6-Manisa;
Coğrafi;
Komşular;Balıkesir, Kütahya, Uşak, Denizli, Aydın ve İzmir, Manisa ilinin komşularıdır.
Yüzölçümü; 13.810 km.dir.
İlçeler;Akhisar, Ahmetli, Alaşehir, Demirci, Gördes, Gölmarmara, Kırkağaç, Köprübaşı, Kula, Salihli, Sarıgül, Saruhanlı, Selendi, Soma, Şehzadeler, Yunusemre, Turgutlu ile 17 ilçesi vardır.
İklim; Manisa ve çevresini besleyen nehirlerle- Gediz, Bakırçay, Alaşehir, Demirci, Gördes, Kum, Deliniş, Selendi, Nif çayları– göl ve göletlerle- Marmara Gölü, Demirköprü, Avşar, Sevişler baraj gölleri- ılıman etkinin ve yağışın arttığı görülen %17,9’sini kaplayan ovalarda- Gediz, Bakırçay, Alaşehir, Soma-Kırkağaç, Manisa, Akhisar, Salihli, Turgutlu ovaları– ile vadilerde-Gediz, Bakırçay, Nif Çayı Gördes- Kumçayı, Alaşehir vadileri– çoğunlukla karasal Akdeniz ikliminin etkisi görülmektedir.
Ancak ilin % 5 4.3 kaplayan yüksek dağlar ve tepeler –2070 m. Bozdağlar- Kumpınar ve Gökbel tepeler, 1513 m. Spil, 1800 m. Demirci Dağı- Ziyaret Tepe, Aysekizi Tepe, 1034 m. Çal, Çomaklı, Yamanlar, Dibek, 1135 m. Uysal dağları– ile % 27.8 platolarda- Kula-Gördes paltoları ile Uzunca yaylaları– alanlarda karasal iklim izlerine de rastlanmakta, yazları çok sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı geçerken kış ayları kıyı kesimlerine oranla daha soğuk geçmektedir.
Bitki Örtüsü; Ülke genelinde olduğu gibi bölgenin iklimi, bitki örtüsü üzerinde doğrudan etkili olmakla birlikte ilin konumu, yüksekliği vb. bölgenin florasını belirlemektedirler.
Topraklarının % 46’sını oluşturan ormanlarda çoğunlukla –meşe, dişbudak, karaağaç, karaçam, kızılçam, ardıç, ahlat, çınar vb.- ağaçları ile ve makiler- ıhlamur, funda, zeytin, defne, kuşkonmaz, ladin, üvez vb– görülmektedir.
İl yüzölçümünün % 39’u tarım arazisi olarak kullanılabilirken % 6,6’sı çayır ve meralar, % 8’i ise çorak arazidir.
Manisa ve çevresinde ekonomik değeri yüksek ürünler başta ceviz, fıstık çeşitleri, kestane vb. yetiştirilirken tarihi içinde barındıran, iklim ve bitki örtüsünü de belirleyen Spil Dağı Milli Park’ında yaklaşık 600 farklı endemik bitki türü bulunmaktadır.
Ulaşım; Manisa’nın tüm çevre il ve ilçeleriyle arasında sürekli gelişen, düzgün karayolu ulaşımı mevcuttur.
İzmir’den gelen demiryolunun ayrılma noktası olan Manisa’da bir kolu- Manisa, Akhisar, Savaştepe, Balıkesir’e, diğer kolu; Manisa, Salihli, Alaşehir, Eşme, Uşak yönüne devam etmektedir.
Kıyı kenti olmasa da Manisa, İzmir’e çok yakın olduğu için İzmir limanından da ticari ve ulaşım amaçlı yararlanılmaktadır.
Tarihi;
Manisa ilinin ne zaman kurulduğu konusunda tam ve net bir bilgiye sahip olmasak da Salihli-Sindek Köyü civarında yapılan kazılarda paleotik- yontma taş çağına ait fosil ayak izleri ile Kırkağaç-Yortan Köyü’nde tunç çağına ait mezarların bölgede yaşamın çok eski dönemlere kadar gittiğinin önemli izleridir.
İlk yerleşimlerin Gediz Vadisi- Hermessos ve Bakırçay Vadisi- Kaikos’da Manisa- Tantalis ile Akhisar- Thyateira olduğu yapılan arkeolojik kazılarla saptanmıştır.
