7-Muğla;
Coğrafi;
Komşular;Aydın, Denizli, Burdur ve Antalya, Muğla ilinin kendisi gibi turizm merkezi komşularıdır.
Yüzölçümü; 13.338 km2.
İlçeler; Muğla ilinin, Türkiye’de en çok turist çeken, Bodrum, Datça, Fethiye, Marmaris, Ula, Yatağan, Köyceğiz, Milas, Menteşe, Seydikemer, Dalaman, Kavaklıdere, Ortaca, Merkez ilçe Muğla.
İklim; Akdeniz ve Ege Deniz’inde en uzun-1500 km.- kıyıya sahip Muğla ili Akdeniz ikliminin ılıman etkisinde olmasına karşın yükseklere çıkıldıkça Akdeniz dağ tipi iklim özelliği belirginleşmektedir.
Kıyıdaki ilçeler yazları sıcak ve nemli, kışları ılık iken il merkezi ve kıyıdan içerde kalan ilçelerinde yükseklik, nem, hâkim rüzgârların etkisiyle daha sert Akdeniz iklimi –kışları daha soğuk ve yazları da kuraklık- oldukça belirgindir.
Bitki Örtüsü; Denizden 670 m. yüksekte, Masa- Hisar- Asar Dağı eteklerinde bir yerleşim yeri olan Muğla, % 77’ini oluşturan başta 2000 m. Menteşe dağları olmak üzere ve onun uzantısı ya da yanındaki yüksek dağlarla- 2635 m. Davras, 3014- 2200 Akdağ, 2295 m. Çiçekbağı, 2100 Sandras, 2000 m. Yılanlı, 1965 m. Babadağ, 1792 m. Madran, 1892 m. Oyluklu, 1450m. Mendos, 1300 m. Gökova, Beşparmak, Kurukümes- Karakümes, 1368m. Marçal, 1175 m. Bozdağ, 1073 Laba, Karıncalı dağları– çevreli, pek çok kaynakla- Dalaman, Eşen, Namman, Çine, Varvil Sarıçay, Akçay Nehri, Kemer Barajı, Köyceğiz, Hacat Gölü – sulanan %12 platolar ve yaylalar- Karabağlar Yaylası- ile % 11 ovalar- Çine, Yatağan, Bozöyük, Leyne, Dalaman, Ortaça, Dalyan, Kumlu, Bayat, Pisiköy, Yaşyer, Tekfuranbarı, Bitez, Akçaalan, Kara, Milas, Ören, Varvil, Kızılkaya, Gök, Muğla, Dirgene, Gülağzı, Yerkesik ve Ula ovaları- kentin doğal zenginlikleri olarak yaşama elverişli ortam sağlamaktadırlar.
Ağaçlık alan açısından ülkenin en şanslı ili olan Muğla topraklarının % 75 ormanlık ve fundalıklardan % 4,5 çayır ile meralardan oluşmaktadır.
Dağlık alanlarda ormanların oldukça gür olduğu görülürken kıyılarda ve yamaçlarda makiler çoğunluktadır.
Ormanlardaki ağaçlar- kızılçam, karaçam, fıstıkçamı, ardıç, sedir, günlük vb.- belirgindir.
Vadilerde de söğüt, selvi ve çınar ağaçlarının dikkat çektiği Muğla topraklarının % 16’sı tarım arazisi olarak kullanılabilmektedir.
Ulaşım; Kentin ana ulaşım ağı karayolu ile yapılmasına karşın özelikle yaz mevsiminde ilçelerindeki- Bodrum ve Dalaman -havaalanları çok sayıda yerli ve yabancı turisti bölgeye taşımaktadır.
Ayrıca ilin kıyı kentlerine özellikle Bodrum- Turgutreis, Yalıkavak ve Mantarburnu, Marmaris -Bozburun, Milas- Güllük, Fethiye ve Datça limanlarıyla da denizden kolaylıkla ulaşmak da mümkündür.
Tarihi;
İlin ilk çağlarına ait yeterli bilgi bulunmamasına karşın MÖ 3400 Hitit kaynaklarında Lugga olarak adlandırılan yerin Muğla olduğu varsayılmaktadır.
MÖ 2000’lerden itibaren Söke, Aydın ve Nazilli’yi de içine alan Büyük Menderes’ten başlayıp İndos- Dalaman Çayı’nın denize döküldüğü kısımda yerleşim yerlerinin kurulduğu arkeolojik araştırmalarla ortaya konulmuştur.
Mısır ve Asur izlerine de rastlanan Muğla ve çevresinde uzun yıllar egemen olan ve kalıcı izler bırakan Karya kavmine önderlik eden komutan Kar’dan dolayı tüm bölge Karya- Caria olarak adlandırıldığı varsayılmaktadır.
MÖ 2000 yıllarında, başkenti Mylasa- Milas olan Karya Bölgesi halkı denizcilikle gelişerek özellikle MÖ 1150- MÖ 545 yılları arasında tam bağımsız bir ülke olarak yaşamıştır.
Heredot’a göre; Karyalılar soyundan gelen Lelegler ve Pelagsların MÖ 1200 yıllarında bölgeyi ele geçirmişlerdir.
Mobaha- Mobolia ya da Mogola- Mabella– olarak adalandırılan Muğla’da MÖ 7. ve MÖ 6. yy. arasında pek çok Anadolu kenti gibi Karya Dor kentleri de Lidyalıların eline geçmiştir.
MÖ 546 yılında da Lidyalıları yenen Perslerin egemenliğine geçmek istemeyen Karya kentleri merkezi Atina’da olan Attik Delos Birliği’ne üye olarak askeri ve ticari istilalardan korunmaya çabalamışlardır.
Muğla ve çevresi diğer Karya ketleri gibi MÖ 4.yy. dan itibaren Karya yerel hanedanın MÖ 392- MÖ 377 Hekatomnid – Hekatomnosların beş çocuğu -çocuk MÖ 377-MÖ 352 Maussollos ardından karısı ve kızkardeşi MÖ 352-MÖ 351 Artemisia, sonra MÖ 351-MÖ 344 İdrieus, sonra karısı ve kardeşi MÖ 344- MÖ 341 Ada, en küçük kardeşleri MÖ 341-MÖ 336 Piksodaros- tarafından yönetildi.
En büyük çocuk Karya Kralı MÖ 377- MÖ 352 Maussollos başkenti Halikarnas- Bodrum’a taşıyarak Büyük Menderes ve Dalaman Çayı boyunca çok sayıda Karya kent oluşumunu bir federasyon çerçevesinde birleşip yönetime katmak istedi.
Muğla ve çevresine iz bırakan İskit, Med, Dor, Pers ve Makedonyalılar özellikle MÖ 334 Büyük İskender’in de ikamet ettiği yapılan araştırmalardan anlaşılmaktadır.
Büyük İskender geldiğinde bölge Karyalı kardeşler arasında- Ada, abisi ve kocası Hidrieus, Mausolus, Artemisia, Piksodaras ve diğer kız kardeş ve eşleriyle -taht kavgasına kurban gitmek üzereydi. Ada, bu kavgalar sonucunda kuzeyedeki Karpuzlu- Alimda’ya çekilmişti.
Kentin anahtarını Büyük İskender’e yollayarak kendisini annesi kabul etmesini istedi. İskender bu isteği kabul ederek Ada’yı Karya Satraplığına getirdi.
Ancak İskender Likya’ya geçince ablası Piksodaros tarafından sürgüne yollanan Ada, satraplığı ablasına kaptırmış oldu.
Lidya, Likya ve Friglerle komşu olan Karya bölgesi daha sonra özellikle ülkenin kıyılarında yoğunlaşmaya başlayan Helenistik kolonilerle genişledi.
Tüm bu zamanlarda Karya hâkimiyeti ve kültürünün iç bölgelere –Mylasa-Milas, Stratonikeia-Eskihisar-Yatağan, Idyma- Akyaka- Ula Karya, Datça- Knidos, Bodrum- Halikarnassos, Dalaman-Daldala, , Karakuyu- Nakrasa, Bozüyük- Akassos, Telmessos, Kınık- Xhantos, Minare- Patara, Eşen- Tlos kentleri ile Mylasa, Labranda, Kyramus– kadar nüfus ettiğinin kanıtı bu yerleşim yerlerindeki Karya kült merkezlerinden anlaşılmaktadır.
Büyük İskender’in ölümüyle Muğla ve bugünkü ilçeleri karanlık bir döneme girmiştir.
Bir dizi iç savaştan sonra Büyük İskender’in komutanlarından Lysimachos’un eline geçen bölgeyi daha sonra MÖ 305- MÖ 310- MÖ 315 Selevkos Krallığı almıştır.
Muğla ve çevresi tarihin akışı içinde değişik zamanlarda bölgeden gelip geçen birçok ulusa da – MÖ 189 Bergama Krallığı’na bağlanmışlarsa da daha sonra MÖ 133 Roma’ya bırakılmış ve 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasıyla Bizans toprağı olmuş– ev sahipliği de yapmıştır.
Romanın ardından 1080 yılında Selçukluların eline geçen kent komutan Muğul Bey’in adından dolayı Muğla olarak anılmaya başlanmıştır. Bu tarihten sonra da bölge ve kentte Türk varlığı artarak devam etmiş, Uç Beylerden Menteşe Bey zamanında da 1284 Türkler daimi yerleşimciler olmuşlardır.
1390 yılında Yıldırım Beyazıt zamanında Osmanlıların eline geçen Muğla’nın bir süre Moğol İmparatoru Timur’un yönetimi altına girdiğive en son olarak da II. Mehmet zamanında Osmanlı topraklarına bağlandığı bilinmektedir.
1920 -1921 yıllarında İtalyanların işgaline uğrayan Muğla, işgalden kurtarılınca 1923 yılından sonra il olmuştur.
Muğla ve Çevresindeki Tarihi Yapı ve Yapıtları;
Sahip olduğu değerlerle- antik kentler, kıyılar, tarihi anıtlar, köyler, deniz, müzeler, modern işletmeleri vb.– turizm pastasından büyük pay alan illerden biri Muğla’da çok sayıda antik kalıntı ve ören yerleri bulunmaktadır.
Genellikle ilçelerinin tarihi yapıları ve doğal güzellikleri Muğla kent merkezinin önüne geçtiği için il merkezi ilçeler arasında kavşak konumda kalmıştır.
7-2-1- Bodrum- Halicarnassos- Halikarnas;
Myndos Yarımadası’nda yer alan Bodrum- Halicarnassos, MÖ 486 ?-MÖ 353? burada doğan tarihin babası- Heredotos a göre; Karyalılar soyundan gelen Lelegler ve Pelagsların komutanı Anthes tarafından MÖ 1200 yıllarında kurulmuştur.
Bodrum- Halikarnassos, Karia uygarlığının bilinen 115 yerleşkesi içinde en önemli kentlerinin başında gelmekteydi.
MÖ 836 yılında bir antlaşmayla bölge ve kenti Karyalılara bırakılan Halikarnassos, Karya straplarının en ünlüsü Mausolos tarafından başkent yapılmıştır. Başkent olduktan sonra kent ilgi çekici ve görkemli anıtlarla zenginleşerek en parlak günlerini yaşamıştır.
Dorlar döneminde Halikarnassos olarak adlandıran kent bölgeyle beraber gelişimini bu dönemde de sürdürmüştür.
MÖ 546 yılında Pers egemenliğine giren kent, MÖ 301 yılındaki İpsos savaşıyla İskender’in komutanlarından Lysimachos’un yönetimine geçmiş ve onun ölümünün ardından da Halikarnassos Selevkoslara kalmıştır.
Bir süre bağımsız olarak yönetilen Halicarnassos, MÖ 129 yılında Roma’nın Küçük Asya Eyaletine bağlanmıştır.
Daha sonra Roma ve Bizans dönemlerinde Hıristiyanlığın Anadolu’da baskın bir din olmaya başlamasıyla kent piskoposluk merkezi haline dönüştürülmüştür.
Osmanlı hükümdarı Çelebi Mehmet’ in izniyle 1415 yılında Bodrum’a yerleşen Rodos -Aziz Yuhanna Şövalyeleri kentte Aziz Petrus adına kale yaptırmışlar ve uzun zaman Halicarnassos olarak adlandırılan kentin adını da Aziz Petrus’a ithafen Petronium- Petrium- Petrum- Potrum- Bodrum olarak anmaya başlamışlardır. Bu kale halen kent merkezinde müze olarak kullanılmaktadır.
11. yy. da Türk egemenliğine giren kent,birinci haçlı seferleri sırasında Bizans’a sonra da 13. yy. da Menteşe Beyliğine bağlanmıştır.
Anadolu’da ele geçirilen en son Hıristiyan toprağı Bodrum’u II. Mehmed kuşatmış ama alamamıştı. Kent, Kanuni Sultan Süleyman’ın 1552 yılında Rodos seferi sırasında Osmanlıların eline geçmiştir. Kale, 1824 yılındaki Yunan isyanında Osmanlılar tarafından askeri üs olarak kullanmışlardır.
