Coğrafi;
Komşular; Adana, Antalya, Karaman, Konya ve Niğde illeriyle komşu olan Mersin’in güneyinde ise Akdeniz vardır.
Yüzölçümü; 15.853 km2 alanıyla Mersin ili Türkiye topraklarının yaklaşık % 0,49’unu oluşturmaktadır.
İlçeler; Akdeniz, Aydıncık, Bozyazı, Mezitli, Yenişehir, Toroslar, Anamur, Silifke, Tarsus, Çamlıyayla, Erdemli, Gülnar, Mut ilçeleri olmak üzere toplam 13 tane ilçesi bulunmaktadır.
İklim; Kent merkezi ve kıyı ilçelerinde tipik Akdeniz iklimi –yazları sıcak, aşırı nemli, kışları ılık ve yağışlı- hüküm sürerken dağ ve yaylalara çıkıldıkça iklimin sertleşmeye başladığı- daha serin, kışlar daha yağışlı ve soğuk– görülmektedir.
Bitki Örtüsü; Yüzölçümünün % 87’sini dağlar- batı ve orta Toroslar-oluşturmaktadır. 608 km kara sınırı bulunan ilin güneyinin tamamını 321 km Akdeniz kıyı şeridi çevirir.
Kıyılarda Akdeniz tipi iklim bitki örtüsü makinin yaygın iken % 54’lük ormanlık alanı içine alan yükseklerde iğne yapraklı ağaçlar göze batmaktadır.
Adını bölgede yetişen Murt adında siyah beyaz meyveli Mersin ağacından alan Mersin’in Göksu, Lemas, Berdan, Alata ve Tarsus ırmaklarıyla sulanan verimli toprağında, kıyı boyunca özellikle narenciye -mandalina, portakal, limon vb.- ürünleri yetiştirilmektedir.
Ulaşım; 19. yy. ortalarında köy tarzı yerleşim görülen Mersin, 1886 yılında Adana- Mersin demiryolu açıldıktan sonra hızla kentleşmeye başlamıştır.
Günümüzde yenilenen karayolu ve otoban ile Mersin ve ilçelerinin tamamına kolayca ulaşılır.
Her tonajda gemi için uygun uluslararası kapasitede, ülkenin en önemli limanlarından birine sahip Mersin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun ticaret kapısıdır.
İstanbul ve İzmir’den sonra üçüncü büyük liman olan Mersin Limanı haricinde, Silifke- Taşucu’ndaki feribot limanından Kıbrıs’a düzenli seferler yapılır.
2023 yılında Tarsus-Yenice’ye yapılan Çukurova Havalimanı ile Mersin’e havayoluyla da ulaşım daha kolaylaşmıştır.
Tarihi;
Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Mersin’in tarihi, cilalı taş devrinden başlayıp bakır çağından geçerek yeniçağa uzanmaktadır.
Kentteki ilk sürekli yerleşimin neolitik dönemde Gözlükule Höyüğü ile Yumuktepe civarında olduğu yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkarılmıştır.
Maden ve tunç çağlarında nüfusun hızla arttığı yerleşim yerlerinin çeşitlenip genişlediği saptanan Mersin ve çevresinde Anadolu kültürünü meydana getiren pek çok uygarlık varlık göstermişlerdir.
Bu uygarlıklar; MÖ 1450- MÖ 1200 yılları arasında Luvi ve Hurrilerden oluşan Hititlerin dini kolu sayılan Kizzuwatna uygarlığının Kue adıyla kurduğu kent zamanla Kilikya olarak anılmaya başlamıştır.
MÖ 8. yy. Asur- Ninovalıların varlık gösterdiği Mersin, MÖ 528 Pers, MÖ 527 Yunan, MÖ 334 Makedonyalılar tarafından da yönetilmiştir.
Silifke- Sarıaydın Köyü yakınlarında bulunan MÖ 4. yy. Akamenid dönemine ait Aramice yazıtın Kilikia bölgesinin politik çeşitliliğini gösteren önemli bir kanıttır.
Helenistik ve Yunan döneminde Zephyrion olarak adlandırılan Mersin’in yerleşim yeri bugünkü Yumuktepe içindeki Zephrium- Zephyrion- Zephrium antik kenti yakınlarına kaymıştır.
Bu dönemden sonra hızla genişlemeye başlayan Mersin’in sınırları, Romalılar zamanında Pompeipolis- Viranşehir’e kadar uzanmıştır.
Emevi ve Abbasilerin de bir süre varlık gösterdiği Mersin’e bu dönemin ardından Türk kabileleri gelmeye başlamışlar.
7. yy. Arap istilaları ile oldukça harap edilen kent, 10. yy. da kısa süre Bizanslılar tarafından alınmış ise de 11. yy.’da Selçukluların eline geçerek genişlemesine devam etmiştir.
14. yy.’da Karamanoğulları ve Ramazanoğulları tarafından yönetilen Mersin bir ara Memlukların idaresine geçmiş 1516 yılında da Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı toprağına katılmıştır.
Evliya Çelebi’ye göre; Mersin bir Türkmen kentidir. 19. yy. da kentte Türkistan’dan gelen Türk oymakları yaşamıştır.
Anadolu’nun pek çok kentinde olduğu gibi 1. Dünya Savaşı sırasında Mersin’de istila edilmiş, Kurtuluş Savaşı ile 3 Ocak 1922 yılında özgürlüğüne kavuşan kent1924 yılında il olmuştur.
1933 yılında İçel adını alan kent, 2002 yılında yeniden Mersin olarak adlandırılmaya başlanmıştır.
Mersin ve çevresinde tarihi ve doğal merkezler;
Mersin- Eski Cami;
1901 ve 1943 yıllarında onarım gören dikdörtgen planlı, ahşap çatılı, tek minareli cami, halen ibadete açıktır.
İl merkezindeki diğer tarihi camiler; Müftü, Avniye, Hz. Mikdat- Mugdat camileri halen kentin önemli İslami yapılarıdır.
Mersin – Bezm-i Âlem Valide Çeşmesi;
Kent merkezi, Çarşı içinde yer alan ve Mersin’in en eski İslam eseri olarak kabul edilen çeşme, 31. Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecid tarafından annesi Bezm-i Âlem Valide Sultan için 1861 yılında deniz kenarında yaptırılmıştır.
Sultan II. Mahmud’un eşi olan Bezm-i Âlem Valide Sultan’nın çeşmesi günümüzde Eski Cami yanında bulunmaktadır.
Çeşmenin üzerinde ilgi çekici 6 satırlık mermer kitabe ve Sultan Abdülaziz tuğrası, üçgen alınlık ve payeler antik yapının bölgeye özgü mimarisini sergilemektedir.
Çeşme, bugünkü halini 1964 ve 2009 yıllarında arasındaki onarımlarla almıştır.
Mersin- Ulu Cami;
Mersin merkezde yer alan ilin en büyük ve eski camilerinden olan Ulu Cami, 1898 yılında Sultan II. Abdülhamit döneminde yaptırılmıştır.
Ancak bu cami oldukça yıprandığı için yerine daha büyük boyutlarda üç katlı, 2 bin kişilik ibadet yeri ve 400 kişilik konferans salonu ile modern bir cami yapılmıştır.
Yapının içindeki rumi – hatai desenler, Kütahya çinileri, ahşaplar ve altın varaklı süslemeler dikkat çekmektedir.
Mersin-İtalyan Katolik ( Katedral Kilisesi);
Mersin’in işlek yerlerinden biri Uray caddesinde yer alan kilise, Sultan Abdülmecit tarafından verilen izinle 1853- 1898 yılları arasında yapılarak Capucins rahiplerinin yönetimine verilmiştir.
Avlu içindeki kilise kesme taştan yapılmıştır. Kilisenin mimarisi ile süslemeleri dönem özelliklerini göstermektedir.
Yanında bir de saat kulesi bulunan kilise Mersin ve çevresindeki sınırlı sayıda Katolik cemaatin ibadet ettiği önemli bir mekandır.
Kilise, 1991 yılında Vatikan tarafından İtalyan Katolik- Katedral Kilisesi unvanıyla güney, güneydoğu, Karadeniz bölgeleriyle Suriye, Irak, İran ve Rusya’daki Katolik kiliselerine bağlanmıştır.
Mersin içindeki bir diğer önemli kilise de 1878 yılında bağışlarla inşa edilen Arap Ortodoks Kilisesi de halen ibadete açıktır.