Ancak Homeros, Manisa’nın ilk yerleşimcilerinin Truva savaşından kaçarak Teselya- Pelion Dağı üzerinden bölgeye gelen Magnetler olduğu ve MÖ 12. yy.da büyük bir kale inşa ederek Magnesia dediğini belirtmiştir.
MÖ 1450- MÖ 1200 Magnesia, Kybele- Bereket Tanrıçası Kabartması kentteki Hititlerin izi olarak kabul edilmektedir.
Manisa ve çevresindeki yerleşimin özellikle İyonlarla sürdüğü ardından MÖ 12. yy. da Friglerin yaşadığı Manisa dağı eteklerindeki kale- Frig, Tantalos’a , dağın içindeki taş anıtın da- ağlayan kadın Niobe’de Tantalos’un kızına ait olduğu görüşü yaygın olsa da zamanla yapılan araştırmalar durumu değiştirmiştir. Bu iki anıt hakkında farklı görüşler;
Niobe anıtına dair dair kapsamlı ve bilimsel incelemelerde bulunan Göteborg’a göre ise ; Anıt MÖ 13. yy.a aittir. Akpınar yöresinde, Manisa Dağı- Sipylus, Kodinos kayalıklarında oyulan dünyanın en eski kaya anıtı kabul edilen üstü yuvarlak, derin bir niş içinde oturan bir kişiyi gösteren anıt yıllarca Niobe Anıtı olarak adlandırılmış ancak anıtın sağında Hititçe “Zuvala” adı okunmakta, dolayısıyla anıtın tarihi çok daha eskilere gittiği düşünülmektedir.
Arkeologlara göre de Dağ Tanrısı’dır. Anıtta, Kibele’nin bilinen formatı yoktur. Kibele dolgun göğüslü, geniş kalçalı ve sağında solunda aslan bulunan Anadolu’nun bereket tanrısıdır.
Batı Anadolu’daki anıtlar yeterince ilgilenilmemiş ve Sipylus Dağı ile Yamanlar Dağı’ndaki anıtlar karıştırılmıştır.
Söylencelere göre; Manisa’nın doğusunda, Koddinos kayalıklarında bulunan dünyanın en eski Tanrısal Kaya Anıtı, Kral Tantalos’un oğlu Broteas tarafından, tarih öncesi bir zamanda babası Kral Tantalos adına yaptırılmıştır. Anıtın sağında, bir niş içinde binlerce yıldır unutulan bir bayan bir erkek portresinin Niobe, olimpiyatları başlatan ve adını tarihe yazdıran Pelops’a ait olabileceği söylenmektedir.
MÖ 1200 yılında kenti Friglerden alan Lidya Kralı Giges, Sardes- Sart antik kentini başkent yaparak Sart Çayı- Paktalos’dan çıkarılan altın madeniyle tarihin ilk parasını Sart Antik Kenti’nde basmıştır.
MÖ 546 Pers Kralı Krezüs’ün de burada hüküm sürdüğü Bintepeler mevkiindeki çok sayıdaki tümülüse eklediği tarihi yapılardan anlaşılmaktadır. Bu dönemde gelişmiş bir ticaret kenti olan Sardes’i MÖ 334 yılında Büyük İskender, Manisa ile birlikte tüm bölgeyi de ele geçirmiştir. İskender ve komutanlarının yönetiminin ardından Manisa, Roma egemenliğine geçse de bir süre sonra Romalılar kenti Bergama Krallığı’na bırakmıştır.
Kent yönetimi konusunda MÖ 301 yılında yöneticiler birbirleriyle sürekli mücadele etmişler.
Daha sonra MÖ 133’de Bergama Kralı III. Attalos Philadelphos’un vasiyeti doğrultusunda Manisa’yı tekrar Roma’ya bırakmışlar.
17 yılında, bölgedeki büyük deprem Magnesia, Thyateira, Philadelphia ve Sardes gibi tüm yerleşimlere çok büyük zararlar vermişse de kent ve çevresi, 14-37 İmparator Tiberius tarafından tekrar inşa ettirilmiştir. Bu dönemin en önemli olaylarından biri de ticaretteki gelişmenin yanı sıra özellikle Gediz ve Bakırçay’ın verimli ovalarında yeni tarım ürünlerinin üretilmeye başlanmış olmasıdır.