Bodrum ve Çevresindeki Tarihi Yapıtlar;
7-2-2- Bodrum- Mausoleion- Mausoleum;
Karia’nın başkenti Bodrum’da günümüze gelebilen en eski yapılarından Mausoleum, Karia Kralı ya da en güçlü Satrabı-Valisi- Mausollos’un kendi adına yaptırdığı bir anıt ya da Mausollos’un ölümünden sonra MÖ 350 eşi ve kız kardeşi Artemisia tarafından yaptırılan bir anıt mezardır. Görkemi, zerafeti, ölçüleri, süslemeleri vb. ile dönemin en eşsiz yapılarından olan Mausoleum antik dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilmiştir.
50- 55 m. yüksekliğinde 20 katlı bir gökdelen boyundaki anıt mezarın –Mausoleion -Mausoleum çevresindeki muhteşem heykeller, kabartmalar ve bezemelerle büyüleyici bir yapı olduğu halen ören yerinde devam eden kazı çalışmalarıyla ortaya konulmuştur.
Ancak mezarın pek çok önemli heykeli, kabartması ve taşları British Museum’a götürülmüştür.
7-2-3- Bodrum- Antik Tiyatro;
Kentin en görkemli yapılarından Göktepe ve nekropol arasında yer alan antik tiyatro MÖ 4. yy. Roma dönemi mimari özelliklerine göre üç kısımdan -Cavea- oturum, orkestra ve sahne- meydana gelmektedir.
Cavea- oturum alanı, yarım daireden büyük bir şekilde kayaya at nalı şeklinde oyularak mermerden yapılmıştır. Oturma sıralarıyla enine ikiye ayrılan caveanın 30 bölümlük alt kısmı günümüze kadar gelebilmiş ancak 25 bölümlük üst kısmı tahribatla yok edilmiştir.
12-13 bin kişilik tiyatronun oturma sıraları, boyuna 11 merdivenle 12 bölüme ayrılmaktadır.
Antik taş ve mermerden yapılan özellikle tiyatrolarda iyice belirginleşen yatay ve dikey geçişler seyirci giriş ve çıkışlarında kolaylık sağlamak amacıyla tasarlanmıştır.
Ana orkestra alanı olan tiyatronun ortasındaki yarım dairelik bölüm, oyunlar, koreografi ve koro orkestrası için düzenlenmiştir.
Yapının ortasında Dionysos için bir sunak dikkat çekmektedir. Roma’nın son dönemlerine ait tiyatrolarda olduğu gibi gladyatör ve vahşi hayvan dövüşleri için ayrılan bölüm burada da dikkat çekmektedir. Zamanında bu alanı seyircilerden ayıran korkulukları gösteren levhalar bulunmaktaydı.
Yapının güneyindeki sahne bölümü, oturma sıralarının açıkta kalan kısmını içine alacak şekilde iki katlı ve dikdörtgen şeklinde inşa edilmiştir. Sahnenin orkestraya dönük tarafı podyumun önünü görürken arkasındaki duvarda da oynanacak oyunların portatif dekor levhalarının asıldığı oyukların olduğu dikkat çekmektedir.
Sahnedeki kapılar oyuncular ve protokol için kullanılmaktaydı. Sahne ile oturma bölümü arasında yer alan paradokslar- girişler izleyicilerin giriş ve çıkışları için düzenlenmişti.
1970- 1990 arasında çeşitli defalar onarımlarla yenilenen tiyatro, bugün de kültürel etkinlikler için kullanılabilmektedir.
7-2-4- Bodrum Kalesi;
Bugün Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi olarak da adı geçen kale, küçük olmasına karşın Rodos Şövalyeleri’ nin önemli bir ikametgâhıydı.
Kudüs’ten gelen Rodos Şövalyeleri eski adı Zephyria- Batı Rüzgârı– denilen antik kalenin üzerine yeni kaleyi 1308 yılında Aziz Petrus adıyla inşa etmişlerdir.
Kalenin yapımı uzun sürdüğü için Papa çalışanlara endülijans- cennette tapu kâğıtları dağıtmıştır.
Daha sonra 1522 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos’u almasıyla kaledeki Hıristiyan hâkimiyeti sona erse de halen kalenin taşında, mimarisinde ve burçlarında geçmiş zamanların izlerini görmek mümkündür.
Bodrum’un en önemli simgelerinden olan kalenin içi Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi olarak düzenlenmiştir. Müze zengin sualtı buluntularıyla kendi alanında dünyada ve Türkiye’de bir ilk olma özeliğini korumakla birlikte, dünyanın da ikinci büyük sualtı müzesidir.
Bölgenin 450 yıllık izlerinin ortaya konulduğu müzede, prangalar, iskeletler, hayvan kemikleri, çok sayıda alet, sikke vb. sergilenmektedir.
Bodrum yakınlarında Müsgebi ve Dirmil köylerinde bulunan Miken dönemine ait mezarlar da tarihi ve kültürel açıdan bölgenin önemini ortaya koymaktadır.
Bugün Bodrum, sadece Eğe bölgesinin değil tüm ülkenin en ünlü turizm kentlerinin başında gelmektedir. Kentteki tarihi özelliklerin yanında denizi, eşsiz koyları ve kıyıları, bulunmaz manzarası, tatil köyleri, otel, motel, pansiyonları, lokantaları, ünlü barlarıyla her yıl binlerce yerli ve yabancı turisti ağırlamaktadır.
Bodrum ile çevresinde gezilmesi gereken diğer önemli tarihi, doğal yapı, yapıt ve mekânlardan; Kral Mausalos’un kenti olarak bilinen Myndos Antik Kenti- Gümüşlük, Tavşan Adası, tarihi MÖ 200 yıllarına giden, Truva Savaşından dönenlerin, Leleg ve Karyalılarla yaşadığı önemli bir yerleşim yeri ve Leleglere ait türbe biçimli mezarlarıyla dikkat çeken Pedasa Antik Kenti- Konacık ile yine aynı tarihlerde yaşamın sürdüğü diğer önemli antik yerleşimlerden bilicilik merkezi Apollon Tapınağı da bulunan Helenistik yerleşim yeri Telmissos- Gürece, Müsgebi- Ortakent, Yalıkavak’ta, sur ve tapınak kalıntıları olan Leleg Kenti Uranion, içinde çeşitli burç, sur, keramik çanak- çömlek kalıntıları bulunan Gölköy’deki iki tepede Kökpınar Tepesi- Madnasa, Karadağ Tepesi- Side/ Sibda, Gümüşlük sınırlarında Leleg kentleri Eski ve Yeni Myndos, Güvercinlik-Salih Adası’nda Yeni ve Esi Kayranda, Gökova ve Orak adasına yönünü dönen Syangela, içinde Leleg ve Helen yapılarına- sur, sarnıç, kuyu, bina ve ev kalıntıları- ait kalıntılar bulunan Mumcular civarında Theangela, kaba duvar parçalarıyla dikkat çeken Bodrum- Milas arasındaki Kyndy- Kindye- Sığırtmaç, İlk çağ duvar kalıntılarının yanında Helen ve Roma dönemi kalıntıları- sunak, tiyatro, tapınak, stao, sütunlar, kent surları vb.- ile dikkat çeken Varvil Koyu yakınında Barglia, Mandra Bölgesi’ndeki içinde kale ve sur kalıntıları bulunan Leleg kenti Termera, Aspat Koyu’ndaki tarihi Aspat Kalesi’nin yanında liman ve tersaneleri bugünün modern marinası tatil köyleri, su sporları vb. ile Bodrum turizm ve tarihin her dönem başkenti olmuştur.
7-3-1- Datça;
Datça, Gökova Körfezi’nin güney kıyısındaki bir yarımadada yer almaktadır. Marmaris’e 90 km. uzaklıktaki Datça’da, Roma, Bizanslılar, Menteşeoğulları, Osmanlı dönemleri yaşanmıştır.
Burgaz, Gebekum, Karaincir, Tekir, Kargı, Mesudiye, Palamutbükü, Taşlık, Akvaryum Koyu, Ovabükü, Hayıtbükü, Ovaburnu en güzel kıyı ve plajlardır.
Kentin yollarının virajlı ve bozuk olmamasından dolayı, bölge geneline göre doğallığı daha az zarar görmüştür.
Datça’da, Romalılar döneminden günümüze gelebilmiş tarihe ışık tutan çok sayıda önemli yapı ve yapıtlar bulunmaktadır.
7-3-2- Datça- Knidos;
Reşadiye Yarımadası, Datça- Kızlan Ovası’nın tarihi MÖ 2000 Karya dönemine kadar gitmektedir. Yunan adalarından gelen Dorlar tarafından MÖ 1000 yılında kurulan Knidos Antik Kenti bugün Datça merkezine 4 km. mesafedeki Burgaz Düzlüğü’nde yer almaktadır.
Antik dünyanın en önemli tarihçisi Herodot’a göre de Knidos, Spartalılar tarafından koloni olarak kurulmuş ve yerleşim yeri zamanla gelişerek güçlenmiştir.
MÖ 6.- MÖ 5. yy.dakente hakim Fenikeliler denizcilikte çok ilerlerlemiş ve tersanelerle yerleşim yerini çevrelenmişler. Ancak halkına pek çok fırsat- beslenme, ticaret, ulaşım vb.– sunan deniz, kıyıdan gelen saldırılara da açık hale gelmiştir.
Denizden gelen kavimlerden biri olan Lidyalılardan kentlerini korunmak için Knidoslular Reşadiye Yarımadası’nı karadan ayırmaya çalışmışlar ama yine de Knidos, MÖ 546 yılında Datça ile birlikte Lidyalıların ardından da Perslerin egemenliğine girmiştir.
Anadolu’da ele geçirdikleri yerleri genellikle yakıp yıkan Persler, Knidos’a fazla zarar vermemişler.
MÖ 334 yılında Büyük İskender tarafından alınan daha sonra Roma, Seleukos tekrar Roma ve Bergama Krallığı dönemlerini yaşayan Datça yarımadası ve özellikle Knidos tüm bu ulusların denize açılan en önemli kapılarından biri olmuştur.
“Tanrı yarattığı kulunun uzun ömürlü olmasını isterse, Datça Yarımadası’na bırakır” diyen Starbon’a göre; ada ile kara doldurularak biri askeri diğeri ticari amaçla kullanılan iki liman –kuzey ve güney- elde edilmiştir.
Kıyıya paralel olan Knidos, limanı sayesinde oldukça varlıklı bir görünüme bürünerek Karia’nın en önemli ticaret, kültür, sosyal, sanat kentlerinden biri olmuştur.
MÖ 4. yy. da ticaretin gelişmesiyle özellikle hazmı kolaylaştırdığına inanılan şarap ihracatının merkezi olarak zamanla yarımadanın uç kısımlarında halen görülebilen antik kalıntıların olduğu yere taşınmıştır.
Denizi, limanı, şarabı vb. ile tüm ulusların sahip olmak istediği Datça, Dorlar zamanında kurulan Hexaopisi Birliği’ne bağlanarak her dört yılda bir düzenlenen festival için Dor mimari tarzında Apollon Karneisos Tapınağı yapılmıştır. Tapınağın Helenistik terasına MÖ 450 yılında Polynotos tarafından son derece dikkat çekici duvar resimleri yapılmış ve terasa daha sonra dikdörtgen bir sunak da eklenmiştir. Yine bu dönemde kentin sanat ve mimari gelişimi artarak devam etmiştir.
Ancak depremler, korsan saldırıları, iç çekişmeler ve savaşlarla sıkıntılı günleri hiç eksik olmayan Knidos halkı, tatlı suyu ve verimli toprakları bırakmak zorunda kalarak kendilerine tam tersi olanaklar sunan, MÖ 4. yy. da yarımadanın batı ucu Tekir Burnu’na göç etmek zorunda kalmışlar.
Buranın da karasal olanaklarının yetersiz olması halkı tekrar denizden yararlanmaya zorlamış ve Knidoslular bir süre sonra tekrar denize dönerek yeni limanlar kurmuşlardır.
Zamanla Karialı Knidosluların Eğe, Akdeniz havzası, Mısır ve İtalya kıyıları, İngiltere’ye kadar uzanan bir deniz ticareti geliştirmişler ve özellikle hazmı kolaylaştırdığına inanılan şarap Knidos’un en önemli ihraç ürünlerinin başında gelmeye başlamıştır. Ayrıca sirke, zeytin, zeytinyağı, seramik, erotik tasvirlere sahip anı hediyelikler, kandiller, omuzlarda Knidos Yaprağı, kulplarda Knidos Düğümü çizilmiş Knidos Tipi ve kült eşyalar geniş bir coğrafyaya ihraç edilmiştir.
Knidos’a Dor ve pagan Roma zamanında çok sayıda tapınak yapılırken Roma’nın Hıristiyanlaşması ile Doğu Roma- Bizans dönemlerinde artan kent nüfusuna paralel olarak –nüfusu yaklaşık 70 bin kişi– çok sayıda kilise de eklenmiştir.
