiminin yapılması zaman içinde bu tohumların genetik değişikliğe uğraması, yabani otların kültür bitkisine dönüşmesi tarihin en önemli tarımsal faaliyetleri kabul edilmektedir. Toplayıcılıktan kademeli olarak karmaşık bir süreçle tarıma geçildiği anlaşılmaktadır.
MÖ 8000 yıllarında ekonomik geçim kaynağı çoklu tarımın yanında Göbeklitepe’nin sosyal yaşamının ilk hareketleri dünya tarihi açısından devrim niteliğindedir.
Şanlıurfa-Halil Rahman-Mevlid-i Halil Cami ve Havuzu-Ayn Zeliha- Balıklı Göl;
Melik Eşref tarafından 1211 yılında, yanında medrese odaları, hazire ve türbe ile yaptırılan cami, 500 m2.lik alanıyla bölgenin en büyük ibadet merkezidir.
Mimarisi, süslemesi vb. özellikleriyle Selçuklu özellikleri gösteren 2 minareli, 1 büyük, 35 küçük kubbe ile örtülü caminin yanına 17. yy. a ait bir de havuz bulunmaktadır.
Ayn-i Zeliha -Zeliha Kaynağı adındaki havuz bir kanalla 1500 m2.lik balıklı göle bağlanmaktadır.
Çeşitli efsanelere- Nemrud adlı kötü bir kral Hz. İbrâhim’i yakmak için çok sayıda odunla ateş hazırlatır, ancak aniden ateş göle, odunlar balıklara dönüşür– konu olan göl ve çevresi ziyaretçilerin oldukça ilgisini çekmektedir.
Kutsal sayılan havuzdaki balıklara sadece yem atan ziyaretçiler için etrafta çok sayıda tesis- lokanta, hotel, çay bahçeleri, alışveriş merkezleri vb.– bulunmaktadır.
8-3- 1- Altınbaşak- Harran Antik Kenti ;
MÖ 6000- MÖ 5000 Sümerler tarafından kurulan ve Yol anlamına gelen Harran, Sami, Asur, Med, Babil, Büyük İskender, Seleukos, Hitit, Roma, Bizans, Abgar, Kavat, Sasani, İran, Selçuklu, Osmanlı ile Türk- İslam dönemlerini yaşamıştır.
Mezopotamya’yı Anadolu’ya batı, doğu, kuzey, güneyden bağlayan önemli kavşak noktası Harran özellikle MÖ 3000 yılından sonra Asurlu tüccarlarla oldukça varsıllaşmıştır.
Ticari, dini ve kültürel olarak en zengin merkezlerden biri, Ay tanrısı Sin ve Güneş tanrısı Şaman adına mabetlerin bulunduğu Harran’dan Suriye -Elba tabletinde de Ha-ra-na, MÖ 2000 Kayseri-Kültepe ve Mari’de bulunan çivi yazılı tabletlerde Harra-na, Ha-ra-na, olarak bahsedilmesi ve yine aynı yıllara ait Hitit tabletinde – Hitit- Mitanni arasındaki anlaşmada, Ay-Sin ve Güneş tanrılarının şahit olarak yazıldığı, Ay Tanrısı Sin’in merkezi olduğu vb.– adının geçmesi kentin önemini ortaya koymaktadır.
Babil dönemi çivi yazılı tuğlaların bulunduğu Harran’a Asur tabletlerine göre MÖ 2000 yılında Hurri ve Mitanniler yerleşmişlerdir. 11. yy.’a kadar etkisini sürdüren Babil, Hitit ve Asur tabletlerinde de sıklıkla adı geçen Harran yine bu uluslar arasında yaygın olan Sabiizm inancı- Ay, Güneş ve gezegenlerin kutsal sayılması– bölgenin astronomik olarak gelişimine katkı sağlamıştır.
Bölge ve kente göçen Süryanilerin atası Aramiler, MÖ 11. yy. da Mezopotamya’dan kuzeye hareket edip Fırat’ın iki yakasına Bit- Adini Devletini kurmuşlardır.
MÖ 857 yılında Asur devletine bağlanan Harran’a MÖ 722 yılında Asur kralı II.Sargon tarafından istila edilen İsrail topraklarından Yahudilerin sürülmesi kentin ve bölgenin kültür çeşitliliğini artırmıştır.
MÖ 609 yılında Med ve Keldaniler anlaşıp Asur’un başkenti Ninova’yı alınca Asur kralı II. Asur- Uballit, Harran kalesine sığınarak 3 yıl Asur krallığını buradan sürdürdüğü yine kayıtlardan anlaşılmaktadır.
Asur İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Harran’a Med ve Babil-Keldaniler egemen olmuşlardır.
Babil Kralı Keldani Hükümdar Nebukadnezar MÖ 586 yılında Kudüs’ü alıp Süleyman Mabedi’ni yıkarak Yahuda krallığını ortadan kaldırınca Babil Sürgünü ortaya çıkmıştır. Bu sürgünle Mezopotamya topraklarında koloniler kurmaya başlayan Yahudilerin pek çoğu Harran’a gelerek kentin nüfusunu önemli oranda arttırmışlardır.