395 yılına gelindiğinde Roma İmparatoru Teodisius, ülkeyi iki oğlu arasında pay etmiş böylece Manisa ve çevresi Doğu Roma yani Bizans İmparatorluğu’nun sınırları içinde kalmıştır.
Daha sonra Roma dönemindeyken yeni tek tanrılı din olan Hıristiyanlık Anadolu içlerine ve batıya yayılırken Philadelphia, Sardes ve Thyateira kentleri yeni dinin yayılmasına öncülük etmişlerdir. Özellikle Magnesia Hıristiyanlık adına bir piskoposluk merkezine dönüşmüştür.
Bizans dönemindeki diğer önemli olaylardan biri de 1204 yılında İstanbul işgal edilince İmparatorluk kenti Latinlerce istilaya uğramış, başkent İznik’e alınmış ve bu dönemde, 30 yıl boyunca Magnesia, ülkenin batı kanadının ticari, sosyal ve stratejik merkezi bölgenin en önemli İmparator kenti olmuştur.
İmparator Iannes Ducas Vatatzes’un 1255 yılında ölümünden sonra Magnesia’ya gömülmüş olması kentin önemini kanıtlamaktadır.
Ancak İstanbul 1261 yılında Latinlerden alınarak tekrar başkent yapılınca Magnesia önemini giderek yitirmeye başlamıştır.
Bu dönemde Sardes, Philadelphia, Thyateira ve Magnesia kale kalıntıları Bizans dönemine ait kentteki en önemli yapıtlar olarak görülmektedir.
1076 yılında Selçukluların egemenliğine giren Manisa, 1313-1410 yılları arasında Saruhanoğulları tarafından yönetilmiştir.
1391 yılında Yıldırım Beyazıt zamanında Osmanlı toprağı olan Manisa, 1437-1595 yılları arasında 16 şehzadenin özellikle- II. Murad, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murad, III. Mehmet ve I. Mustafa vb.- yetiştirilmesi Osmanlı’nın kente verdiği önemi göstermektedir.
Şehzadeler zamanında milattan önceki dönemlerde olduğu gibi 2 ayrı iç içe surla onarılan kente çok sayıda mimari yapıt- cami, medrese, hamam, han, çeşme, köprü, hastane, kütüphane vb.- eklenerek yerleşim yeri zenginleştirilmiştir.
Daha sonra Manisa’da da Kurtuluş Savaşı’nın ardından 30 Ağustos 1922’deki Dumlupınar Meydan Muharebesi’yle, 8 Eylül 1922 tarihinde özgürlüğüne kavuşmuştur.
Cumhuriyet’in kurulmasının ardından 1927 yılında da Manisa adıyla il olmuştur.
Manisa ve Çevresindeki Yapıtlar;
6-1-1-Manisa Kalesi;
İlk defa Magnetler tarafından bugünkü Sandıktepe civarında kurulan kalede, Büyük İskender’in hazinelerini sakladığı iddia edilmektedir.
6-1-2- İvaz Paşa Cami;
Mutlu Mahallesi’nde, özellikle süslemelerinin büyük değer taşıdığı tarihi camiyi İvaz Paşa yaptırmıştır.
6-1-3- Ali Bey Cami;
1474 yılında Çeşniğir Sinan Bey tarafından yaptırılmıştır.
Bu tarihi yapıların yanında Muradiye, Hatuniye, Sultan camileri ile Saruhan ve Yirmi iki Sultanlar türbeleri de İslam dininin önemli mekânlarıdır.
Ayrıca Manisa ilinin içinde Darphane, Mevlevihane Arkeoloji ve Etnografya müzeleri,
Spil Dağı ağlayan kaya- kadın Niobe anıtı ile Gördes ilçesinde 1991 yılında gün ışığına çıkarılan, Çağlayan Köyü kilise mozaik kalıntıları oldukça önemli tarihi yapı ve yapıtlarıdır.
Kente dair diğer bahsedilmesi gereken yerlerden Kurşunlu, Urganlı, Saraycık ve Sart kaplıcaları da sağlıklı ve doğal ortamlar sunmaktadır.