İlk çağlardan beri Knidoslular, sıklıkla saldırılara uğrasalar da yine de ticaretle zenginleşmeleri sürmüş ve dönemin ünlü sanatçılarını getirterek pek çok değerli yapı- yapıtla kentlerini taçlandırmışlardır.
Kentte antik dönemin en önemli sanatçı ve bilim insanlarının yetiştiğine de kaynaklardan tanık olunmaktadır. Özellikle dünyanın yedi harikasından biri İskenderiye Feneri’ni yapan Mimar Sastratos- Sostratos, gezegenlerin hep aynı yörüngede hareket eden yuvarlak cisimler olduğunu bulan ünlü astronom- gökbilimci, matematikçi ve filozof Eudoxus -Endoksos, Doktor Eueryphon, ressam Polygnotos, ünlü Aphrodite heykelini yapan heykeltıraş Praxiteles- Praksiteles bu kişilerden bazılarıdır.
Knidos’a Aphrodite heykeli ile diğer sanat eserlerini görmeye, dini festivaller, sanat ve spor etkinliklerine katılmaya çok sayıda insanın gelmesi, antik dünyanın ilk turizm hareketliliğinin başlamasını sağlamıştır.
Ancak daha sonra Bizans İmparatoru Theodosios tarafından İstanbul’a getirilen Aphrodite heykelinin akıbeti ne yazık ki bilinmemektedir.
Tarihi boyunca ticareti sayesinde zenginleşen Knidoslu tüccarlar kentin mimarisine de katkıda bulunduklarına dair belgeler mevcuttur.
Hippodamos’un ızgara planla- doğu- batı yönünde paralel dört geniş cadde, kuzey- güney yönünde bir cadde ile dik açılı olarak kesilen bölgenin konumuna uygun cadde ve sokakları merdivenler ya da dik olarak birbirlerini kesen plan– inşa edilen Knidos’da agora, 130 m.ticari staolar- 5×80 ölçülerinde 25 dükkan,kült odaları, kent duvarları, odeon, 8000 kişilik tiyatro, güneş saati, kilise ve Demeter Tapınağı günümüze kadar sağlam olarak gelebilmiş ve bölgede görülmesi gereken önemli tarihi yapılardır.
Daha sonra Anadolu’nun en büyük uygarlıklarından Roma döneminde Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesiyle ülkenin her yerine yayılan Hıristiyanlar Knidos’a da ulaşarak halkını etkilemişlerdir. Doğu Roma-Bizans toprağı olduğu döneminde de Knidos batı Anadolu’nun piskoposluk merkezlerinden biri olmuştur.
Ancak Knidos zamanla tekrarlanan depremler yüzünden terk edilmeye başlanmış ve küçülerek varlığını 7. yy. a kadar sürdürse de daha sonra iyice boşalmıştır.
13. yy. da Menteşe Beyliği’ne bağlanan yarımada, 15. yy. da Osmanlı toprağı olmuş ve son Osmanlı Padişahı, Sultan Reşat’tan dolayı, Datça, Reşadiye olarak da anılmaya başlanmıştır.
Cumhuriyetten sonra yeniden Datça adıyla anılmaya başlayan kent, halen –235 km.lik sahili, 52 koyu, zengin flora ve faunası, Knidos Antik Kenti, birçok mavi bayraklı plajı, tatil köyleri, siteleri, kamp alanları, Karaincir, Palamutbükü, Mesudiye, Hastanealtı, Periliköşk, Billurkent plajları -ile bölgenin ve ülkenin en güzel, el değmemiş tatil yerlerinin başında gelmektedir.
7-4-1- Fethiye – Telmessos ;
Antik çağlara ait sayısız kalıntının bulunduğu Fethiye’ye giderken yolda size muhteşem bir doğa eşlik eder.
Likya- Karya sınırında yer alan Telmessos’da insanlık tarihi MÖ 3000 Belen civarında başladığı yapılan kazılardan anlaşılmaktadır.
Yerli Anadolu halklarının yaşadığı Telmessos uzun zaman Likyalılara karşı bağımsızlık mücadelesi vermişse de bugün de görülebilen çok sayıda anıta imza atan Likyalılar, MÖ 1200 yıllarında uzun zaman bölge ve kentte varlık göstermişlerdir.
Daha sonra MÖ 6. yy. da Perslerin yönetimine giren ve sürekli tehditlere maruz kalan Telmessos, MÖ 5. yy. da bölgenin güvenliğini sağlamak için merkezi Yunanistan’da olan bölge ve kent devletleri tarafından kurulan Attika Delos Birliği’ne katılmıştır.
Bir süre Perslerin Karya Satrapı Mausolos tarafından da yönetilen Telmessos, MÖ 334 yılında Büyük İskender’in, Persleri Anadolu’da yenilgiye uğratmasıyla diğer pek çok kent gibi İskender-Makedon yönetimine geçmiştir.
İskender’in ardından bir süre Selevkosların elinde kalan kent, MÖ 3. yy. da Mısır- Lagos Hanedanı tarafından dahi yönetilmiştir.
MÖ 188 yılında da Pergamon-Bergama’ya bağlanan antik kent, bu krallığın MÖ 133 yılında yıkılmasıyla bağımsızlığını ilan etmiştir.
Bir ara kenti kendi yönetimine almak isteyen Pontus Kralı Mithridates karşısında kent halkı Rodos’un da yardımıyla bu yönetimi kabul etmeyip bağımsızlığını bir süre daha sürdürebilmiştir.
Daha sonra Anadolu’da egemenliğini artıran Romalıların eline geçen Telmessos, Roma’nın ikiye ayrılmasıyla 395 yılından sonra Doğu Roma- Bizans toprağı olmuştur.
8.-9. yy. da Anastasiuopolis olarak anılan Telmessos daha sonra Yunanca “Uzak Diyar” anlamına gelen Makri- Meğrı olarak da adlandırılmıştır.
1284 yılında Menteşeoğulları döneminde Türklerin eline geçen kent, 1424 yılında da Osmanlı toprağı olmuştur. 1914 yılında hava şehidi Fethi Bey’den dolayı Telmessos adı Fethiye olarak değiştirilmiştir.
Fethiye ve Telmessos antik kentindeki kalıntıların çoğu Likyalılar döneminden kalsa da burada yaşayan diğer ulusların izlerini de görmek mümkündür.
Günümüzde sadece tarihi anıtları ya da kalıntıların dışında Fethiye’nin içinde ve çevresinde pek çok tatil köyü, otel, motel, pansiyon, lokanta, bar vb. ile özellikle yazın tatilcilerin en fazla tercih ettikleri yerlerin başında gelmektedir.
Yamaç paraşütü, Af Kule dalış merkeziyle de son yıllarda spor turizminin de önemli merkezlerinden biri olan Fethiye, pek çok irili ufaklı koya, 12 adalar denilen yerler yat turizmi için vazgeçilmez doğa harikası Göcek, Ölüdeniz, Belcekız- Belceğiz, Çalış, İztuzu, Ölüdeniz yakınlarında pırıl pırıl sahili ve şelalelerinin eşliğinde sayısız kelebeğin dansına sahne olan Kelebekler Vadisi, Şövalye -Meğri Adası, Kızılada, Kabak Koyu vb., Simena- Kayaköy ile Telmessos, Kaunos, Kadyanda, Tlos, Pınara, Letoon, Sidyma ve Ksantos antik kentleri ile eşsiz bir tatil cennetidir.
Fethiye yakınlarındaki plajlar;
Fethiye’nin çevresindeki tüm koylar ve kıyılar kumlu, uzun, ince çakıllı plajlarla doludur. Ülkemizin ve Eğe’nin eşsiz körfezine de sahip Fethiye’nin yaklaşık 4 km.2 yüzölçümüyle en büyük adası Tersane ve koyu, Katrancı, Sarsala, Sırabük, Sarıyar, Kleopatra koyları ve mavi turlar için diğer koyları özellikle Göcek-Altın- Yılanlı, Yassıca, Zeytinli, Katrancık, Tersane, Manastır, Bedri Rahmi, Sıralı Bükü- Martin, Taşyaka- Mezar- Domuz, Tavşan, Deliktaş ve Kızıl koyları ve adalarını içine alan geziler vazgeçilmez rotalardır.
Bu civarda Likya dönemine ait sütunlarında görülebildiği koyların trafiği özellikle yaz aylarında çok yoğun olduğudur. Eşsiz doğa ve manzarasıyla son derece dinlendirici bu plajlara hem deniz hem de karayolu ile ulaşmak mümkündür.
7-4-2- Fethiye- Şövalye Adası;
Deniz motoru, tekneyle 15-20 dakikada gidilebilenŞövalye Adası, Fethiye körfezinin ortasında bulunmaktadır.
Körfezindeki tersane de gezildikten sonra adadaki lokanta, plaj, gazino vb. ile son derece dinlendirici bir tatil yapılabilir.
7-4-3- Fethiye- Belceğiz;
Belceğiz, kumlu plajların, balıkların ve Ölüdeniz’in bulunduğu mevkidir.
Deniz avcılığı için son derece uygun bir yer olan kıyı, her yıl çok sayıda yerli- yabancı turisti çekmektedir.
Fethiye- İçmeler- Kaplıcalar;
7-4-4- Fethiye- Gebeler Kaplıcası;
Tarihi dönemlerden beri ünlü bir kaynak olan kaplıcanın suyu romatizma hastalıklarına, siyatik ve açık yaralara iyi gelmektedir.
Belceğiz Turunç Pınarı ve Kıdırah içmelerinin suları mide ve bağırsak hastalıklara iyi geldiği çok eskiden beri bilinmektedir.
7- 4- 5- Fethiye Müzesi;
Fethiye ilçe merkezinde bulunan müzede kent merkezi ile yerleşim yerinin civarında yapılan kazı çalışmaları sonucunda elde edilen yapıtlar sergilenmektedir.
Ayrıca bölgede Urluca Köprüsü, Çayözü, Gökpınar ve Ballık- Maşta- bölgede görülmesi gereken doğa harikalarıdır.
7- 4- 6- Fethiye- Gemile Adası- Aya Nikolas Adası;
Fethiye’ye 9 km. uzaklıkta, 400 m. genişliği, 1 km. uzunluktaki kıyıya sahip Ölüdeniz, ortaçağda Smybola olarak adlandırılan Gemile- Aya Nikola Adası, 5. yy. dinsel içerikli bir yerleşim yerine dönüşmüştür.
Gemile Adası, yakınındaki Karacaören Adası ile çevrede yapılan kazılarda genellikle kesme ve yöresel taşın yanında bazıları tuğladan yapılan 11 adet Basilika tipi kilise, birçok şapel, ev, depo, mezar ve sarnıç bulunmuştur.
Üst kısmı dini, alt kısmının da yerleşim yeri ve ticaret amacıyla kullanıldığı belirlenen adadaki yapılar tahribata uğrasa da özellikle kiliselerİ duvarlarındaki dini freskler, mozaikler ile adanın tepesindeki 160 m. uzunluğundaki yoluyla son derece ilgi çekici bir yerdir.
Gemile Adası’ndaki 150 m. yükseklikteki bacanın Karacaören Adası’na dumanla işaret vermek amacıyla kullanıldığı düşünülmektedir.
5. ve 13. yy. arasında bölgede başta, Gemile Adası, Ölüdeniz, Fethiye – Şövalye Adası ve 12 adaların yer aldığı körfezde çok sayıda dini yapının olması buranın önemli bir dini merkez olduğunun ve özellikle 5-7. yy. da hac yolculuğu -Ön Asya, Ege ve Akdeniz arasındaki Bizans, Yakın Doğu ve Avrupa deniz yoluyla yapılan- yapıldığı bilinmektedir.
Hac yolculukları beraberinde ticari seferleri de getirdiği yapılan çalışmalar sonucu ortaya çıkarılmıştır.
Adalar ve içlerindeki yapılar hem turizm hem de tarihi açıdan gezilmesi ve görülmesi gereken yerlerdendir.
7- 4- 7- Fethiye- Aminthas Kaya Mezarları;
Fethiye kent merkezi, Kesikkapı Mahallesi civarındaki dik kayaya oyulmuş sivil mimari örneği, halk arasında Kral Mezarı olarak tanınan antik anıt Aminthas, Hermapias ve oğul Aminthas ve bir diğer kişiye ait görkemli bir tapınak mezardır.
Bölgede yer alan tüm kaya mezarları gibi bu anıt mezarda klasik döneme ait, dolayısıyla kentte yaşayan pek çok uygarlığa da dağın dik yamacından tanıklık etmiş, bazı kısımları özellikle Hıristiyanlık döneminde oldukça tahribe uğramış eşsiz bir yapıdır.