Anamur (Anamurium);
Rüzgârlı Burun anlamına gelen Anamurium adıyla kurulan Anamur’u MÖ 4.yy. Fenikelilerin denizden gelecek saldırılara karşı yüksek tepedeki kale ile birlikte Lodos rüzgârlarına karşı korunaklı bir koyda kurduğu varsayılmaktadır. Kentin adına da ilk MÖ 4.yy. da bir liman listesinde rastlanmıştır.
Dağlık Kilikya’nın en iyi korunmuş yerleşim yerlerinden ve zigzaglı surlarla çevrili Anamurium, limandan dağa doğru eğimli bir arazi üzerinde yer almaktadır. Kale içi ile denize doğru olan yerleşim yerleri duvarlarla birbirinden ayrılmıştır.
Anamurium MS 1. yy. da Kommagene Krallığı’nın bir parçası iken Kral IV Anktiokhos zamanında para basıldığı ve kent surlarının yapıldığı bilinmektedir.
MÖ 1. yy. başlarına kadar çeşitli çatışmaların gölgesinde kaldığı için kendini tam ortaya çıkaramayan Anamurium, 72 yılında Roma toprağı olarak daha geniş bir alanda gelişimini sürdürmüştür.
Roma Dönemi’nde Kıbrıs’a yakın olduğu için Anamurium, Germanikapolis (Ermenek) ile bağlantılı ticaret merkezi haline dönüşmesi varsıl bir seviyeye gelmiştir. Roma zamanın parlak günlerinin ardından 260 yılında Pers baskınlarıyla kent çok tahrip edilmiştir.
5.yy.’dan sonra İsaurialıların eline geçen kent, 6.yy’a kadar eski refah dolu günlerine döndüğü kayıtlardan anlaşılmaktadır.
Daha sonra bölge ve kente gelen Hıristiyanlık döneminde de kalabalık bir yerleşim iken 1300-1308 yılları arasında Anamurium’u Karamanoğlu Mehmet Bey almıştır. Daha sonra bölgeyle beraber kent Osmanlı toprağı olmuştur.
Helenistik çağda da önemli bir liman kenti olduğu bilinen Anamurium’un dikkat çekici kalıntıları; kenti çevreleyen gözetleme kuleleriyle yöresel kireç taşından yapılan 1.5 km’lik surlar ( bazı kısımları 8 m yükseklikte), 1. ve 4. yy. arasında moloz taştan yapılan beşik tonozlu, iki katlı, bir veya iki odalı 350 mezarın olduğu nekropol Anadolu’nun iyi korunan Roma mezarları, yaklaşık 350 adet mezarda kuş, tavuk kuşu, balık, çiçek, girlantlı, çeşitli hayvan figürlü , Medusa başı, baklava desenli, kırmızı, yeşil, sarı, yeşil ve siyah renkli ve kabartmalı freskler, su kemerleri kalıntıları, 900 kişilik odeon, 2.yy. yarım daire tiyatro, tabanı mozaiklerle bezeli, 100 m2’lik gymnasium ve hamam kalıntıları, balıkçı, inşaat, çömlekçi, dokuma, terzi ve oyun aletleri, kurşun mühürler, kantar ağırlığı, sikkeler, makyaj malzemeleri, bilezik, anahtar, kilit, kemer tokaları vb. olarak sıralanabilir.
Anamur- Mamure Kalesi;
Roma dönemi en önemli kentlerinden Anamur’a 6 km uzaklıkta Bozdoğan Köyü’nde, yüksek kayalar üzerindeki Rigmonai Antik Kenti kalıntıları arasında yer almaktadır. Akdeniz’in en tanınan kıyı kalelerinden Mamure Kalesi, 2. yy. Romalılar tarafından yapılmıştır.
Kale ve çevresi 3. ve 4. yy. Roma Dönemi’nde artık önemi kalmayan bir mahalle idi.
Üç bölümlü, üç katlı, 60- 70 m yükseklikte, dehlizlerle ulaşılabilen üç burcu ve 39 kulesi bulunan kalenin kuzeydoğusundaki depoları ve 10 m genişlikteki hendeklerden su kaleye taşınmaktaydı. Su sarnıçları, şu an yerinde olmayan köprü ile iç avlu, dış kale, cami, çeşme, Roma hamamı,, fener kulesi en önemli bölümleri olarak dikkat çekmektedir.
12. yy. Kilikya Ermeni Krallığı tarafından onarılan Mamure Kalesi zamanla tahrip olmuş ve Karamanoğulları döneminde 1300- 1308 yıllarında Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından tekrar tamir ettirilmiştir.
Onarım faaliyetlerinden dolayı Mamure adını alan kale, 1469 yılında bölgeyle beraber Osmanlıların eline geçmiştir.
Daha sonra yine tahribatlara uğrayan kale 15-16. ve 18. yy. çeşitli defalar onarımlar geçirmiştir.
Ayrıca Anamur yakınlarında Fener Kulesi, Mamure Cami, Akcami, Kızıl Kilise ile kente 14 km uzaklıktaki Çamlıpınar Köyü’nde 16.- 17. yy. Çoban Kalesi, Çeltikçi Köyü yakınlarında da nekropol, sarnıç ve antik kent kalıntıları bulunan Boncuklu Kale ,Anamur’un pek çok tarihi yapı ve yapıtı- tiyatro, geniş surları, odeon, liman, toplantı yeri vb.-her yıl çok sayıda tatilci, tarih ve doğa severtarafından ziyaret edilmektedir.
Aydıncık (Kelenderis- Gilindere);
Kim ve ne zaman kurulduğu konusu tam netliğe kavuşamasa da antik yazar Apollodors’a göre Suriye’den gelen Sandokos tarafından kurulan kent, MÖ 2000 Luvi-Hitit tanrısı Şanta ile özdeş sayılmıştır.
Tarsus’unda kurucusu ve baştanrısı olan Sandon/Sandan kültünün MÖ 1000 yılına kadar bölgede devam ettiği düşünülmektedir.
Ancak yapılan kazılar sonucu kentin MÖ 8. veya 7.yy. kurulmuş olabileceği varsayılmakta, Kelenderis’e ait en eski buluntular da mozaikler MÖ 6. yy. , sikkeler MÖ 5. yy.’a tarihlenmektedi.
Doğal, korunaklı bölgenin en elverişli ticari limanına sahip, Kıbrıs’a yakın Kelenderis, P.Mela’ya göre Samoslular (Sisam) tarafından kolonize edilmiştir. Daha sonra Kelenderis’i İonlar, Nagidos (Paşabeleni- Bozyazı) ile birlikte Batı Anadolu’nun en önemli ticaret kapısı yapmışlardır.
En parlak dönemini MÖ 5. yy. ve 4. yy. arasında yaşayan kent, Atina’da Perslere karşı kurulan ticari örgüt Attik-Delos Deniz Birliği’nin doğudaki üyesiydi.
Ticaret sayesinde uzun zaman varsıl günler yaşayan, doğu ile batının kesişim limanı Kelenderis, Helenistik Dönem’de Mısır’daki Ptolamios Krallığı ile de ilişki içinde olduğu saptanmıştır.
MÖ 1. yy.da artan korsan saldırıları kenti yıpratmıştır. Roma Dönemi’nde bölgede yapılan korsanları temizleme faaliyetlerine destek veren Kelenderis, bu süreçte ikinci parlak günlerini kavuşmuştur.
Kelenderis’e yakın MÖ 5000 yıllarına tarihlenen Gilindere Mağarası son yıllarda bölgenin en önemli turizm yerlerinden biri olmuştur. İçinde çok sayıda eşsiz görünümlü sarkıt, dikit, sütun, perde damlataşları, akma taşaları ve mağara iğnelerine sahip mağaranın uzunluğu 555 m, genişliği 100 m civarında ve 18 m tavan yüksekliğindedir.
İçinde galerileri, odaları ve salonlarıyla dikkat çeken Gilindere Mağarası’nın sonunda 18-30 genişliğinde, 140 m uzunluğunda, 5-47 m derinlikte ve 35-40 m tavan yüksekliğine sahip bir göl bulunmaktadır.
Kazılarda ele geçen buluntular Anamur ve Silifke Müzelerinde sergilenmektedir.
Bozyazı- Softa Kalesi;
Bozyazı’ya 10 km uzaklıkta, Fidik Tepe’de bulunan ve korsanlara ait olduğu düşünülen kalenin Roma ile Bizans döneminde çeşitli defalar onarıldığı anlaşılmaktadır.