6-2-1- Salihli- Sardes- Sart- Sardeis;
Asya’nın en büyük metropolü kabul edilen Gediz- Hermos Vadisi içinde Bozdağ- Tmolos eteklerinde yer alan Sardes, demir çağından Bizans’a kadar bin yıl boyunca Lidya’nın başkenti olarak bölgenin ticari, sosyal, kültürel vb. gelişimini sağlamıştır.
Lidya kralları Ardys, Sadyattes, Alyattes ve ünlü Krezüs- Kharun, Kroisos’un kenti Sardes, bugünkü Salihli İlçesi’nin sınırları içinde yer almaktadır.
Yapılan araştırmalar sonucunda Sardes kentinde, MÖ 10. ve MÖ11. ve 12. yy. lara ait insan izleri bulunmuştur.
Ninova ile Eğe kıyı kentleri arasında bir ticaret merkezi olan Sardes, Lidya döneminde ilk madeni paranın basıldığı kent olarak tarihe geçmiştir.
Kentin yanıbaşındaki Bozdağlar’da özellikle altın madeninin çaylarla kente inmesi madeni para basma işlemini kolaylaştırdığı düşünülmektedir.
İlkçağ dünyasının en zengin kenti Sardes’in ünlü kralı Kroisos’un bakır renkli Sart- Pactolus-Paktolos Çayı’ndaki alüvyonlarından koyun postlarını sererek altınları süzdüğü ve eriterek bu altınlardan para bastırdığı çeşitli kaynaklarda bahsedilmektedir.
Lidya krallığının dini ve siyasi merkezi olan Sardes, sürekli saldıra hedef olmuştur. Böylece Perslerin akınlarına karşı koyamayarak MÖ 499 yılında Perslerin Satraplığı- yönetim merkezi olmuştur.
Persleri, Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi MÖ 334 yılında yenen Büyük İskender, Sardes’i ele geçirmiştir. Sardes, İskender’in komutanı Makedonyalı Asandrus tarafından yönetilmek istense de bu yönetime karşı gelen Lidyalılar uzun yıllar kendi yasası olan özgür bir kent olarak yaşamayı seçmişlerdir.
Daha sonra MÖ 190 yılında Romalı Antıgonus tarafından alındığında Sardes, Selevkos Hanedanı’nın bir parçası idi.
Bir ara Bergama Krallığı tarafından da yönetilen Sardes, daha sonra MÖ 133 yılında Sardes Roma İmparatorluğu’nun önemli kentlerinden biri olarak bugün de izlerine rastlanan çok sayıda gösterişli yapıya sahip olmuştur.
Ancak 17 yılındaki depremle yapılarının pek çoğu zarar gören Sardes’i İmparator Tiberius yeniden inşa ettirince onun adına teşekkür anıtları dikilmiştir.
MÖ 3. yy. da Babil’de yaşayan Yahudilere toprak vaat ederek Sardes’e gitmelerini isteyen Romalı Antiyokus’un yolladığı Yahudiler, uzun bir dönem burada yaşayarak çeşitli iş kollarında-ayakkabıcılık, bakırcılık, demircilik vb.– çalışmışlar ve Anadolu’nun ilk sinagoglarından birini de inşa etmişlerdir.
Anadolu’ya Roma döneminde gelen Hıristiyanlıkla da oldukça erken dönemde tanışan Sardes, dini açıdan özellikle kutsal sayılan yedi kiliseden birine halen ev sahipliği yapmaktadır.
Roma ve sonrasında Bizans dönemini de yaşayan kent 4. yy. da psikoposluk merkezi olmuştur.
Bizans dönemi ardından 14. yy. da Türklerle tanışan Sardes bu dönemde artık terk edilmeye yüz tutmuş bir antik kentti.
İlk çağdan beri Kral Yolu’nun başlangıç noktasında yer alan Sardes, Efes- Milet- Sus gibi liman kentlerini birbirine bağlıyordu. Ayrıca yine o çağlardan beri dokumacılığın yapıldığı kentte keten ve altın işlemeli kumaşlar ile halı- kilimlerin yanında balık ağlarının da yapılmış olması buranın ticaret, tarım ve hayvancılık açısından da önemli bir merkez olduğunun kanıtı sayılmaktadır.
Bugün ortaya çıkarılan yapı ve yapıtların önemli bölümü antik kent sınırları içinde bir bütün halinde sergilenebilmektedir.