7- 4- 8- Fethiye –Karmylassos-Kayaköy;
Fethiye’ye 8 km. uzaklıkta, ölüdeniz yolunda, ağaçların arasında, verimli toprak üzerindeki taşlar oyularak bir yerleşkeye dönüştürülen eski adı Karmylassos olan Kayaköy, tarihin ilk dönemlerinden – MÖ 3000- MS 19. yy.- son dönemlerde yaşanan mübadeleye kadar son derece gözde bir yerleşim yeri idi.
Kentte yapılan kazılarda ele geçen buluntuların MÖ 4. yy. kadar gittiği Kayaköy’deki Osmanlı döneminin son yıllarına ait çok sayıda yapı ve yapıt- azınlıklardan kalan en fazla 50 m2 büyüklükteki, ikişer katlı, tamamı doğaya açık, birbirlerini rahatsız etmeyecek konumda yapılan 350- 400 taş ev ile 2 büyük kilise- Taksiyarhis ve Panayia Pirgiotissa- şapeller, mezarlık, yel değirmenleri, çeşmeler, mezun öğrencileri daha yükseğini okusunlar diye Rodos, Atina ve İstanbul’a gönderilen okullar- kız ve erkek öğrenciler için okullar, esnaf binaları- kasap, terzi, bakkal, manav vb., gümrük binası, hayalet yapılar- tarihin derinliklerinden bugüne geçmişin sessiz tanıklarıdır.
7 -4- 9- Fethiye- Üzümlü Köyü – Kadyanda;
Fethiye’ye 18- 24 km. uzaklıkta, Üzümlü Köyü içinde, denizden 915 m. yükseklikteki Likya yerleşim yeri Kadyanda’da yapılan araştırmalarda ele geçirilen Likçe tabletlerdeki yazı biçimi, kullandığı sözcüklerden ve Kadawanti olarak anılan kentin tarihinin MÖ 3000 yıllarına kadar gittiği saptansa da kentteki kalıntılarının tarihi ancak MÖ 5. yy. kadar gidebilmektedir.
7. yy. yerleşimin devam ettiği görülen Kadyanda’da sur duvarlarının bir bölümü, kaya mezarları ve bazı kitabeler en erken dönemlere tarihlense de sonraki uygarlıklardan -Helen, Roma vb.-ait iyi korunmuş bir tiyatro, stadium, agora, hamam, tapınak, poligonal sur duvarı, nekropol alanı ve Hektor Mezar Anıtı, kabartmalarla süslü mezarlar ve büyük bir ev 4 büyük sarnıca da rastlanmıştır.
7-4-10-Fethiye- Minare Köyü- Pınara;
Fethiye’ye 22- 40 km. uzaklıktaki Minare Köyü’nde yer alan antik kentte yapılan kazı çalışmaları ve eldeki yazılı kaynaklara göre, Pınara’da ilk yerleşimin MÖ 700 yıllarındaolduğu saptanmıştır.
Likçe kitabelerde Pinale olarak adlandırılan kent, antik yazar Stephanus, Byzantion Menekrotes’a göre; “Xanthos’un nüfusu çok artınca yaşlılardan bir grup Kragos Dağı’nın yüksek olan tepesinde bir kent kurup adına da yuvarlak anlamına gelen Pınara adını verdiler.” bilgileri mevcuttur.
Ayrıca antik dünyanın ünlü coğrafyacısı Strabon, Artemidoros’dan alıntı yaparak, Likya Birliği Meclisi’nde üç oy hakkına sahip altı kentten birinin de Pınara olduğunu belirtmesi kentin önemini vurgulamaktadır.
Likya dönemine ait iki akropolis- yukarı şehir ve bunların arasına Hıristiyanlık döneminde eklenmiş kilise, sur duvarları, bazıları pilyeli çoğu Likya sivil mimarisi örneği ev tipi 2500 kaya mezarı, aşağı şehirde de bir tiyatro ve odeon, tepenin doğusunda agora ve tapınak kalıntıları, hamam görülmektedir.
Kentin 8. yy. daki depremden zarar gördüğü ve terk edilmeye başlandığı yine yapılan kazılarla ortaya konmuştur.
7- 4- 11- Fethiye- Kumluova- Letoon- Leton;
Fethiye ilçesine bağlı, Fethiye- Kaş karayolu üzerindeki antik kentte Pers, Karya, Yunan- Helen, Ptolomaios ve ardından da Rhodos- Rodoslular yaşamıştır.
Tarihi MÖ 7. yy. kadar giden antik kentin en önemli yapıları tanrıça Leto ve çocukları- Apollo ve Artemis- için MÖ 2. yy. da Dor ve Ion tarzında her birine ayrı ayrı yapılan tapınaklardır.
Arkaik ve klasik dönemde MÖ 7.- MÖ 5. yy. Nymphe- Su Perisi kültünün yerini Helenistik dönemde Leto kültü almış ve Yunanlaşan Leton, Likya Birliği kutsal alanı olmuştur.
Kentte bulunan MÖ 4. yy. Aramice- Grekçe- Likçe dillerinde yazılı -Karya ve Likya satrabı olarak Pixodares`in MÖ 358’de kenti ilk kez yönettiğini, Hekotomnid sülalesi ile Likyalılar arasında iyi ilişkiler kurduğunu, Likya’ya Archon ve Xanthos’a vali gibi memuriyetlere adamlarını tayin ettiğini yazan kitabe ile diğer dinsel ve politik kitabeler kent ve bölge tarihi açısından son derece önemli belgelerdir.
Letoon’da kutsal kaynaklar, Nymphaion, tiyatro, tapınakların yakınında yine üç dilde-Aramice, Grekçe ve Likçe- ve Kaunos’lu tanrı Basileus için Ksanthos’ta kurulan bir kült ile törenlerdeki kurban ve kurallardan bahseden ve bu kurallara karşı çıkan Leto ve çocuklarının Nympheler önünde suçlu sayılmasını anlatan yazıt bulunmaktadır.
Ayrıca antik yapılara ait kalıntı parçalarının yanında 7. yy. da eklenen bazilika şeklinde inşa edilen kilise sonradan harap duruma gelmiştir.
Arap istilalarının artmasıyla özellikle 8. yy. dan sonra kent terk edilmeye başlamıştır.
Letoon 1988 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınmıştır.
7-5-1- Sidyma- Sidima -Dodurga;
Tarihi Sidima kentinin ilk yerleşimcileri Likyalılar olsa da kent en büyük gelişimini Roma döneminde yaşamıştır.
Sidyma’dan geriye çok az sayıdaki beyaz mermer yazılı mezarlar yerleşim yeri hakkında yeterli bilgiye ulaşmayı engellemektedir.
7-6-1- Köyceğiz;
Akdeniz ve Ege’nin birleştiği Köyceğiz Gölü etrafında kurulu kentin tarihi MÖ 3400 yıllarınakadar gittiği yapılan araştırmalarla ortaya çıkarılmıştır.
Karya döneminde önemli bir yerleşke olduğu bilinen kent, sonradan Asur, İyon, Dor, Aka, Pers, Helen, Selevkos, Roma, Bizans, Selçuklu, Menteşeoğulları ve Osmanlılar döneminde de varlığını sürdürmüştür.
Bugün Köyceğiz, turizm açısından – tarih, doğa, deniz, spor ve tesisleriyle- son derece ilgi çekici bir yerleşim yeridir.
Antik dünyanın en önemli tarihçisi Heredot ve coğrafyacısı Strabon; MÖ 2000- MÖ 1000 arasında Karyalılar iç kısımlara koloniler kurarken denizden gelen Yunan ve Akalar kıyılara yerleşmiştir. Tüm bu uygarlıkların geçiş noktasında olanKöyceğiz, bölgeyle beraber gelişip değişmiş, özellikle Caunos, önemli bir ticari limanı haline gelmiştir.
Köyceğiz’deki antik mabetler Harab ve Susan kaleleri yanında bugün Ege bölgesinde pek çok güzelliği- denizi, gölü, Sultaniye Köyü- sıcak- soğuk termal kaplıcaları, Gökçeova, safari turizmi, Yayla Köyü, Ekincik Koyu, Ağla Yaylası, Şelale, Yuvarlakçay, Dalaman Çayı, Dalyan, Hasan Çavuş Ilıcası, Kokar Girme, Ölemez Dağı, Çandır Köyü, Horozlar alanı, ormanları, dağ ve yaylaları– bir arada barındıran yerleşim yerinde pek çok spor ve etkinlik yapabilir.
7-6-2- Köyceğiz Gölü;
Köyceğiz Gölü, gel- git olaylarının yoğun görüldüğü, 1758 km2.genişliğinde, denizden 10-12 m. yükseklikteki tatlı su gölüdür.
Sazlıklarla kaplı doğal bir kanalla Akdeniz’e bağlanan gölde özellikle lezzetli levrek, çupura, kefal, sazan ve pisi balıklarını avlamak mümkündür.
Ekincik Koyu, Kulak Mesire Yeri, Ağla Yaylası ile pek çok doğal alan da ziyaret edilip keyifli zaman geçirilebilecek yerlerden bazılarıdır.
7-6-3- Köyceğiz- Dalyan- Kaunos- Caunos;
Kaunos, Köyceğiz Gölü ve Akdeniz arasındaki Dalyan Çayı- Calbis’in ortasında, Ölemez- İmbroz Dağı etekleri ile Sivrihisar, Balıklar dağları ve Kızıltepe tarafından çevrelenmektedir.
Deniz kıyısında, zamanla deltanın dolmasıyla kıyıdan uzaklaşan antik kent- Caunos, Dalyan, Ortaca, Köyceğiz denince ilk akla gelen denizin gölle birleştiği, gölün denize bağlandığı, kanalın denize döküldüğü eşsiz bir doğa harikası olmuştur.
Caunos, antik dönemin en önemli coğrafyacısı Strabon’a göre, deniz kıyısında önemli bir liman kenti iken zamanla yakınındaki Sülüklü Göl denilen alanın bataklığa dönüşmesiyle denizle bağlantısı kesilmiştir.
Kurulumu MÖ 10.yy.’a kadar gittiği belirlenen ve MÖ 4. yy.da Karca antik adı Kbid olan Kaunos kentinin halkı Herodotos’a göre Anadolulu insanlar ve baş tanrıları Basileus Kaunios idi.
Kaunosluların Girit’ten geldiklerine inandıklarına dair yazılı kaynaklar da bulunmaktadır.
Zamanla diğer Karia kentlerinde olduğu gibi Caunos’da da Karia, Girit, Pers, Rodos, Bergama, Roma ve Bizans hüküm sürmüştür.
İhracatı sayesinde zenginleşen Caunos’dan geriye kalan yazıtlara göre en önemli ticari ürünler başta incir- Cauneas İnciri, zeytin ve ürünleri, diyet yemeği tuzlu balık, gemi yapımı ve onarımı için vazgeçilmez reçine karasakız ile bugünkü İztuzu Kumsalı arkasındaki Tuz Gölü’nde tuzladan çıkarılarak göz hastalıkları için yapılan kremlerde kullanılan Caunos tuzu idi.
Limanı sayesinde ekonomik olarak gelişen kent, zamanla limandan uzaklaşıp karasallaştığı için ekonomisinde dalgalanmalar başlamış ve durum yönetimini de olumsuz etkilemiştir.
Karasallaştıktan sonra özellikle Roma döneminde İmparator Hadrian ticareti tekrar canlandırmak için gümrük düzenlemeleriyle gemicileri limanları kullanmaya teşvik amacıyla Gümrük Kararnamesi yaptırıp Liman agorasının çeşme binasının batı dış kapısına astırmıştır. Kararnameyle merhem yapımında kullanılan Caunos tuzu hariç diğer ürünlerdeki vergileri indirmiş vergi farkını da Caunoslular tarafından karşılatmıştır.
Caunos’un sadece ticari olarak değil dini öneme de sahip olduğu yaklaşık 167 adet farklı nitelik ve nicelikteki Kaya mezarı ve belgelerden anlaşılmaktadır. Bu belgeler ve mezarlar kentin ekonomik, sosyo- kültürel, dini, idari yönü hakkında da bilgi vermektedir.
Tüm bu bilgilere dayanarak Likya ve Karia sınırındaki Caunos, bağımsız ve güçlü bir ekonomiye sahip yerleşim yeri olarak kendi parasını basmış, kendine ait dile sahip olmuş önemli bir Karia kentidir.
Strabon ile Herodot’a göre Caunos, limanını uygun gördüğüne kapatarak çevre kentlere yaptırım uygulayacak kadar güçlü bir idaresi bulunmaktaydı.
Halen Karetta – karettalarıyla ünlü Dalyan, İztuzu plajı, çamur banyosu ve Caunos antik kentiyle her yıl binlerce ziyaretçiyi bölgeye çekmektedir.
Antik Karia bölgesinin en önemli ticaret limanlarından biri olan Caunos, MÖ 4.yy. aşağı şehir ve akropol- yukarı şehirden ibaret olan bölgede önemine uygun olarak çok sayıda antik kalıntı– bazıları tapınak cepheli 7 farklı gruba ayrılan 167 anıtsal kaya mezar, Likçe, Grekçe, Aramice yazıtlar, surlar, hamam, akropol, tiyatro, tapınaklar, Karia kentlerinde görülen liman üzerindeki bugün Sülüklü Göl civarındaki staolar vb.- halen hayranlık uyandırmaktadır.