Daha sonra Türkler tarafından da kullanılan kalenin su sarnıçları, hamam ve saray kalıntıları, mezarları, iyi korunmuş antik Arsione Kenti’ne kadar uzanan surları, Karamanoğulları ya da Selçuklu döneminde eklendiği düşünülen camisi ile de dikkat çeken önemli tarihi bir yapıdır.
Taşucu-Azize Aya Tekla (Meryemlik);
Taşucu’na 4 km, Silifke’ye 5 km uzaklıkta önce Hıristiyanlar sonra da Müslümanlar tarafından kutsal sayılan Aya Tekla-Meryemlik’in tarihi söylencesi Aya Tekla adlı dindar bir Hıristiyan kadının buradaki doğal mağarayı sığınak olarak seçmesiyle başlamıştır.
Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde St. Paul’ün vaazlarından etkilenerek 17 yaşında Hıristiyanlığı seçen Tekla, kendini dine ve öğretisine adayarak Hıristiyanlığı yayma faaliyetlerine katılır. Paganlar tarafından çeşitli tehditlere maruz kalan Tekla kendini bu mağaraya kapatır ve uzun yıllar inzivai bir yaşam sürer.
Halkın bu mağarada Tekla’nın mucizevi olaylarına -çeşitli hastaları iyileştirdiği vb.-tanık olduğu yayılır ve burası kutsallaşır.
313 yılında Hıristiyanlık serbest bir din olarak tanınana kadar bu mağara gizli bir tapınak olarak kullanılır.
Daha sonra içinde kaybolduğuna inanılan Tekla için mağara 460-470 yılları arsında kiliseye dönüştürülür.
Tam olarak görülemeyen Bazilika planlı kilisenin duvarları ile tavanları mermer levha ve renkli camlarla bezeli olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Ayrıca bu civarda Kubbeli (Zenon Kilisesi), örtülü sarnıçlar,hamam, nekropol alanı ve kutsal yol da kazılarda ortaya çıkarılmıştır.
Dikilitaş Köyü- Dikilitaş;
Asur Kralı Asurbanibal için MÖ 7.yy. kendi adına dikildiği düşünülen Dikilitaş, kentin kuzeydoğusunda Dikilitaş Köyü yakınlarında, Roma yolu kenarında bulunmaktadır.
Bu taşın adına Tevrat’ta da rastlanmaktadır.
Erdemli-Kanlıdivane (Neopolis- Kanytella- Conytelis);
Mersin’e 45-50 km uzaklıkta Sandal, Lamos, Çanakçı ve Arıklı köylerinin arasında 142 m uzunluğunda, 95 m eninde, 30 -50 m dernliğinde, 413 m çevresi ile 12 bin m2’lik büyük bir obruğun çevresindeki antik kentte Hitit, Finike, Yunan, Roma ve Bizans dönemlerine ait çok sayıda kalıntı- nekropolis, lahitler, kabartmalı mezarlar, saraylar, tapınaklar, kuleler, sarnıçlar, caddeler vb.- bulunmaktadır.
Kanlıdivane adı, yerleşim yerinin zeminini oluşturan kayanın kırmızı renginden ya da Türkmen divan-toplanma sözcüğünden aldığı söylense de antik adı Kanytelis’den geldiği daha gerçekli bir varsayımdır.
Roma döneminde mezarlardaki çukurlara suçlular ile sakatların atılarak vahşi hayvanlara yem yapıldığı da söylenmektedir.
Antik kentte MÖ 2. yy. 3. yy.- MS 7. yy. arasında önemli bir yerleşimin olduğu, 15.’dan günümüze de Türkmenlerin bölgede varlık gösterdiği bilinmektedir.
Halen gezilip görülebilen kentte; Helenistik Kule; MÖ 3. yy. sonu MÖ 2. yy. başı dikdörtgen planlı, 3 odalı bir kulenin duvarlarında kabartma yazıtlar başta -Kral Tarkaris oğlu rahip kral Teukros yaptırmış ve Zeus Olbios’a adanmıştır vb. – ve figürler dikkat çekmektedir.
Kabartmalar: Armaronzas ve Ailesinin Kabartması:
Obruğun güney duvarında MS 1. yy.’a ait 4 m genişlikte 22 m yükseklikteki bir nişte, yan yana ve ayakta üç kadın ( ya da anne ve iki kızı) bir erkekten oluşan aile kabartması, yüksek bir kaidede bir kadın ve erkek kabartması görülür.
Kabartmanın altındaki yazıt Hermias babası Armaronzas’ın, karısının ve çocuklarının heykellerini diktirdiğini bildirilmektedir. Ayrıca bu kabartmalara zarar verenin Zeus’a 1000 drahmi vermesi gerektiği de ifade edilmiştir.
Asker Kabartması: Obruğun kuzey cephesinde sağ elinde mızrak, sol elinde bir kılıç tutan “Trogomon” adlı asker kabartması görülür. Yazıtta bu anıtı askerin annesinin yaptırdığı belirtilmektedir.
Mezarlık- Nekropoller:
Kenti saran4.5 hektar alanda 3 mezarlık bulunmaktadır. Mezarlıkta özellikle 3 tapınak mezar dikkat çekmektedir.
Merdivenlerle inilen obruğun 1 km güneybatısında kaya kütlesi üstünde mezarda yatanların kabartmaları (yas tutan kadın, sağ eliyle başının üzerinden geçen chimationunu kavraması (bir kolu karnında diğerinin dirseği ona dayalı, eli çenenin yanında, başa kadar çekilen chimationun kenarından tutan kadın tiplerine verilen genel bir kavram) MÖ 1. yy.- MS 1. yy.-.Çanakçı Kaya Mezarları, podyum üzerinde, girişi tonozlu, dört köşesinde korint plaster başlıklı, Roma tapınak mimarisi görülmektedir.
Aba’nın Mezarı; MS 2. yy.- 3. yy. Olba Kraliçesi Aba kendisi ve kocası Arios adına kentin en görkemli (12x 4.22 m ölçülerinde 3.50 m yüksekliğinde ve podyumu yükseltilen mezarını ) anıtını yaptırdığı bilinmektedir.
Anıta eklenen yazıtta; “Ben Kalligonos ile Katraios’un kızı Aba, kocam Nikanor oğlu ve Arios torunu Arios’un ve çocuklarım Nikanor ile Arios’un varisleri olarak istiyorum ve emrediyorum ve vasiyet ediyorum ki Ariosu’un mezarına (ben) Aba dışında hiçbir kimse gömülmeyecktir. Aynı şekilde, benim ölümümden sonra da hiçbir kimse gömülmeyecektir. Buna aykırı davranan kişi Yeraltı Tanrıları’na karşı günah işlemiş olsun ve kendisi ve tüm soyu yok olsun; ayrıca efendimiz Caesar’ın hazinesine 10.000 denarius ve Augustusların şehrine 8.000 denarius ve Kanytelis yerleşmesi yerel yönetim birimine 2.500 denarius (ceza) ödesin. Yine vasiyet ediyorum ki benim ve kocamın verdiğimiz bu emirler ve yaptığımız bu düzenlemeler sonsuza kadar geçerli olsun ve kimse (bu yazıtı ?) kazımasın ve kazıyan kimse cezaya çarptırılsın.” yazmaktadır.
Eşsiz dış mimarisi tasarımı, önünde üç sütun görülen, içine dar bir kapı ve alçak bir bella ile girilen Üç Ayak Mezar Anıtı.
Kiliseler: Bizans İmparatoru II. Theodosius burada kutsal bir Hıristiyanlık merkezi (Suriye Erken Hıristiyanlık) kurmak istemiştir. Bu amaçla kente Bizans Dönemi kilise özelliklerini taşıyan kliseler yaptırmıştır.
Kiliselerden birinin sadece apsisi, diğer 5 kilisenin ve bir şapelin kalıntıları da kentte halen görülmektedir. Bu kalıntılardan ören yerinin varlıklı bir yerleşim yeri olduğuna kuşku yoktur.
Kanlıdivane’nin geriye kalabilen 15 zeytin atölyesi, setenler ( zeytini çekirdeğinden ayıran taş) , pres yatakları, vida ağırlıkları, pres taşları, kırma tekneleri ve taşları galerileri, bezemeli sütun başlıkları 5. yy. sonu 6. yy. Kilikia ve İsauria Bölgesi’nin önemli yapıları içinde yer almaktadır.