Sardes’in gezilebilen önemli yapıları; ilk önce MÖ 6. yy. da Kreusus’un yaptırdığı daha sonra Atinalılar tarafından MÖ 498 yılında yıkılan ve MÖ 335 İskender’in tekrar inşa ettirdiği, MÖ 300’de 21×11 m. boyutlarında mermerden, İon tarzda en geniş, en heybetli tapınak kabul edilen Yunanlı Artemis Tapınağı, 3. yy. sinagog, agora, akropol, tiyatro, 5550 Bronze Ev, piramit mezarlar, bintepe mezarlığı, 3. yy. gymnasium, mermer saray, mahkeme binası mutlaka görülmesi gereken yerlerdir.
Anadolu’ya gelen nerdeyse tüm turist gruplarının uğrak yerlerinin başında gelen Sardes kentinde kazı çalışmaları devam etmektedir.
6-3-1- Alaşehir- Philadelphia Antik Kenti;
Alaşehir, Bergama Kralı, kent, kültür ve sanat dostu II. Attalos Philadelphos MÖ 159 yılında kurarak kendinden önceki Bergama Kralı Ağabeyi Eumenes’e olan sevgisinden dolayı yeni kurduğu kente Philadelphia- Kardeş Sevgisi adını verdiği kabul edilmektedir.
Daha sonra tahta geçen IV. Antiokhos da kenti çok sevdiği kız kardeşi Iotape Philadelphos’a adamış ve yerleşim yerinin adı ikinci kez onaylanmıştır.
Antik kentten günümüze ayakta kalan kaya mezarları ve erken Hıristiyanlık dönemine ait kilise kalıntıları- özellikle pişmiş toprak ve cam eserler vb.– dönemlerinin eşsiz parçaları olarak kabul edilmektedir.
Eğe ve İç Anadolu Bölgesi arasındaki Pers Kral Yolu’nda, üç tepenin eteklerindeki bir ovaya-Alaşehir Ovası- kurulan Philadelphia kentinden bugünkü Alaşehir’e kurulum alanı dışında çok az şey kalmıştır.
Kent Roma, erken Hıristiyanlık, Bizans döneminde önemli bir yerleşim yeri iken 1081 yılında Selçuklular tarafından alınmış, Yıldırım Beyazıt zamanında da 1391 yılında Osmanlıların eline geçmiştir.
Kentin güzelliğinden dolayı Yıldırım Beyazıt tarafından Alaşar olarak adlandırılan kente zamanla Alaşehir denilmeye başlanmıştır.
6- 3- 2- Alaşehir-Philadelphia -Filadelfiya – St.Jean-Aziz İoannes- Yuhanna Kilisesi;
Roma döneminde de önemini koruyan Alaşehir, Hıristiyanlığın 40 yılında yaygınlaşmasıyla Pavlus ve arkadaşlarının toplandığı en önemli merkezlerden biri haline gelmiştir.
Böylece İncil’de adı geçen yedi kilisenin sonuncusu Philadelphia- Filadelfiya Kilisesi Alaşehir’de yapılmış ancak bu kilisenin altı fil ayağından sadece üç tanesi geriye kalabilmiştir.
6- 3- 3- Alaşehir- Surlar;
Kenti dört tarafından çeviren surlar, 7. yy. da Anadolu’da etkisini arttıran Türk saldırılarından korunmak amacıyla yapılmıştır.
Doğu Roma İmparatorluğu zamanında yaptırılan surlardan halen önemli bir bölümünü ilçede görmek mümkündür.
Kente surlardan açılan dört kapıyla- Kiremişli, Kirmastı, Elhizar, Dombay– girilebilmekteydi.
Alaşehir’de halen gezilip görülebilecek tarihi yapılar, Amfitiyatro, Şeyh Sinan Cami ve Türbesi, Yıldırım Beyazıt Cami, Kurşunlu Hanile Saruhanlı döneminde İshak Çelebi tarafından yaptırılan Ulu Cami ve Medresesi, Mevlevihane ve Çukur Hamam yanında kentte iyi zaman geçirip dinlenmek için de Toptepe, Sarıkız Ilıca Dinlenme Yeri, Kavaklıkahve görülmesi gereken önemli doğal merkezlerdi.