Ayrıca Köyceğiz civarında kaplıcalar da oldukça önemli doğal mekanlardır.
7-6- 4- Köyceğiz- Girme- Girmeler Kaplıcası;
Girme ya da Gençlik Suyu kaplıcaları olarak bilinen kaplıca, sağlık turizmi açısından oldukça önemlidir.
Yaşlıların hormon tedavisinde de kullanılan kaplıcanın suyu, radyoaktivitesi çok yüksek olduğu için Gençlik suyu olarak da adlandırılmaktadır.
Sıcaklığı 40 C olan kaplıcanın iki havuzu bulunmaktadır.
Bölgedeki diğer bir kaynağının suları da mide, böbrek, bağırsak hastalıklarına iyi gelmektedir.
Dalyan Köyü yakınlarında bir diğer kaplıcanın suyu da kelliğe iyi geldiğinden bir başka adla Kel Girme adıyla da anılmaktadır.
Kelliğin yanında deri hatalıklarına da kaplıcanın suyu iyi gelmektedir.
7-7- 1- Marmaris;
Marmaris’in tarihi MÖ 12 binyıllarına kadar gitmektedir. Bu döneme ait Bedir Adası- Nimara Mağarası’nda yapılan araştırmalarda bazı alet ve materyaller ortaya çıkarılmıştır.
Kentin yakınındaki pek çok uygarlığın yerleşim yeri Fiskos liman kentinin tarihi de MÖ 3400 yıllarına uzandığı saptanmıştır.
Antik adı Karya dilinde Doğa Kenti- Pricus- Phyckos- Fiskas olan kent ve çevresinde doğal özellikleri- elverişli iklimi, denize yakınlığı, limanları, adalara ulaşımı vb. – Anadolu’nun pek çok uygarlık- Karia, Rodos ve Ege ada uygarlıkları, Mısır, Asur, İon, Pers, Makedon, Suriye, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı- için cazip bir yerleşim olmuştur.
Günümüz de de Marmaris tarihi, iklimi, doğası, koyları, doğal yat limanları –Netsel Marina, Belediye Rıhtımı, Albatros Marina, Akdeniz Martı Marina, Karacasöğüt Martı Marina- dalışmerkezleriile çok güzel bir tatil beldesidir.
Marmaris yakınlarında özellikle Söğüt Köyü- Adası, Fenaket, Değirmen, Nimera- Günnücek, Cennet, Zeytinli Adaları, Boyacı, Yalancı Boğazı, Sarandasa, Bozburun, Selime, Kaygıseki, Kızılağaç, Kızılyer, Bayırköy, Taşlıca doğal, muhteşem kumlu ve manzaralı, eşsiz denizin keyfinin çıkarılacağı sahilleri, eşsiz koyları, kumlu uzun plajları– Çamlık iskelesi, Boncuk Koyu, Sedir Adası, Okluk, Kumbükü, Turgut, Orhaniye- Kızkumu, Selimiye, Hisarönü, Bördübet koyları, Çubucak ve İnbükü Orman Kampları, Bencik Limanı- ile son derece ilgi çekici doğal bir merkezdir.
Çok sayıda tarihi yapı ve yapıtın– kaleler, kuleler, tapınaklar, agoralar, tiyatrolar, heykeller, yapı kalıntıları, nekropoller, akropolis ve asklepionları, sur kalıntıları, mezar anıtları, burçlar vb.-bulunduğu antik kentleri– Physkos, Amos, Asartepe, Bozukkale- Loryma , Sedir Adası- Kedrai, Selimiye- Hydas, Hisarönü- Erine, Pazarlık- Castabus, Söğüt- Thyssanos, Bayır- Syrna Taşlıca-Phoenix, Euthenna, Bybassos, Karacasöğüt- Amnistos- son dönemlerde artan turizmciler sayesinde ilçeye yapılan pek çok tatil köyü, otel, motel, pansiyon, lokanta, bar, disco vb. yüzünden çok kalabalıklaşan Marmaris’te çarpık bir kentleşme de görülmektedir.
Marmaris ve Çevresindeki Tarihi Yapı ve Yapıtlar;
7- 7- 2- Marmaris Kalesi;
İon dönemi MÖ 1044 yılında yapıldığı düşünülen kale zaman zaman çeşitli onarımlar geçirse de Osmanlı zamanında Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1522-1577 yılında esaslı bir onarım geçirerek tekrar tasarlanmıştır.
Kemeraltı Mahallesi’ndeki kalede 18 oda, bir çeşme ve çeşitli kapalı alanlarda arkeolojik ve etnografik eserler sergilenmektedir.
Kalenin sarnıç kapısının sağ ve solunda iki mazgal dikkat çekmektedir.
7-7- 3- Marmaris- İbrahim Ağa Cami;
Üzeri büyük bir kubbeyle örtülü cami, İbrahim Ağa tarafından, 1789 yılında Kemeraltı Mahallesi’nde yaptırılmıştır.
7-7- 4- Marmaris- Kervansaray- Hafsa Sultan Kervansarayı;
Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Hatun adına 1545 yılında yaptırılmıştır.
Osmanlı dönemi mimari ve süsleme özelliklerine göre inşa edilen yapı, tüccarların eşyaları ve hayvanlarıyla konaklama amacıyla yapılmıştır.
Bugün kent merkezinde yer alan yapı turizm amaçlı kullanılmaktadır.
7-7- 5- Marmaris-Taşhan- Köprü;
Köprü ve kâgir kemerlerle örtülü Taşhan, Kanuni zamanında yapılmıştır.
Bu yapı gibi Marmaris’teki Osmanlı dönemi yapıtların çoğu 1523 yıllarında Kanuni’nin Rodos seferi sırasında inşa edilmişlerdir.
7-7- 6- Marmaris- Sedir- Kedreai Adası;
Keramos Körfezi kıyısında yer alan ve adı Türkler zamanında Şehiroğlu iken zamanla Sedir’e dönen, yaklaşık 800 m. kıyı uzunluğu ile dikkat çeken Kedreai Adası orta ve küçük ada ile birlikte üç adadan oluşmaktadır.
İki bölümden oluşan Sedir adasında tiyatro, kutsal alanlar, konutlar, liman ve çok sayıda resmi ve dini yapı surlarla çevriliyken doğusunda ana kara bölümünde de nekropol, liman ve sivil yapılar bulunmaktadır.
Bir zamanlar MÖ 2. yy. da Rhodos’un mülkü sayılan Sedir Adası, MÖ 5. yy. da Delos konfederasyonuna bağlı Kedreai Birliği’ne vergi ödemekteydi.
Daha sonra Karya kökenli, Apollon’a tapınan Kedreailer, MÖ 404 yılında Peleponnes Savaşı sırasında Atina’nın yanında yer aldıkları gerekçesiyle Spartalı komutan Lysandros tarafından köle tacirlerine satıldıkları tarihi kaynaklarda yazmaktadır.
Günümüzde adada yer alan tarihi kalıntıların çoğu sonraki uygarlıklara özellikle Bizans dönemine aittir.
11. yy. da Türklerle tanışan ada 15. yy. da Osmanlı toprağı olmuştur.
Adada görülen önemli tarihi yapılar 2500 kişilik Roma ve Bizans döneminde kullanılan Helenistik tarzda Rhodos’un üç büyük tiyatrosundan kabul edilen büyük tiyatro, MÖ 2 ve MÖ 1. yy. içinde bir yazıtta bulunan Apollon Kutsal Alanı ve Kültü, MÖ 4. yy. surlar, agora ve Hıristiyanlık dönemine ait büyük bazilika ile 11- 12. yy. Kıstak Kilisesi olarak sıralanabilir.
7-8-1- Gökova- Akbük- Akyaka;
Muğla’nın yaklaşık 20- 25 km. uzaklığındaki Akyaka, 1980’li yılların sonuna kadar pek bilinmeyen sesiz sakin bir belde iken sonradan turizmin gelişmesi ve Ağa Han Mimarlık ödülünü alan Nail Çakırhan Evi’nin burada olması yerleşim yerinin hareketlenmesini sağlamıştır.
Akyaka doğal güzelliği hala devam etse de eskiye oranla daha kalabalık bir yerleşim yeri haline geldiği görülmektedir.
Ayrıca kentin girişindeki Karia kaya mezarları, Torosların soğuk suyundan beslenen ve çeşitli cilt hastalıklarına iyi gelen Azmak Çayı ile tanınan yerleşim yerine çok sayıda turistik tesis açılarak her yıl artan sayıdaki ziyaretçileri ağırlamaktadır.
Çaydan kalkan teknelerle Gökova Körfezi’ne tekne turları da yapmak mümkündür.
Gökova ve çevresinde tekneyle gidilen mağaralar ve ünlü Sedir Adası bir zamanlar Rodosluların egemenliğinde idi.
Dünyada yalnız 15 yerde bulunan ve Türkiye’de de deniz suyundaki karbondioksitin etkisiyle yüzyıllar boyunca oluşabilen kumları sadece burada görmek mümkündür.
Bu yüzden adadan kum almak yasaklanarak bölge hem arkeolojik hem de doğal sit alanı ilan edilmiştir.
Kleopatra’da kumları yüzünden buraya denize girmeye gelirmiş ve bugün onun adına ithafen Kedreai -Kleopatra plajı bulunmaktadır.
Ayrıca Roma ve Bizans döneminde önemli bir kent olan Kedreai’nın tiyatrosu ile üç silindir sunaktan biri yılan kabartmalı olan Apollon Pythios’a adanmıştır.
Bunun yanında burada Dor tapınağı ve diğer antik kalıntıları da görmek mümkündür.
Adadaki diğer koylar; Okluk Koyu, İngiliz Limanı, İncekum, Çınar, Çamlı koyları, Soğuksu vb. yerleri de gezip görmek son derece keyiflidir.
Kente 50 km. uzaklığındaki Akbük tam bir doğa efsanesi Gökova Körfezi’nin en güzel doğal turizm cennetlerinden biridir. Her yıl çok sayıda insanı bölgeye çeken mekânları umarım daha fazla bozmadan gelecek nesillerin de görmesini sağlayabiliriz.
Muğla çevresinde gezilip görülmesi gereken yerler; Lykia uygarlığının önemli kentlerinden Tlos, Minare Köyü- Pınara, Letoon, Patara antik kentlerini ve Karanlıkdere ve Saklıkent Kanyonu, 1700 m. yükseklikteki doğa harikası Girdev Yayla ve Gölet’ini de içine alan Seydikemer olarak sayılabilir.
7-9-1- Muğla- Mylasa- Milas;
Karya Kralı MÖ 377- MÖ 353 Mausolos’un doğum yeri olan Milas’ta ilk yerleşimin MÖ 3000 yıllarında kadar gittiği yapılan araştırmalardan anlaşılsa da o dönemlerden geriye fazla kalıntı bulunmaktadır.
Daha sonra özellikle MÖ 1150-MÖ 547 Karya dönemine ait Zeus tapınağının Mylassa’da olması kentin Karya’nın ilk başkenti ve bölgenin dini merkezi olduğunu düşündürmektedir.
Milas ören yerinde halen terk edilmiş gibi görülen arazide Uzunyuva tapınak alanı içindeki Zeus Tapınağı, Beçin Kalesi, Baltalı Kapı, su kemerleri, küçük bir Mozeleum kabul edilen Gümüşkesen mezar anıtı antik kentin bir zamanlar ki görkeminin işaretleri olarak kabul edilmektedir.
Perslerin bir süre hüküm sürdüğü Milas daha sonra Büyük İskender tarafından da ele geçirilmiş ardından da Romalıların yönetimine girmiştir. Roma’nın ikiye ayrılmasıyla bir Bizans kenti olan Milas, 1071 den sonra Türk egemenliğine girmiştir.
Bizans’ın elinden kenti alan Menteşe Bey, Milas’ı beylik merkezi ve başkent yapmıştır.
Günümüzde de Milas, halılarının yanında anıtları, eski evleri sokakları, kıyı kentlere yakınlığı, iklimi, ticareti, pazarları vb. ile bugün de bölgenin önemli yerleşim yerlerinden biridir.
Milas ve Çevresindeki Tarihi Yapı ve Yapıtlar;
Milas kent merkezinde genellikle Türk- İslam dönemine ait yapıtlar ayakta kalabilmiştir.
Milas merkezde Hacı İlyas Bey, Belen, Firuzbey, Kurşunlu camileri dönem özelliklerini gösteren yapılar olarak halen ayaktadır.
Milas’ta yine Türk- İslam döneminde yapılmış pek çok han- Çöllü- Çöllüoğlu, Yanık, Sünnetçi, Çaput hanları- kent merkezine yakın olarak bulunmaktadır.