Mersin- Uzuncaburç (Diokaiseria);
Roma dönemi yapısı Uzuncaburç Antik Kenti kalıntıları arasında küçük tiyatro, sütunlu cadde, kent kapısı ve Zeus tapınağı görülmesi gereken yapıtların en ilgi çekici örnekleri olarak kabul edilmektedir. Seleukoslara bağlı Olba Krallığı kutsal alanı, Roma Dönemi’nde Diocaesarea (Tanrı İmparator Kenti) bağımsız bir kente dönüştü. Roma Dönemi’nde hızla gelişerek para da basılan, 400×300 m boyutlarında surla çevrili 1184 m denizden yüksekteki kentte sütunlu cadde, Şans Tapınağı, tiyatro, çeşme görülebilir.
Mersin -Uzuncaburç -Zeus Olbios Tapınağı;
Toroslar’ın 1200 m yüksekliğinde yer alan Uzuncaburç Antik Kenti kalıntıları arasındaki MÖ 2. yy. bölgenin en eski tapınaklardan ve biri olan Zeus Olbios Tapınağı Anadolu’da ayakta kalan tek Helenistik tapınaktır.
Hıristiyanlığın yayılmaya başladığı dönem 5. yy.’da tapınağa üç nefli bir kilise eklenmiştir.
Yapılan kazılarla görkemli nekropol, tapınak ve kilisenin izleri ortaya çıkarılmıştır.
Silifke;
Göksu’nun (Kalykadnos Irmağı) sürüklediği alüvyonlardan meydana gelen bereketli Silifke Ovası, Çukurova’ya kadar geniş, verimli düzlüklerle Ovalık Kilikia’da yer almaktadır.
Daracık geçitleriyle dikkat çeken Toros ve Amanos dağlarıyla çevrili, Tarsos- Kydnos-Tarsus Çayı, Adana, Saros-Seyhan, Mopsou, Mallos, Pyramos- Ceyhan nehirleriyle beslenen Ovalık Kilikia’ya açılan Dağlık Kilikia’nın geçit yerlerinden birinde ortaçağda inşa edilen Çobanpınaralanı Köyü- Çoban Kalesi, Silifke- Sofa Kalesi, Mut Kalesi ve Kaledıran Kaleleri bölgenin önemli tarihi kaleleri arasında sayılmaktadır.
8. yy. Arapların eline geçen Silifke, 1225 yılında Selçukluların, 1483 yılında da Osmanlıların egemenliği altına alınmıştır.
Silifke- Kaya Mezarları ve Hanlar;
Silifke- Mut karayolu üzerindeki tarihi kaya mezarları ile Mut- Karaman arasında Sertavul yakınlarındaki Selçuklu Alahan Manastırı ve Sertavil- Sertavul Han geçmişten günümüze gelebilmiş tarihi yapılardandır. Binalarda dönemlerinin mimari ve süsleme örneklerini görmek mümkündür.
Kızkalesi (Corycus- Korikos- Korykos) ;
Mersin’e 60 km, Silifke’ye 25 km uzaklıktaki Kızkalesi- Ayaş ve Narlıkuyu köyleri arasında yer alan Korikos Antik Kenti tarihin babası, Herodotos’a göre; MÖ 4. yy. Kıbrıslı Şövalye ya da Prens Gerikos- Gorgos tarafından kurulmuştur.
Ancak MÖ 2. -MÖ 1. yy. sikke bastıracak kadar önemli ve büyük dağlık Kilikia Kenti Korykos’un adına ilk kez MÖ 197 Seleukos Kralı ile III. Antiochos Ptolemaisos’un aldığı kentleri yazdığı kaynaklarda rastlanmaktadır.
Korikos ve çevresinin tarihi poligonal mekânları göz önüne alınarak Helenistik döneme kadar gittiği de söylenebilir.
Yapılan çalışmalar sırasında Korykos’un kendisi kadar önemli komşu liman kenti Elaiussa -Sebaste arasında özellikle ticari alanda rekabetin olduğuna dair kayıtların bulunması da son derece ilginç ve önemli tarihi belgelerdendir.
Bir dönem MÖ 80 Roma, MÖ 20 Kappadokia Kralı Arkhelaos tarafından yönetilen tarihi antik kent
MÖ 2. yy. polis-kent olarakgelişimini sürdürse de 3. yy. Sebaste’ye bağlanarak bir Kome-Köy’e dönüştürülmüştür.
Korykos 395yılından sonra büyük bir liman kenti olarak Bizans yönetimindeydi. Bu dönemde denizden gelebilecek saldırıları önlemek için ada üzerine güney- kuzey uçlarında iki kuleli bir kale yaptırılmıştır.
Korykos ve görkemli yapıları 240 – 270 I. Şahpur döneminde Sasaniler tarafından yakılıp yıkılmıştır.
Daha sonra bir ara Tarsus – Kilikia I’in kentleri arasında yer alan Korykos, 479 yılında Sebaste ile birlikte Isaurialıların egemenliğine girmiştir.
6. yy. Antakya patrikliği- Tarsus’a bağlanarak piskoposluk merkezi yapılan Korykos’da (381 Germanus, 431 Salustios, 516-518 Indakos, 680- 681-690 Iohaninus) piskoposlar tarafından ayin yapılmıştır.
5. ve 6. yy. yazıtlarında kent ve yerleşimcilerin yaşamları hakkında pek çok bilgiye (kentin önemi, limanının değeri, işçileri, meslekleri, dinleri özellikle Hıristiyanlık, ticari yerleri ve ilişkileri) ulaşılmaktadır.
Korykos’un 690 -691 Kilikia I eyaleti, 7. yy. da Sasani eyaletive daha sonra Araplar ardından da 9-10. yy. Seleukeia Tema’sına ait bir yerleşim yeri olduğu kalıntılardan ve yazıtlardan ortaya çıkarılmaktadır.
Ayrıca yine bir yazıtta, kentin adının 10. yy. Araplar ve Korasion’la birlikte Qurqos olarak geçmesi Korikos’da hala yerleşim olduğunu göstermesi açısından son derece önemli tarihi detaylar olarak kabul edilmektedir.
Kentin limanına yakın yerinde 1099 yılında İmparator I. Alexion zamanına ait şu an yerinde bulunmayan Silifke Kalesi’ni Mimar Megas Drungarios Eustatias yaptığı da kayıtlarda geçmektedir.
O dönemde bu kale ile diğer kaleyi adada birbirine bağlayan bir yolun olduğuna dair bilgilere de rastlanmıştır.
Deniz yoluyla seyahat eden hacıların konaklama yeri olarak da kullanılan kaleye su, Toroslardan kemerlerle kara yoluyla taşınmaktaydı.
Yeni asfalt yol boyunca sonradan yapılan Korykos Antik Kenti kalıntıları halen görülmektedir.
1137 yılında yeniden Bizans toprağı olan Korykos, 1163 yılında Küçük Ermeni Krallığı yönetimindeyken 1191 yılında Fransa Kralı Philip Hac’dan dönerken uğramıştır.
Kent 12. yy. Ermeni Prensi I. Constantin tarafından da bir süre idare edilmiş, 1267 yılında Cenevizliler’in saldırısına uğrayınca Ermeni Krallığı ile Cenevizlilerin arası açılmıştır.
1275 yılında Memlük Sultanı Baybars zamanını da yaşayan kent bu dönemde safran üretiminde oldukça ilerlemiştir.
Hethumid –Hetum Hanedanlığı 1276-1373 dönemini de gören Korykos’un son Beyi Osin, 1329 yılında öldürülünce yönetim IV. Leon’a geçmiştir.
Daha sonra Korykos 1361’de bir ara Karamanoğulları’nın baskısı sonucu Kıbrıs Krallığı’nın himayesine girmiştir.
1375 yılında Kıbrıs’ta bulunan 1192-1489 Lusignanların her zaman Korykos ile bağlantıda oldukları da kayıtlardan öğrenilmektedir.
1448 yılında Karamanoğlu II. İbrahim tarafından alınan Korykos, 1473-1474 yılında Osmanlıların eline geçmiş ve zamanla eski önemini kaybetmiştir.
1423 ve 1464 yıllarında Karamanoğulları’nın en gergin döneminde, başa geçen Karamanoğlu İbrahim Bey bir süre buradaki kalede konaklamıştır.
1448 yılında onarılan kalede 1459- 1495 Şehzade Cem Sultan’ın Rodos’a sürülmeden önce kırk gün kaldığı bilinmektedir.