Ancak MÖ 539 yılında Persler, Keldani -Babil İmparatorluğunu yıktıktan sonra Pers Kralı I. Darius ülkelerine gitmesine izin verse de Yahudilerin pek çoğu Harran da kalmaya devam etmiştir.
Güçlü bir koloni oluşturan Yahudiler, kutsal kitap Tanan’ta sıklıkla adı geçen Harran’ı Nuh’un torunu Kaynan’ın kurduğu ilk kent olduğuna inanmaktaydılar.
Ayrıca Harran’da İbrahim ve atasından başka Lut, Şuayb ve Elyesa peygamberlerin de yaşadığına dair çok sayıda efsane ve belge bulunmaktadır.
MÖ 331 yılında Anadolu’da Pers hakimiyetine son veren Büyük İskender ile komutanlarının kurduğu Seleukos, Osrhoene vb. eline geçen Harran zamanla önemli bir Yunan kolonisine dönüşmüştür.
Seleukoslar MÖ 132 yılında İranlılar tarafından yıkılınca kentin ilk bağımsız krallığı Osrhoene Krallığı kurulmuştur. MS 244 yılına kadar kent ve bölgede hüküm süren, Edessa- Urfa’yı Başkent yapan Osrhoene Kralların çoğunun adı Abgarca olduğu için bu krallık Abgarlar olarak da anılmıştır.
700 yılında kent hakkındaki bilgilerden anlaşıldığına göre, Harran’da Süryanice konuşan yerli halk ve Rumlardan bahsedilmektedir.
Roma ve Bizans dönemlerini de Anadolu ve bölgeyle paralel yaşayan Harran bu dönemde sosyo-kültürel ve ekonomik anlamda gelişmiştir. Kentin ilk para-sikkesi Roma dönemi, 161- 180 Marcus Aurelius zamanında basıldığına dair bilgilere belgelerden ulaşılmaktadır.
Gelişimi zaman içinde artarak devam eden Harran ,718- 913 yılları arasında dini, kültürel ve bilgi merkez olmuştur. Bunun da dünyanın ilk üniversitesinin burada kurulmasına öncülük ettiğini düşündürmektedir.
Değişik zamanlarda onarım ve eklemelerle genişletilen 2 hastane, geniş caddelere sahip 2 üniversitede Anadolu’nun en iyi bilim insanları pek çok dersin- felsefe, mantık, astronomi, hukuk ve tıp– öğrenimini gördükleri saptanmıştır.
Anadolu, Aslanlı, Bağdat, Musul, Rakka ve Halep kapılarıyla girilen kentin kalesinin çevresi 5 m. yükseklikte ve 4 m. uzunluğunda surlarla çevrilidir.
11. yy. sonunda Selçukluların egemenliğini giren Harran sadece antik dönemde değil özellikle Selçuklular zamanında da canlı bir merkez olmuştur.
1260 yılında Moğol saldırılarıyla oldukça harap edilen Harran ve çevresi Osmanlı toprağı olduktan sonra Yavuz Sultan Selim tarafından onarılmaya çalışılsa da eski zengin ve güzel günlerine bir daha geri dönememiştir.
Harran Üniversitesi de Türk dönemlerinde Darülfünun Külliyesi olarak hizmet vermiş ancak Timur zamanında tahribata uğradığı için gözden düşmeye başlamıştır.
Yavuz Sultan Selim üniversiteye dört kapı, büyük bir şadırvan, derin bir kuyu, mihrap ve rasat kulesi ekleterek tekrar canlandırmaya çalışmıştır.
Halen konik evlerinin yanında Harran’da üniversite gözetleme kulesi, kalesi, yığma tepe, surları, kalede silah ve erzak depoları, su depoları, su sarnıçları ve ahırlar bulunmaktadır.
8-3-2- Harran Höyük;
Buluntulardan tarihi MÖ 6000 Samarra- Halaf yıllarına kadar giden Harran Antik Kenti içinde 35.5 m. yüksekliğinde ve yaklaşık 1 km2.lik alana sahip höyüğe kentin neredeyse tüm kapılarından ulaşılır.
1272 Moğol istilalarına kadar önemli bir yerleşim yeri olan Harran’ın önemli yapısı höyüğün Zengi ve Eyyübüler dönemine ait sokak kalıntıları bulunmuştur.
8-3- 3- Harran Ulu Cami;
744 yılında başkent olunca Emevi II. Mervan tarafından yaptırılan mihraba paralel sahınlı camilerden olan yapının 4 sahını bulunmaktadır.
12. yy. da depremle yıkılan cami sonradan onarılmıştır. Harim ve avlu kısmından oluşan caminin kare kesitli, altı kesme taş, üstü tuğla minaresi dikkat çekicidir.
Daha sonra yıkılsa da caminin kırma çatısı taş ayaklar ve sütunlar üzerinde yükselmekteydi.
8 bin kişilik cami hariminin 19 süslü kapı girişi bulunmaktaydı.
Etrafı revaklarla çevrili avluda bir de şadırvan vardır.
Cami yakınında orta çağ Çarşı Hamamı, Doğu Hamamı, Tonozlu Yol Çarşısı, Miskçi Dükkanı, Umumi Helalar bulunmaktaydı.