7-9-2- Milas- Gümüşkesen Mezar Anıtı;
Kentin üst düzey bir yöneticisi ve ailesine ait olan antik anıt, Sodra Dağı eteğindeki nekropol- mezarlıkta düz bir platforma dağın gri damarlı dörtgen mermerinden yapılmıştır.
Üç bölümlü- mezar odası, dinsel törenin yapıldığı sütunlu alan ve çatı- anıtın tek girişi batı yönündedir.
Anıt sahip olduğu ayaklar, sütunlar, akanthus yapraklı, bitkisel ve geometrik süsleme, kabartma ve nakışlar, kesitler, yivli çıkıntılar, levhalar, köşegenler, ahşaplar, oluklar, işçiliği vb. ile son derece ilgi çekici bir tarihi yapıdır.
7-9-3- Milas- Myus- Avşar Kalesi;
Milas- Söke yolunda yer alan antik kent hakkında bilgiler oldukça eksik olmasına karşın, önemli bir Karia yerleşkesi olduğu kalıntılardan anlaşılmaktadır.
7-9-4- Milas- Bafa- Çamiçi Gölü;
Milas’a yakın Beşparmaklar- Latmos dağının eteğindeki Bafa Gölü çevredeki köylerin tarihini antik dönemlere kadar çekmekte ve burada binlerce yıldır insanların var olmasını sağlamaktadır.
MÖ 4. yy.a kadar Ege Denizi’nin bir parçası iken Büyük Menderes’in alüvyonlarıyla bugün oldukça içeride kalan ama halen Eğe Bölgesi’nin en büyük gölü, içinde beş adayı barındıran Bafa, 60 km2. alanı kaplamaktadır.
Denizden 2 m. yükseklikte doğal set gölü Bafa’nın en derin yeri 21 m.dir.
Tatlı suyundaki balıkların çeşitliliği –levrek, sazan, çipura, kefal vb.– ve etrafına verdiği doğal denge sayesinde Bafa, 1994 yılında tabiatı koruma alanı ilan edilse de zamanla sularının kirlenmesi, azalması gölü ve çevresini önemli ölçüde sıkıntıya sokmuştur. Halen temizlik ve destek çalışmaları devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
Beşparmak- Latmos Dağı, önceleri ay tanrısının yeri sonradan Zeus’un evi kabul edilerek insanların yaşamında kutsal bir önemi olmuştur.
Hıristiyanlık döneminde de dağ, Aziz Paulos’un inzivaya çekildiği bir yer olduğu için 10. yy. da hac merkezi olarak Hıristiyanları bölgeye ve dağa çekmiştir.
Kurudere- Beşparmak mağaraları -MÖ 8. yy. ile 4.bin yıl arasındaki resimler, Beşparmaklar- Çörlen Kalesi, Pantakrator Mağarası, Stylos Manastırı bölgedeki önemli tarihi yerlerin başında gelmektedir.
7- 9-5- Milas- Gölyaka Köyü- Yediler Manastırı;
Büyük, görkemli bir şatoya benzeyen manastıra, Gölyaka Köyü’nde zeytin ağaçları arasından yürüyerek 1,5- 2 saatte ulaşılabiliyor.
Bölgedeki Hıristiyanların yaşadıkları sürece kullandıkları manastırın fresklerini yakından görmek zorlu yürüyüşe değmektedir.
7- 9-6- Milas- Latmos- Herakleia- Bafa-Kapıkırı;
Milas’a 40 km. uzaklıktaki Kapıkırı Köyü’nde bulunan Herakleia,antik dönemlerde Ege Denizi’nin uzantısı Latmos Körfezi’nin bir çıkıntısı konumdaydı.
Helen tanrıçası Lada’dan adını ve mitolojik kahraman Herakles’ten tanrısal gücünü alan Herakleia – Latmos Herakleia, MÖ 3.yy.da Karyalı Ptolemaios sülalesi tarafından yönetildiği dönemde oldukça gelişmiştir.
Daha sonra özellikle Roma döneminde de bağımsız olması yerleşim yerinin önemini ortaya koysa da kent en parlak zamanını Helenistik dönemde yaşamıştır.
Hıristiyanlığın bölgede yayılmasından sonra özellikle 7 ve 9. yy. arasında piskoposluk merkezi ve önemli bir liman kenti olan Latmos Herakleia, zamanla alüvyonlarla kentin ve Bafa Gölü’nün denizle bağlantısı kesildiği için eski parlak günlerini yitirmeye başlamıştır.
Halen ayakta kalan kalıntılardan bazıları; Kral Mausolos tarafından yaptırılan MÖ 4. yy. ait surlar, MÖ 287 yılında, İskender’in generallerinden Lysimachos tarafından 65 burçla genişletilerek 6.5 km., uzunluğa ulaştırılmıştır.
Paleolitik ve neolitik döneme ait 170 adet kırmızı aşı boyalı, sarı ve beyaz renkli av ve günlük yaşamdan sahneler ile kadın, erkek, hayvan figürlerin yer aldığı kaya resimleri, limanın arkasında MÖ 3. yy. Dor mimarisinde Athena Tapınağı, MÖ 2. yy. dörtgen planlı, Bouleuterion- Meclis binası, 18x 28 m.lik alanıyla Geç Helenistik veya erken Roma dönemi tiyatrosu ve Endymion kutsal alanı, iki katlı, 130 x 60 m. boyutunda, dükkân ve galerilerin bulunduğu agora binası, kayalara oyulmuş kapak taşlı ve anıtsal odalarıyla mezarlara sahip nekropolis, Karia tarzı mezarları, 7. yy. kilise ve manastırla beraber son derece ilgi çekici antik bir yerleşkedir.
7-9-7- Milas- Saint Paulos Manastırı;
Ormanlık alandan yürüyerek gidilebilen Arapavlusu’undaki manastır kalıntıları halen görülebilmektedir.
St. Paulos, burada sadece bitki kökleri ve palamutlar yiyerek uzun yıllar yaşadığı için sonradan burası Hıristiyanlar tarafından kutsal kabul edilmiş ve yapıya eklemeler yapılarak inananlar tarafından sık ziyaret edilmiştir.
Manastırın süsleme ve freskleri zaman içinde zarar görse de halen eski güzelliğinin izleri seçilebilmektedir.
7-9-8- Milas- Beçin- Berçin ve Kalesi;
Milas’a 5 km. uzaklıktaki Beçin antik kentinde Roma, Bizans, Menteşeoğulları ve Osmanlılar tarafından kullanılan önemli bir yerleşim yeri idi.
Beçin, içinde barındırdığı tarihi değerli yapı ve yapıtlara dayanarak 2012 yılında, UNESCO tarafından Dünya Mirası Geçici Listesine alınmıştır.
Tarihi metinlerde Barçın ya da Berçin olarak da adlandırılan ve tam olarak ne zaman kurulduğu bilinmeyen yerleşim yeri, en parlak dönemini Ahmet Gazi zamanında yaşadığı yine metinlerde yer alan bilgilerdendir.
Beçin Kenti, kale ve bunun güneyindeki bir surun çevrelediği alanı kapsamaktadır.
Bizans zamanında inşa edilen kalenin içinde pek çok mabet kalıntısı ve kilise bulunmaktadır.
Osmanlı döneminde bu tarihi yapılara bir de cami eklenmiştir.
Kale girişinde sonradan aslan kabartmalarıyla süslenmiş iki çeşme ve bir de türbe görülmektedir.
Kaleden kente doğru inen düzlükte yer alan Ahmet Gazi tarafından yaptırılan medrese, bir kayalığa yaslanmış olan kubbeli çeşme, Orhan Beyin yaptırdığı cami, Kızılhan ve hazirede iki türbe, Karapaşa Hanı, hamam, Emir Avlusu, Orman Tekkesi 19. yy.da Rumların yaptırdığıbazilika tarzındaki Yeni Kilse, Yelli Cami, medresesi ve hamamı, surları vb. çok sayıda kalıntılar görülmektedir.
1424 yılında, Osmanlı yönetimine geçen Beçin, eski güzel günlerini yitirmeye başlamıştır.
17. yy.da Anadolu’da baş gösteren Celali isyanları sırasında halk İç Kale’yi korunak olarak seçmiştir.
Daha sonra Beçin’de kale de halkla beraber 1950’li yıllarda terk edilmiştir.
7- 9- 9- Milas- Labranda- Labraunda -Lambraunda- Kocayayla;
Milas’a 14 km. uzaklıkta denizin yaklaşık 100 m. yukarısında, antik Karya bölgesinin kült merkezi Labranda yer alır. Erken tunç çağı, MÖ 7.ve 6. yy. Labranda’da Milas’ın kutsal tanrısı çift baltalı Zeus Labraundos- Labrayandüs için bir mabed yapılmıştır. Çift baltalı Zeus Labraundos kültünün kökeninin su kaynağı ve tapınak terasındaki büyük bir kayaya dayandığı düşünülmektedir. Milas’tan başlayarak halkın at üstünde ya da yürüyerek geçtiği 8 m. genişlikteki taş kaplamalı kutsal yol ile ulaşılan kutsal alan küçük bir tapınak, terası ve çınar ağaçlı koruluktan oluştuğu düşünülmektedir.
Rahipler ve aileleri, tapınak görevlileri, köleler, hizmetçiler, başta zeytin ve tarım ürünleri yetiştiren çiftçiler, işçiler dışında yaşayanların olmadığı kutsal alana askeri kamp kurmak, yapılar inşa etmek, binalardan hayvan sürüleri toplamak yasaktı.
Yıldırımla ikiye ayrılan büyük bir kayadan –bunu tanrıların yaptığı düşüncesiyle– dolayı kutsal kabul edilen alanda her yıl beş gün süren kutlamalar yapılırdı. Kutlamalarda atletleriyle müzisyenler de hazır bulunurdu. Zeus’a adamak için hayvanları ve yiyecekleriyle binlerce kişinin katıldığı dini bayramlar, kutlamaların birinde MÖ 355 Karya’yı yöneten Hekatomnosların gözdesi Labranda’da Mausolos’un bir suikastan kıl payı kurtarıldığı yine kaynaklarda ulaşılan bilgilerdendir.
Bölgeyi ele geçiren Perslere karşı MÖ 497 direnen Miletoslulara katılan Karyalıların yenilgisi büyük olmuş daha sonra bölgeyi bir hanedan yönetmeye başlamıştır.
MÖ 4. yy. da özellikle Hekatomnid ailesinden Karya Satrabı MÖ 377- MÖ 352 Labranda’yı aile kutsal alanına çevirmiş.
Yapılan kazı çalışmalarıyla Kral Mausolos ve kardeşi MÖ 351- MÖ 344 İdrieus -İdrus’un yaptırdığı düşünülen bazı yapılar- şölen evleri, anıtsal merdivenler, rahip evleri, tapınak bulunmaktadır. Tapınağın güneyinde çeşitli yükseklikte aralarındaki açıklıklardan girilebilen Dor ve İyon sütunlarla çevrilidir. Burada görkemli ve mermerden İdrieus -İdrus tarafından yaptırılan andron– kurbanların yenildiği, bolca şarabın tüketildiği, yaklaşık 200 önemli kişinin yemek yediği yemek salonu- erkek salonu bulunmaktadır. Ayrıca tapınağa benzeyen, önündeki iki İyon sütunun arasındaki aralıktan girilerek mermer cepheli, görkemli Mausolos andonu yer altındadır.
Yarışların yapıldığı kuzey ve güney stoalar, tapınağın batısı ve arkasında, 13m. mermer cephesindeki 4 Dor sütunun arasından 4 kapıyla girilen iki odalı Oikol yapısı vardır.
Mermerden 10.53×11.45 m. boyutlarında, yan duvarlarındaki 5.40 m. yükseklikteki İyon sütunları ile dikkat çeken, üç kapı aralıklı, MÖ 203 yılında Kral III. Antiokhos’un naibi Zeuksis’in orduya kutsal alanda uygun davranmalarını emreden mermer yazıtında bulunduğu güney propylon- anıtsal giriş, dörtgen dorik yapı ile tipik Roma mimari eseri, süslemeli, mermer ve üç bölümden- sıcak, ılık ve soğuk- oluşan Roma hamamları dikkat çekmektedir.
Bunların yanında yapıların tapınağı çevreleyen en eskilerinden pınar çeşmeleri, mezarlar, Kutsal Yol, Akropolis Kalesi ve diğer beş bağımsız kalenin antik kalıntılar ortaya çıkarılmıştır.
Helenistik dönemde MÖ 3. ve MÖ 1. yy. da kutsal alana sadece bir çeşme MS 1. ve 2.yy. da kuzey stao yeniden inşa edilerek iki hamamın da eklendiği yapılan çalışmalaradan anlaşılmaktadır.
MS 4. yy. da doğu propylon- anıtsal girişin yakınına doğu kilisesi inşa edilmiştir.