Birçok efsaneye konu olan kalenin yakınındaki Dilek kuyusu ve Astım mağaraları bugün bölgede hala çok ziyaret edilen yerlerin başında gelmektedir.
Kıyıdaki kaleden başka Roma dönemi Kara ve Deniz kaleleri, limanı, Korykos’un Kabartma Heykeli, Helenistik nekropol, sur kalıntıları, sütunlu cadde, üç adet hamam, Ora, Uzuncaburç, su kemerleri, su deposu, tiyatro, sarnıç, saray, tapınak ve kilise kalıntıları bulunmaktadır.
Bugün, ince kumlu uzun plaj, otel, lokanta ve çarşılarıyla Kızkalesi, bölgede en çok turist çeken yerlerin başında gelmektedir.
Silifke- Narlıkuyu (Porto Calamie- Poimenios) Mozaikli Hamamlar;
Halen Narlıkuyu Mozaik Müzesi olarak adlandırılan tarihi bina, Cennet ve Cehennem’in altından gelen suların denize döküldüğü koyda, hastalıklar kente girmesin diye inşa edilen bir Roma hamamıdır. Roma döneminde kente girenlerin -tüccar, ziyaretçi, dini amaçla vb.- temizlik ve sağlık amacıyla hamamda yıkanmaları beklenirdi.
Hamam, Kutsal Adalar Valisi Poimenios tarafından halka şifa sunsun diye yaptırılmıştır.
Ortaçağ’da Porto Calamie 4.yy. olarak adlandırılan Korykion’un (Antron -Cennet-Cehennem) tapınmaya denizden gelenler için bir kapı görevi gördüğü bilinmektedir.
Hamamların (Doğu-Roma) Bizans döneminde hastalıklara önlem almak amacıyla yapılmalarının yanında halkın sosyalleşmesi gibi yüksek görevleri de vardı.
Küçük körfezde denize karışan ve sıcaklığı 28 C’ye kadar çıkan tatlı su kaynağı yanındaki hamamdan bugün sadece su yalağı ile yıkanma bölümündeki mozaikler görülmektedir.
Siyah, beyaz ve sarı renkli taşlarla dekore edilen mozaiklerde geometrik desenler, yöresel kuş ve çiçek motifleriyle Zeus’un güzelliği ile ünlü uyum tanrıçası Eurynome’den doğan üç kızı, Yunanca’da parlaklık, ışıltı ve güzellik anlamına gelen Kharites denilen üç kızkardeş Aglaia, Thalia ve Euphrosine’in olduğu mozaikleri bulunmaktadır. Bazı kaynaklara göre bu kızların Zeus’un karısı Hera ile Afrodit ve Athena tanrıçalarına ait oldukları da söylenir. Mozaiklerin hamamı yaptıran Poimenios tarafından 4.yy. da bağışlandığı bilinmektedir.
Ayrıca mozaikte ‘Bu sudan içenlerin ömürleri artar, uzar, çirkin iseler güzelleşir’ yazmaktadır.
Kadınların üzerindeki yazıtta da “Ey, dost, bu güzel hamamın suyunun saklı olan kaynağını kimin bulduğunu sorarsan, bil ki o kişi, kutsal adaları dürüst yöneten ve imparatorların da dostu olan Poimenios’ tur ” ifadeleri bulunmakta ve hamamı yaptıran kişinin adına yer verilmektedir.
Romalılardan kalan iki hamamdan bir diğeri de Karduvar Köyü yakınlarında yer almaktadır.
Silifke-Adamkayalar;
Narlıkuyu’ya 11 km uzaklıkta, Karyağdı (Mitan) Vadisi yamacına dayalı çerçeveli 11 insan kaya kabartması Adamkayalar olarak anılmaktadır.
Figürlerin çoğu eşleriyle ölülere ya da yalnız ölü ziyareti sahnelerine aittir.Veda sahnesi kabartmasında ölüler, oğulları, 2 erkek ve asker, paltolu bir adam, elinde bir eşya taşıyan adam, ve iki farklı kabartma, bir adam bir eliyle keçiyi boynuzundan tutmuş, bir elinde üzüm salkımı bulunur. Ayrıca sunaktaşı, bir kadın , bir adam, üzüm salkımları da kabartmaların alttaki platformda görülür. Başka bir kabartmada ölü adam karısıyla el sıkışıp veda etmektedir. Kabartma altındaki MÖ 2 yy.a ait yazıtta ölen rahiplerin adları yazılmaktadır.
Kabarmaların üstünde de köşeli bir kuleler yapısı dikkat çeker. Poliğonal duvarları olan yapılar çok sayıda lahitin bölge olduğunun kanıtı sayılır.
Silifke- Olba ( Ura Antik Kenti , Olba Rahip Krallığı);
Silifke- Örenköy yakınlarındaki Olba- Ura- Antik Kenti- Olba Rahip Krallığı, Dağlık Kilikia Bölgesi’nin büyük bir bölümünü kapsamaktadır.
Denizden 1200 m yükseklikte, Teukros olarak anılan hanedan mensuplarına ait bölgenin en eski yerleşim yeri Ura ( Olba Rahip Krallığı’nın) kuruluş tarihi tam olarak saptanamasa da pek çok önemli uygarlığa –Helen, Roma, Seleukos, Selçuklu vb.– ev sahipliği yaptığı belirlenmiştir.
Olba ve Dağlık Kilikia Bölgesi toprakları uzun zaman Zeus Tapınağı rahipleri tarafından yönetildikten sonra Seleukos hanedanından MÖ 296- MÖ 280 I. Seleukos Nikator Dağlık Kilikia’nın iki yerleşim yerini- Holmoi-Taşucu ve Olba- birleştirip Synoikismos adıyla yeni bir kent oluşturmuştur.
Tarihi boyunca sık sık korsan saldırılarına uğrayan bölge ve kenti korumak amacıyla MÖ 102 Romalı Marcus Antoinus, Kilikia’nın batısındaki Pamhhylia ve Pisidia’yı Asia’ya bağlamış ve yerli halktan Aba’yı Olba’ya kraliçe yaparak asayişi sağlamaya çalışmıştır.
Kentin huzurunu bozmaya devam eden korsan saldırılarını yıllar sonra yine Romalı MÖ 64 yılında Pompeius Magnus ortadan kaldırabilmiş ve bölgede tam bir Roma hâkimiyeti kurularak Tarsos- Tarsus’u Kilikia’nın başkenti yapmıştır.
Bir süre sonra korsan saldırıları tekrar başlayınca pek çok Kilikia kenti gibi Olba’da halk tarafından terk edilmeye başlanmıştır.
Yine Roma döneminde MÖ 19 yılında Roma İmparatorluğu’nun tek adamı Octavianus Augustus Kilikia’ya gelmiş ve bölgenin güvenliği için Roma barışı- Pax Romana’yı yürürlüğe koymuş, yerli kral ile kraliçeleri ödüllendirmiş, emekli Romalı askerleri bölgeye yerleştirip bölgede yeni bir Roma kolonisi oluşturmuştur.
1. yy. Mut- Claudiopolis, Göksu- Kalyadnos, Silifke- Selevkia- Seleukeia ad Kalykadnos özgür kent statüsünü alınca Olba Rahip Krallığı bağımsızlığını koruyabilmiştir.
Ticari olarak da önemli bir bölge olan Kilikia’da Hıristiyanlaşma faaliyetleri sırasında kentin önemi iyice artarak sürmüştür. Erken Hıristiyanlık dönemi yazılı belgelerinde Olba- Isauria piskoposluk merkezinin yanında diğer Kilikia psikoposluk merkezleri- Dioceasereia, Kelenderis ve Claudiopolis- gibi Antiocheia Patrikliği’ne bağlanmıştır.
Halen Olba Antik Kenti’nde çok sayıda tarihi yapı ve kalıntı –su kemeri (Aquaeductus) anıtsal çeşme (nymphaeum) tiyatro, nekropol alanı, sütunlu cadde, Tyche Tapınağı, tapınak mezar, manastır ve katedral– başlıca gezilip görülecek yerler arasında sıralanabilir.
7-8-6- Silifke- Mancınık Kale;
Gözetleme kulesi veya Akropol- Yukarı Kent olarak kullanılan kalede bulunan bir yazıttan buranın Olba Tapınağına bağlı rahipler tarafından ya dinsel amaçlı ya da tapınak arazilerini korumak için yapıldığı varsayılmaktadır.
7-8-7- Silifke ( Selefkis- Selevkia- Seleukeia ad Kalykadnos );
Mersin’e 85 km uzaklıkta Kalyadnos- Göksu Irmağı’nın kenarında ve Seleukia Antik Kenti kalıntılarıyla çevrili Silifke, Büyük İskender’in komutanlarından ve Suriye Krallığı’nın kurucusu MÖ 312 – MÖ 281 Seleukos I Nikator’un kurduğu bir yerleşim yeridir. Tüm Anadolu coğrafyasında Seleukos I Nikator kendi adına atfen Selefkis adıyla 9 kent kurmuştur.
Helenistik dönemde Seleukoslar ve Mısır kralları arasında sıkça el değiştiren Selefkis (Silifke) daha sonra Roma’nın eline geçmiş ve bu dönemde en güzel günlerini yaşamıştır.
395 yılında Roma’nın ikiye ayrılmasıyla Bizans toprağı olan kent,stratejik konumu nedeniyle Hıristiyanlık zamanında da önemi bir kat daha artmıştır. Silifke, Ayatekla sınırları içinde yer aldığı için de hac merkezine dönüşmüştür.
Daha sonra Arapların Anadolu’yu istilaları sırasında yağmalanan Silifke, 1471 yılında Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Silifke Kalesi;
Silifke İlçesi’nin batısında yer alan kale Helenistik ve Roma dönemlerine ait olmasına karşın bugün görülebilen kısımlarda Ortaçağ izleri dikkat çekmektedir.
185 m yükseklikteki kayalara oval biçiminde inşa edilen kalenin 23 burcundan 10 tanesi günümüzde de görülebilmektedir.
Kemerli galerileri ve iç içe geçmiş iki suru bulunan kalenin doğusunda, Bizanslılara ait 45 m uzunluğunda, 23 m genişliğinde ve 12 m derinliğinde bir sarnıç da yer almaktadır.
Mancınık Kalesi ile Silifke Kalesi arasında Seleukos krallarının bir de mahzenli şatolarının olduğu yapılan araştırmalarla ortaya çıkarılmıştır.
Silifke- Jupiter ( Zeus) Tapınağı;
Silifke, kent merkezinde etrafı sütunla çevrili tapınağın bugün sadece temel kalıntıları görülebilmektedir.
Bu kalıntılardan tapınağın daha sonra kiliseye çevirilerek bir süre de kilise olarak kullanıldığı varsayılmaktadır.
Ayrıca Silifke ve çevresinde Alâeddin ve Reşadiye camileri, Tevekkül Sultan Türbesi, Cambazlı Kilise bölgede gezilip görülmesi gereken tarihi mekanlardır.
Silifke- Aphrodias (Tisan ) Antik Kenti;
Silifke- Ovacık Köyü- Ovacık Burnu’nda iki limanlı Yunanca Aphrodite Yurdu anlamındaki Aphrodisias (Tisan) Antik Kenti’nde yapılan araştırmalardan yerleşim yerinin MÖ 7.yy. da bir Yunan kolonisi olarak kurulduğu ve MÖ 5. yy. da da Roma kolonisi olarak yoluna devam ettiği belirlenmiştir.
Yaklaşık 150 bin m2 bir alana yayılan kentin Toroslar tarafına doğu- batı yönünde MÖ 5. ve MÖ 4.yy.’da iki kale yapılmıştır.
MÖ 379- MÖ 374 yıllarında gümüş sikkeler basılacak kadar önemli bir kent olan Aphrodisias (Tisan) Helenistik dönemde muhtemelen korsan saldırılarından dolayı önemini yitirmeye ve boşalmaya başlamış, MÖ 4. yy. da da Perslerin yönetimine girmiştir.
Daha sonra Seleukialıların yönetimine giren kent, 1210 yılında Johannitler- Tapınak Şövalyelerinin eline geçmiştir.
Yoğun günlerinde Ovacık Yarımadası’nın güvenli limanını olduğu için Porto Kabalieri- Şövalye Limanı da denilen kent zamanla korsanlar, istilalar vb. ile önemini yitirmeye başlamıştır.
Roma ve Erken Bizans döneminde de eski önemini kazanamayan kentte halen ayakta kalan nekropol, 5. yy’a ait, St. Panteleimon’a adanan mimari bir yapı ve mozaik süslemeler ile üç nefli sütunlu bazilika günümüze kadar gelebilen tarihi kalıntılardandır.
7-9-1-Mersin- Cennet- Cehennem, Dilek Kuyusu ve Astım Mağarası;
Mersin’e 20 km, Silifke’ye 25 km uzaklıkta, (Korykos) Kızkalesi’nin 5 km kuzeydoğusunda, anayoldan 2 km içerideki Cennet- Cehennem- Dilek Kuyusu- Astım Mağarası’na giderken yolun iki yanında Paperon Antik kalıntılarının en önemli kısmı, ejderha Typhona’a karşı kazandığı zafer için için Zeus’a adanan ancak Hıristiyanlık Dönemi 4.ya da 5.yy.da adı belli olmayan kiliseye dönüştürülen tapınak, Bizans evleri ,iki katlı su kemerleri tapınak görülmektedir.
Kazılarda burada Olba Teukrid Hanedanlığı’na ait MS 1.yy.’da Kapadokya Arkelaos’a yollanan rahip listesi de bulunmuştur.
Doğal Sit Alanı ilan edilen Cennet- Cehennem- Dilek Kuyusu- Astım Mağarasımiyosen –23. ile 5.3 milyon yıl önce- dönemde yeraltı sularının kireç tabakasını eriterek tabanı ve tavan çökermesiyle oluşmuştur.
Cennet olarak adlandırılan ve 450 basamakla inilen doğal elips büyük çökük,200 m ile 90 m çaplarında ve 70 m derinliktedir.
Cennetin kuzeyinde ağzı kareye benzeyen 75×50 m ,128 m derinlikteki Cehennem Obruğuna Zeus alevler saçan 100 başlı ejderha Typhon’u Etna’ya yollamadan burada hapsettiği düşünülür. Cennetin içinden geçen tatlı dere suyu Narlıkuyu’da denize dökülmektedir.
Cennetin batısında da Dilek Kuyusu, Astım Mağarası yer almaktadır. Cennetin güneyinde yer alan Helenistik dönem Zeus Tapınağı, Dor stilinde yapılmıştır.
Mağaranın içindeki ilginç dikit ve sarkıtları görerek rahat bir nefes almak için 20 km lik bir merdivenden inmek ya da yeni yapılan asansörü kullanmak gerekmektedir.
Mağaradaki yeraltı deresi antik dönemlerden beri kutsal kabul edilmekte, girişindeki kilise Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde 5. yy. döneminde yapılan St. Paulos ve Meryem Ana’ya adanmıştır.
Dikdörtgen planlı kilisenin uzun kenarlarında altışar pencere boşluğu bulunmaktadır. İçinde keşiş odaları olan yapı kubbe ile örtülüydü. Ana apsisde kalan resimler havariler ve İsa’nın yaşamına aittir. Yapılar doğal oluşumları ve tarihsel geçmişleriyle bölgede en sık ziyaret edilen yerlerin başında gelmektedir.
7-10- 1- Pompeipolis- Soloi, Solipolis- Soli ve Viranşehir ;
Mersin’in Mezitli ilçesinde, anlamı güneş olan Soli’nin MÖ 700yıllarında Rodos’tan gelen ve güneşe tapan Dorlar tarafından kurulduğuna dair görüşler olsa da son yıllardaki kazılarda ele geçen bilgi ve belgelerden yerleşim yerinin tarihi MÖ 2000 Hitit dönemine kadar gittiği saptanmıştır.
O dönemdeki adının Ura ya da Ellipra olduğu varsayılan Soli, Kizzuwatna Krallığının batı kısmında yer almaktaydı.
MÖ 1500 yıllarındaSoli’nin etrafının kazamatlı (kasa tipi) sur duvarlarıyla çevrili olması yerleşim yerinin önemini göstermektedir. Ayrıca MÖ 1500- MÖ 1400 ve MÖ 1300’lü yıllara ait çeşitli yazılı kaynaklarda Luvice adlara, Targasna Beyi’nin kulp baskısına, asker Parnapi ile Muvazzi’nin mühür baskılarına ve yakma küp mezarlarına rastlanması Soli’nin geniş ve gelişmiş bir kent olduğunu düşündürmektedir.