7-9-10- Milas- Euromos- Ayaklı;
Milas’a 12 km. uzaklıkta, Kızılbayır Dağ eteklerinde, Yunanca “Güzel, Güçlü” anlamlarına gelen Euromos adlı Karia kentinden günümüze kalan Roma dönemi, Karialı Tanrı Zeus Lepsinosa için yaptırılan, batı Anadolu’nun en önemli ve iyi korunan tapınağı kabul edilen Ayaklı Zeus mabedidir.
12 adet Korint tarzda ayağı bulunan mabedin sütunlarının üzerilerinde sütunları mabede armağan eden kişilerin adları yazılmıştır.
Bunun yanında antik yerleşim yerinde nispeten yıkık durumda bulunan tiyatro, nekropoller, agora, hamam, şapel ve kent surları da bulunmaktadır.
Bölgede yapılan kazılarda Milas- Mylasa’ya bağlı kentin bazı dönemlerde bağımsız yönetildiği ve özellikle MÖ Attika Delos Birliği’ne bağlı bir yerleşim yeri olduğu saptanmıştır.
Daha sonra Büyük İskender, Makedon, Mısır ve Suriye Kralları arasında el değiştiren kent,
MÖ 201-196 arasında Makedonya Kralı 5. Philippos’un yönetimi altındayken Philippoi olarak da anılmıştır.
MÖ 188 yılında, Apameia Anlaşmasıyla Euromos da pek çok Karya kenti gibi Rodoslulara devredilmiştir.
Roma döneminde gelişen ve tekrar bağımsızlık kazanan kent ve Bizans zamanında Milas- Mylasa piskoposluk merkezi olan Euromos bu dönemin sonuna kadar sürekli bir yerleşim yeri olarak süregelmiştir.
7-9-11- Milas- Damlıboğaz- Hydia- Su;
Milas yakınlarında Sarıçay Vadisi, Sodra Dağı- Kaletepesi civarındaki Karia Antik Kenti Hydia, Yunanca ‘Su’ anlamına gelmektedir.
Anadolu’da ve bölgede bulunan çok sayıda geometrik, geç geometrik, erken ve geç oryantalist tarzdaki çanak çömlek malzemelerin -kaplar, hamur, form ve bezemeler- tarihte ilk kez Karia döneminde kullanıldığı kazılarla ortaya çıkarılmıştır.
Bu tarz kap ve malzemelere başta- oinokhoe, amphoriskos, olpe, lekythos, krater, skyphos, kotyle, kyliks, tabak, meyvelik, pyksis ve fincan formlarına- kentin yakınlarda diğer antik yerleşimlerde de– Beçin, Euromos, Labraunda, Yatağan, Attika, Adalar ve Güney Ionia– rastlanmaktadır.
Sanat tarzı, malzemeleri, yapılış biçimleri vb. Anadolu tarihi açısından değerli buluntular Hydia antik kentinin tarihsel önemini arttırmaktadır.
7-9-12- Milas- İasos -Kuren;
Milas’ın dört önemli antik kentinden biri İasos, Milas’a 26-28 km. uzaklıkta, eski bir yarımada üzerinde Güllük Körfezi, Mandalya Koyu, Kıyıkışlacık Köyü’nde zeytin ağaçlarının denize kavuştuğu yerde bulunmaktadır.
Tarihi MÖ 3000- MÖ 2000 orta tunç çağı- yıllarına kadar giden İasos -Kuren Antik Kenti antik dönemde uygarlıkların beşiği olmuştur. Çünkü tarih boyunca İasos’un kıyıları da diğer Yunan Adaları ve Ege kıyılarındanki yerleşim yerleri gibi deniz-liman- yoluyla sadece ticarete değil insan akınlarıyla kıyılar arasında kültür vb. alışverişinin de temelini oluşturmuş.
Strabo, İasos’untoprağının engebeli, bereketsiz ve tarıma elverişli olmadığı söylemektedir. Ancak çeşitli tür ve boyutta zeytin, zeytinyağı, şarap ve amforalar ile girintili çıkıntılı limanlarında ticaret ve balıkçılık çok gelişmiştir.
Ayrıca yöreye has, kırmızı-pembe damarlı yüksek kaliteli mermerleri ilk çağlardan beri yerli halk tarafından gerek ihtiyaç gerekse ticari amaçla kullanılmıştır.
Hıristiyanlıkla beraber kilise yapımınada da bu mermerlerin kullanıldığı hatta Ayasofya’ya da getirildiği bilinmektedir.
Tarihi çok eskilere gitse de günümüze gelebilmiş yapı yapıtların çoğu –107×87 m. açık alanı olan erken dönem veBizans’a ait agoralar, balık pazarları, staolar- antik Yunan döneminde, satış yapılan sokak ya da Agoralarda üstü kapalı, sütunlu galeriler– bulunmaktadır. Bu staolar 2. yy.da halkın alışverişi için de yaygınlaşmıştır.Ayrıca staolardan birinin metal işi için kullanılması buna bağlı 6 ticari işletme olduğunu ortaya koymuştur. Bouleuterion- meclis binası, tiyatro, akropol, mozaikli ev, Artemis Tapınağı, MÖ 4.yy. Helenistik dönem büyük sur, su kemerleri, Megistos Tapınağı, Zeus Tapınağı, hamam, MÖ 4.-2. yy. Helenistik nekropol, mendirek, fener, 10×3 ölçülerinde mezarlar ve balık pazarı olarak adlandırılan etrafı portikoyla- revak- çevrili 40×48 ölçüsünde mozele- anıt mezar ve yapılardaki mozaikler- Roma dönemine aittir.Kalıntılar, Roma dönemi zenginliği ve görkeminin yansıması kabul edilmektedir.
Tüm bu eşsiz ve zengin yapılar kentin tüccarlarının kente maddi yatırım yaptıklarının kanıtı sayılmaktadır.
Ayrıca Milas- Sarıkemer- Avşar Köyü’nde bulunan Myus Antik Kenti bereketli bölgeye hayat veren Menderes Nehri kıyısına kurulmuştur.
Ancak zaman zaman bölgede salgın olan sıtma yüzünden MÖ1000yılında halk kenti terk ederek Miletos’a taşındıkları yapılan araştırmalarla ortaya çıkarılmıştır.
7-10-1- İdyma- Kozlukuyu;
Gökova- Kozlukuyu Köyü yakınlarında yer alan Küçük Asartepesi’ndeki antik yerleşke, dağlık konumu nedeniyle korsanlardan uzun yıllar korunabilmiştir.
7-11-1- Ören- Keremos;
Adını, Diyanisos ile Ariadne’nin oğlu ve çömlekçilik sanatının kurucusu kabul edilenKeramos’tan alan antik kent, halen antik taşarla döşeli sokakları, İon ve Korinth sütünlu tapınakları, sur duvarları ve lahitleriyle son derece önemli tarihi ve turistik bir merkezdir.
7-12- 1-Yatağan- Lagina- Leyne;
Büyük Menderes ile Dalama Çayı arasında kalan bölge son derece bereketli topraklarda Yatağan, Turgut- Leyne- Kasabası, Kapıtaş’ta yer alan Lagina, önceleri Koronza Karya antik kentinin dini merkezi idi.
Karyanın en önemli kült merkezlerindenLagina- Leyne ve bölgenin yönetim merkezi Stranoikeia’nın tarihi MÖ 3000 orta tunç çağına kadar gittiği yapılan araştırmalarla ortaya konulmuştur.
Lagina yakınında Yarbaşı mevkiinde mezarların da orta tunç çağına ait olduğu kazı çalışmalarıyla anlaşılmıştır.
Daha sonra yerleşim yerine ait ilk buluntuların MÖ1200- MÖ 1150- MÖ 1050 Submiken Dönemi’ne ait olduğu belirlenmiştir.
Lagina antik kenti ve civarında özellikle MÖ 8. yy. dan başlayan küçük yerleşimlerin sayısının arttığı ve yakın zamana kadar sürekli bir yerleşimin olduğu yine arkeolojik araştırmalarla belirlenmiştir.
Yerleşimcilerin artan sayısına paralel olarak bölge aldığı göçlerle de gelişmeye başlamış ve başta Lagina, Stranoikeia olmak üzere ve pek çok yere anıtsal yapılar ve kutsal alanlar inşa edilmiştir. Lagina’daki en bilinen kutsal alan Hekate Kutsal Alanı’na yine kutsal sayılan 2 m. yükseklikteki duvarlarla- peribolos çevrilidir.
Duvarların ardında da apsise sahip staoya büyük anıtsal bir kapı –propylon ile girilmekteydi. Buradan da taş döşeli kutsal yolla kurbanların kesildiği on adet merdiveni olan altara ulaşılmaktaydı.
Tanrıça Hekate Tapınağı, korint başlıklı 8×11 tek sıra attik İon sütunlu platforma oturtulan Korinth düzenindeki tapınak kutsal alanın tam ortasında yer almaktaydı.
Tapınağın pek çok kısım- sataosı, temeli, 3 giriş kapısı- ile dorik sütunlar arasında yer alan tanrıçanın heykeli net bir şekilde görülebilmekteydi.
Tapınağın dış cephelerinden; doğusunu Zeus’un doğumu ve yaşamı vb. frizleri, kuzeyini Amazonlar ile Grekler arasındaki barış ve dostluk anılar– Hekate dostluğun onuruna yere kutsal içki döker vb.- frizleri, batısını Gigontomakhia- Tanrılar ile Gigantlar arasındaki savaş– Hekate’nin bu savaşta elindeki meşaleyi bir silah gibi kullanır- frizleri, güneyindeki frizler tam seçilemez ama Karialı tanrıları ve onların simgeleri olan kentler olduğu varsayılmaktadır.
Kentliler, kutsal alana getirdikleri kurbanları keserler, etlerini dağıtırlar ve iç organlarını yakarak tapınak görevlilerinin çıkan dumanları yorumlamasını isterlerdi.
Lagina, Karia kökenli Tanrıça Hekate’ye adanan kutsal bir alan olması nedeniyle Hekate’ nin diğer tanrı ve tanrıçalardan çeşitli açılardan farkı- kavşakların, sihrin, falcıların, kötü kaderin, avcıların, kadınların, yer, gök, ay ve denizlerin koruyucu– vardı.
Dolunay günlerinde çörek, balık, yumurta ve çeşitli yiyecekler bırakılan Tanrıça Hekate, elinde yer altı dünyası tanrısı- Hades’in anahtarını bulundurmaktaydı.
Büyücü yanı da olan Tanrıça Hekate istediklerine cin, hortlak göndererek onları korkutur ya da istediklerini tüm kötülüklerden koruduğuna inanılırdı.
Lagina kutsal alanı ve Hekate Tapınağı değişik dönemlerde farklı uygarlıklar arasında el değiştirdiği için yerleşim yeri oldukça zarar görmüştür.
MÖ 281 yılında Suriye- Seleukus Kralı I. Antiochos tarafından karısı Stranoikeia için dini merkez Lagina’ya 9.5-12 km. uzaklıktaki yeni kimlik ve yeni adla canlandırılan Stranoikeia kentini siyasi merkez yapmıştır.
Daha sonraki Seleukus kralları da Lagina, Stranoikeia, MÖ 5.yy. kurulan Koranza, Bargilia ve diğer yerleşim yerlerinden imar çalışmalarını arttırarak devam ettirmişlerdir.
Lagina sahip olduğu demosluk hakkı ile dini merkez önemini hep korumuştur.
Lagina’da ve Stratonikeia bouleuterionu duvarlarında halen mevcut olan yazıtlardan öğrendiğimize göre, bu iki kent birbirlerine kutsal bir yol ile bağlanmış ve bu iki merkez arasındaki gizli geçitler de arkeolojik kazılarda saptanmıştır.
MÖ 205 yılında Makedonya Kralı Philip, Lagina’yı, Stranoikeia Kenti ve diğer demoslarla birlikte ele geçirse de kentler kendisine fidye ödeyip bağımsızlıklarını geri almışlardır.
MÖ 197 yılında bölgeyle beraber Lagina’nın da Rodos hâkimiyetine girdiğini kentteki Hekate kültü ile Rodos Helios Rahipleri’ne ait kitabeden “Stratonikeia’nın kendilerine Antiochos ve Seleukos tarafından verildiğini” anlaşılmaktadır.
MÖ 2. yy. ın 2. yarısında Stranoikeia ve dini merkezi Lagina’nın bölgede geniş bir alana hakim olduklarına dair bilgiler mevcuttur.
MÖ 189 yılında Roma döneminde Rodos ve Stratonikeia arasındaki yeni bir sınır anlaşmayla bu hakimiyet son bulmuş ve Lagina özgürlüğüne kavuşmuştur.
MÖ 167 yılında da Roma’nın Karia’daki tüm yerleşimleriyle beraber yeniden bağımsızlığını almıştır.
Karia bölgesi içindeki nüfuslu kentlerden Mylasa- Milas ve Stranoikeia arasında MÖ 143 yılındaki anlaşmada Roma senatosunun hakemlik yapması, MÖ 130 yılında da Roma’ya başkaldıran Bergama varisi Aristonikos Stranoikeia’ya sığınması yerleşim yerlerinin önemini ortaya koymaktadır.