Yine bu döneme ait tek renkli, kulplu, baskılı, ip, kafes ve dalga bezemeli kaplar ile kırmızı matara, şişe ve kol şeklindeki kaplarla, madencilik yapıldığının kanıtı kumtaşı maden kaplarının kazılarla ortaya çıkarılması son derece önemli tarihi belgelerdir.
Yine kazılarda MÖ 700- MÖ 600 yıllarına ait yöreye özgü ve Kıbrıs’da da üretilen seramiklerin ve Helenistik Tanrıça Kibele kalıpları bulunması kentin Yunan kültürü ve Kıbrıs ile ilişkisini düşündürmektedir. Bu dönemde kentte Rodos-Lindos kolonilerinin yaşadığı da bilinmektedir. Bu döneme ait Helenistik Tanrıça Kibele kalıpları bulunmuştur.
MÖ 64- MÖ 24 Strabon’a göre Ovalık Kilikya (Kilikia Pedias) ile Pamphilia’dan başlayıp Dağlık Kilikya’nın (Kilikia Trakheia) uç noktasıdır.
İki Kilikya arasında sınır yerleşim yeri Soli’ye kadar uzanan yüksek dağlar denize dik indiği için bu bölgede çok sayıda korunaklı liman- Selinos, Kadrous, Anemorium, Nagidos, Seton-Keton, Posideion, Salous, Myous, Kelenderis, Aphrodisias, Holmi- yer almaktadır.
MÖ 106 -MÖ 48 Roma İmparatoru General Pompeius dağlık Kilikya’da korsanlık yaparak kentlere ve bölgeye zarar veren halkı Soli’ye yerleştirmiş ve kentin adını da Pompeipolis- Pompeius’un Kenti olarak değiştirerek yerleşim yerini tekrar inşa ettirmiştir.
Her zaman önemli olan Soli limanından bu dönemde de zeytinyağı ticareti, kereste, madenlerin, askeri malzemeleri ulaşımı için kullanılmaktaydı.
MÖ 70 yılında kentin önüne yeni bir liman yaptırılmış ve kentin gelişimi için geriye 33 tanesi kalan Korint başlığa sahip 200 sütunlu, 360 m uzunluğunda, 15-30 m genişliğinde galerili büyük çarşı (cardo Maximus) bulunmaktaydı.
Bunlarla birlikte arkeolojik kazılarda Roma dönemine ait savunma kulesi platformları, yazıt parçaları, Aratos mezar anıtı, 10×10 alanda içinde urne (kül kapları), amphoralar, pythos ,larnaks, kiremit, lahit, toprak halka ait 50 mezarda ölü hediyeleri, pişmiş toprak ve cam koku kapları, boncuklar, sikkelerin bulunduğu mezarlığın sonunda münferit mezarlar da bulunmuştur. Ayrıca kazılarda tapınak, saray, tiyatro, hamam, suyolları, liman kalıntıları da son derece dikkat çekici buluntulardır. Tarihi süreç içinde gelişimi devam eden Soli- Pompeipolis Antik Kenti Hıristiyanlık döneminde de Kilikya’ya bağlı önemli bir Piskoposluk merkezi olmuştur. Daha sonra 353 yılında çok şiddetli bir depremle yıkılınca kentin adı Viranşehir olarak değiştirilmiş.
Kale köyünde bulunan tapınak yıkıntılarının nekropol, Kuyuluk’taki yeraltı mezarları antik kente ait oldukları araştırmalardan anllaşılmaktadır.
7-11-1- Erdemli- Elaiussa Sebaste Antik Kenti;
Mersin- Erdemli- Ayaş sınırları içinde kıyıdan 200 m içerde Elaiussa Adası’nda yer alan Elaiussa Sebaste Antik Kenti’nin ne zaman kurulduğu tam olarak bilinemese de MÖ 36, I. Archelaos’un yazlık başkentinin burada olduğu belirlenmiştir.
MÖ 1. yy. da sikke bastırılan bir yerleşim olması Sebaste Kenti’nin yüzyıllarca önemini yitirmeden varlık gösterdiğini belgelemektedir.
Roma İmparatoru Augustus, Elaiussa Antik Kenti’ne hediye olarak yeni yerleşim yerleri verdiği için onun adına atfen kent Sebaste olarak da anılmaya başlamıştır.
Daha sonra yine Romalı Antonios Pius (Commodus) tarafından kutsal ve otonom (özgür kent) olarak ilan edilen Elaiussa’da özgürlüğünün işaretlerini yansıtan sikkelerin basıldığı yapılan kazılardan anlaşılmaktadır.
Elaiussa’nın bir ara komşusu Korykos’un bir köyü olarak yalnızlaştırıldığına dair yazılı kaynaklar bulunsa da özellikle 2. ve 3. yy. belgelerinden Elaiussa ile Korykos arasında yoğun bir ticari ilişki ve rekabetin olduğu da bilinmektedir.
Doğal limanı ile ticari, ekonomik gelişimi artan Elaiussa, Roma döneminde Hıristiyanlığın yayılmasında öne çıkmış ve yeni dine katkı sağlamıştır. Bu döneminde parlak günler yaşayan Elaiussa, bölgedeki diğer yerleşim yerlerinin önüne geçerek Kilikya’nın en önemli kentlerinden biri olmuştur.
Ancak 260 yılında Sasanilerin saldırısı sonucu yağmalanan Elaiussa Sebaste artık eski parlak günlerine bir daha dönememiştir.
Kentte 2. ve 3. yy. kalorifer sistemi olan bir hamam inşa edilmiştir.Hamamıngirişindeki binayı inşa ettiren kadınların sağlık dileklerinin yazıldığı mozaik yazıt son derece ilgi çekici bir tarihi belgedir.
Ayrıca yapıya ait su kanalları, zeytinyağı işlikleri Elaiussa Sebaste’nin önemini ve büyüklüğünü ortaya koymaktadır.
Antik kentte yıllardır devam eden kazı çalışmalarıyla Anadolu’nun geçmişine de ışık tutabilecek bölge, dönem ve kente ait çok sayıda tarihi kalıntı, belge ortaya çıkarılmıştır.
Ayrıca Zeus Tapınağı, Roma dönemine ait nekropolün yanısıraiyi korunmuş ev ya da tapınak şeklinde aile mezarları, sade, kayaya oyulmuş, kaideli lahit çeşitleri ile çok sayıda Yahudi mezarı bulunmuştur.
Yahudi mezarlarının çokluğu Anadolu’da o döneme kadar var olan en kalabalık Yahudi cemaatlerinden birinin Elaiussa Sebaste’de yaşamışolduğunu gözler önüne sermektedir.
7-12-1- Mersin- Yumuktepe (Zephyrium) Antik Kenti ;
Kıbrıs ve Toroslar arasında Çukurova’nınMezopotamya girişinde yer alan Mersin/Yumuktepe ülkenin ve bölgenin en eski höyüklerden biridir.
Kesintisiz 9000 ya da 8000 yıllık yaşamın olduğu Yumuktepe’de yapılan kazılarda üst üste yığılarak 25 m yüksekliğe ulaşan 33 yerleşim tabakası bulunmuştur.
Ana yollar üzerinde olması Yumuktepe’nin çağlar boyunca ticari, kültürel alışverişin sürmesine neden olmuştur. MÖ 7000- MÖ 5000 neolitik döneme (cilalı taş) ait 4 tabakada ilk tarım faaliyetlerinin yapıldığı, ürünlerin silolarda saklandığı evcil hayvanlar, koyun, keçi domuz ve sığırın beslendiği belirlenmiştir. Ayrıca kazılarda renkli, iyi pişmiş çanak-çömlekler ortaya çıkarılmış ve hoker gömme mezarlarına rastlanmıştır.
MÖ 4500 yine neolitik dönemde surlarla çevrili dünyanın ilkkalesinin yapılması, teknolojik gelişmeler ve ilk toplum hiyerarşisinin saptanması son derece önemli tarihi bilgilerdir.
Kalede prehistorik döneme ait taş ve polikrom (çok renkli) seramikler, volkan camından (obsidyen) ve erimiş bakırdan yapılan aletler ile balta, keser, iğne gibi araç-gereçlerin yanında pek çok değerli buluntu ortaya çıkarılmıştır.