MÖ 88 yılına gelindiğinde Romalılarla savaşan Pontus Kralı Mithridates Stranoikeia ve Lagina’yı işgal etse de kentler Romalılarla birlik olmuşlardır. Böylece Roma tarafından MÖ 81 yılında ödüllendirilerek Hydisos şehri ve topraklarını Stratonikeia’ya vermiş ve böylece kentlerin arazileri oldukça genişlemiştir.
MÖ 40 yılında Partlarla birleşen Romalı General Labianus Romalılara karşı açtığı mücadelede Stratonikeia’ya ele geçiremeyince Lagina Hekate Kutsal Alanı’nı yağmaladığı bilgilerine yazılı kaynaklardan ulaşılmaktadır.
Daha sonra Roma için çok önemli olan kentler içinde yer alan Lagina kutsal alanı ve heykelleri MÖ 27 yılında Roma İmparatoru Augustus’un bağışıyla onarım geçirdikleri bulunan kitabeden anlaşılmaktadır.
Roma’nın ardılı Bizans için de son derece ayrıcalıklı yere sahip Karia kentlerine tek tanrılı inanç, Hıristiyanlıkla beraber yeni yapılar –altar, kutsal alanın ortasına yapılan bazilika planlı kilise, papel vb.- eklenmiştir. Ancak 4. yy. sonra tekrar istila ve depremlerle tüm bu yapıların zarar gördüğü sikkelerden ve buluntulardan anlaşılmaktadır. Bizans döneminden sonra kentlerin önemini yitirdiği ve terk edildiği görülmektedir.
Zamanla yerleşim yerinin adı değişerek Leyne olmuştur.
1967 yılında başlatılan kazı çalışmaları halen devam etmekte ve kutsal alan ile kent hakkında çok sayıda belge ve bilginin ortaya çıkarılmasına devam edilmektedir.
7-12-2- Yatağan- Stratonikeia;
Yatağan’a 7 km. uzaklıkta, Hititler zamanında Atriya, arkaik ve klasik dönemde Khrysaoris, Idrias ve Hekatesia, Helenistik, Roma ve Doğu Roma -Bizans Dönemi’nde Stratonikeia ve Hadrianoupolis olarak adlandırılanyerleşim yerinin oldukça önemli olduğu arkeolojik kazılarla belirlenmiştir.
Mylasa-Milas’a komşu, Karia’nın en önemli antik kentlerinden, ticari, dini ve idari öneme sahip Stranoikeia aynı zamandaçevre halkıtarafından saygı duyulan bir toplanma merkeziydi.
Stranoikeia’nın dönemin kutsalalanlarıLagina ve Panamara ile de sürekli iletişim halinde ve birbirlerine bağlı oldukları bilinmektedir.
Starbon, kentin birbirinden güzel yapılarından bahsetmektedir.
Diğer kutsal alanlarda olduğu gibi burası da tiyatro, meclis binası, gymnasium, 3600 m. uzunluğunda surlar, gösterişli sütunlar, caddeler ve görkemli giriş kapısıyla kent tamamen mermerlerle döşenmişti.
Bronz çağdan beri kesintisiz yerleşimin sürdüğü kent, çok sayıda deprem ve saldırıya uğramasına karşın her seferinde tekrar onarılmış ve özellikle Helenistik dönemde Hippodomik- ızgara plan uygulanarak düzenli bir kent halini almıştır.
Değişik adları olan yerleşim yerine, MÖ 281 yılının ardından bir süre kentin yönetimini elinde tutan Seleukos Kralı I. Antiochos, önce üvey annesi, sonra karısı olan Stratonike atfen kente Stratonikeia demiştir.
Helenistik, Seleukos, Ptolemaios, Makedon, Rodos ve Roma arasında zaman zaman el değiştiren kente özellikle 2. yy. Roma döneminde gözde bir yerleşim yeri olarak çok sayıda yeni yapı eklenmiştir.
MÖ 205 yılında Makedonya Kralı Philip, Stranoikeia’yı ve bölgedeki diğer Karia kentlerini ele geçirmiş fakat fidye alarak bağımsızlıklarını geri vermiştir.
MÖ 197 yılında kent Rodos hâkimiyetine girdiği Rodos Helios Rahipleri’ne ait kitabesindeki “Stratonikeia’nın kendilerine Antiochos ve Seleukos tarafından verildiğini” yazısından anlaşılmaktadır.
MÖ 189 yılında Rodos ve Stratonikeia arasındaki yeni bir sınır anlaşmayla bu hakimiyet son bularak kentler- demoslar özgürlüğüne kavuşmuştur.
MÖ 167 yılına gelindiğinde de Roma’nın Karia’daki tüm yerleşimleri yeniden bağımsızlıklarını almıştır.
Karia bölgesi içindeki nüfuslu kentlerden Mylasa- Milas ve Stranoikeia arasında MÖ 143 yılındaki anlaşmada Roma senatosunun hakemlik yapması, MÖ 130 yılında da Roma’ya başkaldıran Bergama varisi Aristonikos Stranoikeia’ya sığınması bölgeyle beraber kentin önemini ortaya koymaktadır.
MÖ 2. yy. ın 2. yarısında Stranoikeia toprakları oldukça genişlediği yine kazılarda ele geçen buluntulardan anlaşılmaktadır.
MÖ 88 yılına gelindiğinde Romalılarla savaşan Pontus Kralı Mithridates Stranoikeia da işgal etse de kent Romalılarla birlik olup Pontuslulardan kurtulmuş ve MÖ 81 yılında Roma tarafından Hydisos şehriyle topraklarını Stratonikeia’ya vererek ödüllendirmiştir.
MÖ 40 yılında Partlarla birleşen Romalı General Labianus Romalılara karşı açtığı mücadelede Stratonikeia’ya saldırsa da kenti ele geçiremez ve Lagina Hekate Kutsal Alanı’nı yağmaladığı anlaşılmaktadır.
Daha sonra doğu Roma- Bizans döneminde de artan Hıristiyanlık inancı doğrultusunda Stratonikeia önemli bir piskoposluk merkezi olarak bölgedeki diğer kentler gibi Aphrodisias’a bağlanmıştır.
Kurulumundan beri sürekli gelişen kentin özellikle Roma ve Bizans zamanında ana ticaret yolları üzerinde olması nedeniyle öneminin arttığı, hayvan ve tarımsal ürünlerin ticaretini yaygınlaştırmasını sağlamıştır.
Kentin ekonomisinin zeytin ve ürünleri, yağlar, üzüm ve ürünleri, mermer ve işletmeciliği üzerine kurulmuştu.
Kentte yapılan kazılarda kentin ekonomisine dair çok sayıda belge ve bilgiye rastlanmıştır. Hatta bu belgelerden Stratonikenia’nın ekonomik dalgalanmaları dahi çıkarılabilmektedir.
Kentte yer alan tarım ürünlerinin listesi geniş bir alana yayılan ihraç tarım ürünlerine ait bilgilere ulaşılmıştır.
Kent merkezindeki Bouleuterion – Meclis Binası’nın dış duvarlarındaki 302 yılı Roma İmparatoru Diocletianus’un Latince 200’den fazla ürünün Tavan Fiyatlar Fermanı –Edictum de Pretiis Rerum Venalium bunun kanıtı kabul edilmektedir. Listeye uymayanlar, stokçular vb. için idam cezası verilmekteydi.
Tavan Fiyat (Denarii) -Sığır Eti (yakl. 453 gr) 8, Tavuk ( 1 Çift) 60, Yumurta (4 adet) 4, Salyangoz (2 adet) 4, Olei Flos(1. Kalite Ayçiçeği Yağı) (yaklaşık yarım litre) 40.
Yine bu dönemde zenginliğin artarak orta sınıf tüccarların yanında daha varlıklı askerlerin yanında köylüler, öğretmenler, işçiler, avukatlar, noterler, demirciler, arabacılar, veterinerler, tuğla ustaları, mimarlar, dokumacılar, marangozlar vb. gruplar bulunmaktaydı.
Stratonikeia, uzunca bir sürenin ardından 11. yy. Beylikler ve 14. yy. Osmanlı zamanında Türklerle tanışmıştır. Bu dönemde Eskihisar olarak adı değiştirilen kent yeni yönetime uygun bir yerleşim yerine dönüştürülmüştür.
Günümüzde gezip görülebilen son derece önemli bir antik kent Stratonikeia’daki kalıntılar;
2 sur duvarı, gymnasion, tiyatro, 2 agora, 2 anıtsal kent kapısı, içindeki nadir bulunan Menippos tarafından yazdırılan 301 yılına ait fiyat etiketlerinin yazılı olduğu yazıtlar bulunduğu meclis binası- bouleuterion, 1.yy. 12 ayın yazılı olduğu takvim, 3 tapınak, 2 sütunlu cadde, 3 nekropol, 4 kilise, 3 köy meydanı kompleksi, hamamlar, Şaban Ağa cami, çeşmeler, ağa evleri ve Osmanlı dönemine ait taş döşeli yollar bulunmaktadır.
Geçmişin bu kadar değerli antik kenti, civardaki diğer antik kentler, yerleşkeler, çevredeki köylüler ve çevrecilerle birlikte kömür santrallerinin istilasına karşın yaşam mücadelesi vermeye, direnmeye çalışmaktadır.
7-13-1- Muğla- Kavaklıdere;
Muğla-Aydın sınırında, Muğla’ya 52 km. uzaklıkta, denizden 850 m. yükseklikteki doğanın kucağında, % 70’i ormanlardan oluşan yerleşkede, bölgede varlık gösteren pek çok ulus yaşasa da özellikle Osmanlı döneminde gelişerek önemli bir kasabaya dönüşmüştür.
Halen Muğla’nın ilçesi olan Kavaklıdere gerek ormancılık, marangozluk, tarım, madencilik-mermer, bakır, kalay, halı ve el sanatlarıyla bölgenin önemli bir turizm merkezi konumuna gelmiştir.
Kent merkezindeki tarihi yerlerin başında camiler- 1344 yılında Menteşoğullarından İbrahim Bey tarafından yaptırılan Ulu Cami, Kurbanzade, Şeyh, Şahidi, Konakaltı ve kentteki tek kubbeli tek cami olan Kurşunlu camileri- gelmektedir.
7- 13-1-1- Muğla- Kavaklıdere- Derebağ Köyü- Hillerima- Hyllarima Antik Kenti;
Derebağ Köyü yakınlarında bir tepe üzerinde Hyllarima Antik Kenti kalıntıları bulunmaktadır.
Antik kentin ne zaman kurulduğu tam olarak bilinmemekle birlikte adının kökeni Hyllarıma’nın Luvilere kadar gittiği Hitit yazıtlarında Wallarima’dan geldiği varsayılmaktadır.
Hyllarıma’nın Luvilerden sonra kentte iz bırakan uygarlıklardan Karyalıların en eski yerleşim yeri olduğu da düşünülmektedir. Zamanla Hyllarima Karya halkı Termessos’a taşınarak kenti terk etmiştir.
Tarihinde Dorlarında da yaşadığı varsayılan antik kentte zamanla yapılacak kapsamlı kazı çalışmalarıyla daha çok sayıda bilgiye ulaşılacağı düşünülmektedir.
Kentin ilk yapıları 2 m. kalınlıktaki, kaba, dikdörtgen bloklardan inşa edilen Leleg taş işçiliğinin izlerine rastlanan surlardır.
Günümüze kadar çok sayıda uygarlığa ev sahipliği yaptığı düşünülen Hyllarıma Antik Kenti’nde bugün görülebilen ve gezilebilen kalıntıları- MÖ 400Mausolleus döneminde yamaca dayalı Roma tiyatrosu, sur kalıntıları, nekropol, kaya mezarları- Roma dönemine ait oldukları belirlenmiştir. Yine yapılan kazılarda Roma dönemine ait çok sayıda sikkeye de rastlanmıştır.
Ayrıca Çamyayla Köyü civarında Karya dönemine ait Kyon Antik Kenti içinde de Roma dönemine ait tiyatro, sunak taşları halen görülebilmektedir.
7-13-1-2- Muğla- Kavaklıdere- Menteşe- Yerküpe Mağarası;
Menteşe Beldesi- Yerküpe Yaylası, Kocaçay kenarındaki vadide, denizden 800 m. yükseklikte, dik yamaçlardaki ormanlık alanda Yörük yerleşimin bir bölümü 1955 yangınıyla yok olsa da asırlık çınarları, doğal kaynak suyu çağlayanı ile görülmesi gereken önemli bir doğa harikasıdır.
Yaylaya yakın Doğu Menteşe Dağları’nda Genek Çayı- Hebil Deresi üzerinde bulunan Yerküpü Mağarası da bölgeye gelenlerin ziyaret etmesi gereken önemli bir nefes alma yeridir.
Ayrıca bölge ve Menteşe yöresi bakırcılık, kalaycılık, halıcılık açısından önemli bir merkezdir.