Tunç çağında Yumektepe haklının MÖ 3000-MÖ 1200 yıllarında Hitit etkisinin görüldüğü Kizzuwatna Devleti’ne ait bir yerleşim yeri iken kendi ürettikleri yanında dışarıdan gelen eşyaları kullandıkları bilinmektedir.
Ticari eşyalar, depas denilen içki kapları, meyve kaseleri , mezar odaları, zeytin, üzüm gibi tarım ürünleri, evcil hayvan kalıntıları ile faaliyet izleri III. ve IV. tabakada görülmüştür.
Mersin ve Yumuktepe MÖ 1200 yıllarında Mısır’dan gelen kavimlerden Asurlular ile batıdan gelen denizci halklar (koloniler) tarafından tahrip edilerek el değiştirmiştir.
MÖ 1150- MÖ 500 Demir çağı döneminde Yunan, Kıbrıs ve Fenike izleriticari, kültürel yaşam üzerinde etkili olmuştur. Aynı süreçte Helen etkisi amforalara yansırken kuru erzak, şarap ve zeytinyağı yine bu dönemde ticaretinin arttığı da belirlenmiştir. Ticaret Kıbrıs, Kuzey Suriye, Eğe ve Yunan adaları arasında artmıştır.
Erken Roma döneminde kenteŞafak Tanrıçası Eos’un (Arora) çoçuklarından biri Zephyrios’dan dolayı anlamı meltemlik (batı rüzgarı) olan Zephyrium denilmiş. Daha sonra Roma imparatoruHadrian tarafından kentin adı Hadrianapolis olarak değiştirilmiştir.
Kıyılara görkemli anıtlar yaptırmayı seven Romalılar zamanında Yumuktepe’de bir köy yerleşimi dikkat çekmektedir.
Ortaçağda MS 1000-1300 yılları arasında surlarla çevrili bir köy olan Yumuktepe’de bu döneme ait yol kalıntısı, özensiz mimari eserlere rastlanmıştır.
Daha sonra Bizans döneminde ekmeklik buğday ve diğer buğday türleriyle incirin kurutulup yoğun tüketildiği belirlenmiştir. Ayrıca bakla, kiraz, vişne, nar ve badem de dönemin en çok tüketilen ürünlerdendir.
Daha sonra bölge ve kente gelen Hıristiyanlık ve İslam dönemine ait kalıntılar da yerleşim yerinde bulunmuştur. Osmanlı dönemi 1870 yılına ait salnameler (yıllık) bulunmuştur. Bu yıllıklarda Fransa, İngiltere, Mısır ve Rusya’ya darı, pirinç, pırasa, tütün, soğan, patates, ceviz, kavun, karpuz, ayva, armut, şeftali, limon ve portakal gönderildiğini öğreniyoruz.
Kalkolitikten, Hitit’e ve Bizans dönemine kadar etrafı surlala çevrili Yumuktepe, 10 km güneyindeki komşusu Solipolis deniz ticaretinde öne geçince eski önemini yitirmiş ancak kalesi ortaçağa kadar kullanılmıştır.
Zephyrium’a ait Horasan duvar kalıntıları, mermer aslan başı, mermer sütunlar, sütun başları ve Yumuktepe’de çıkarılan diğer eserler Mersin ve Adana müzelerinde sergilenmektedir.
7 -13-1- Mersin-Adam Kayalar ve Kanyonu;
Adam Kayalar ve Kanyonu, Taşeli, antik taşlık Kilikya içinde Limonlu Köyü yakınlarında yer almaktadır.
130 km uzunlukta, denizden 2000 m yukarıda Toroslardan doğan Lamos’un (Lamos- Limonlu Çayı) hayat verdiği kanyon, bölgeyi taşlık-dağlık ve ovalık Kilikia olarak ikiye ayırmaktadır.
MÖ 8. yy. Asur tabletlerine göre kanyonun en eski sahiplerinin Hitit kökenli MÖ 1770- MÖ 1200 yıllarında Kizzuwatnalılar olduğu anlaşılmaktadır.
Muhteşem bitki örtüsüne sahip kanyon bitip tükenmek bilmeyen oyuk, yarık, obruk, dehliz ve yarıklardan oluşmaktadır.
Günümüze kadar yerel halklar tarafından kullanılagelen kanyonda Romalılardan kalma su tünelleri 3500 yıl önce yapılan taş patikaların arasından halen dikkat çekmektedir.
Kanyon sayesinde Romalılar 450 yıl Korykos’u (Kızkalesi) ellerinde tutabilmiştir.
Roma dönemine ait 150- 200 m yukarıda yamaçlardaki kayalara oyulan 11 erkek, 4 kadın, 2 çocuk ve bir de dağ keçisi kabartması hala tüm canlılığı ile görülebilmektedir.
Kanyondan Şeytan Deresi, Kayacı denilen mevkilere yürüyebilenleri bölgenin manzarası bugün de büyülemeye devam etmektedir.
Burada Romalılardan kalma su dağıtım istasyonlarının taş kalıntıları da bulunmaktadır.
Heykellerin yakınındaki Neapolis’de (Kanlıdivane) 2. yy. Bizans bazilikaları, kadın ve erkek figürleri işlenen kaya mezarları, lahitler, Helenistik kule, sarnıçlar ve 408- 450 yıllarında Bizans zamanında suçluların atıldığı obruk bulunmaktadır.
Ayrıca Mersin- Silifke, Tarsus, Gülnar ve Anamur yakınında diğer görülebilecek yapı ve yapıtlardan; Roma Hamamı- Kemeraltı, Karaduvar, Ayaş, Lampron (Namrun Yaylası), Narlıkuyu, Jüpiter ( Zeus Tapınağı), Cennet- Cehennem Mağaraları, Çukurpınar Mağarası, Korikos Kalesi, Aslanköy Kaya Mezarları, Gülnar- Kirşu- Meydancıkkale, Akamenid dönem MÖ 6. yy anıtsal duvarlar, mezarları, MÖ 4. yy. Aramice yazıtlar, MÖ 3- MÖ 2. yy. Helenistik döneme ait sarnıçlar ile rampalar ile Silifke Müzesi gezilmesi gereken yerlerdendir.
Mersin ve çevresindeki pek çok kazı alanı bölge hakkında geçmişten geleceğe ışık tutmaya çabalamaktadır.
Bu kazılarda ele geçirilen sayısız değerli yapıt, başta Mersin, Tarsus, Silifke, Anamur, Narlıkuyu Mozaik Müzeleri’nde sergilenmektedirler.
7-13-1- Tarsus- (Tarşit- Tarzu);
Çukurova’yı Anadolu’ya bağlayan en önemli kavşak olan Tarsus, bazı kaynaklara göre eski Yunan halklarından Argoslular ya da Zeus’un oğlu, cesur ve güçlü Herakles tarafından kurulduğu varsayılmaktadır.
Ancak yapılan bilimsel araştırmalar ve kazılar sonucunda Asurluların Tarzu, Hititlerin de Tarşit dedikleri yerleşim yerinin Tarsus olduğu ve kentin MÖ 3000- 2000 yıllarında da varolduğu belirlenmiştir.
Kentin kökenininde Yunan ve Helenistik dönemin izlerine rastlansa da Prusalı (Bursa) Dio’nun 1. yy. da kentteki söylevinde halka Akdeniz kavmi MÖ 1000 -MÖ 300 Fenikeliler diye seslenmesi, kentin Yunanlılara hiç benzemeyen adetlerden, giyimden bahsetmesi kentlilerin kökenin de Fenikelilerin de olduğu sonucu da çıkmaktadır.
Kral Yolu üzerinde üzerindeki olduğu için gelişimi aralıksız devam eden Tarsus’da MÖ 6. yy. Çukurova Prensliği’nin merkezi olmuştur.
MÖ 6. yy.sonunda Pers, MÖ 4. yy. Makedon İskender’in kente girmesiyle Tarsus’un Helenleşmeye başladığı, MÖ 67 yılından sonra da Romalı Komutan Pompeius korsanları bölgeden kovunca kentin Roma’ya bağlandığı bilinmektedir.
MÖ 1. yy. Kilikya ile Suriye’nin başkenti olan Tarsus’da 395 yılında Doğu Roma- Bizanslılar yaşamıştır.
Antik çağda deniz kenarında bir yerleşim yeri olan Tarsus’un denize açılan nehir yataklarıyla deniz ile karayolları birleşmiş, böylece kent tarım, ticaret ve kültürün de merkezi haline gelmiştir.
Tüm bu uluslarla ticari, dini, kültürel anlamda değişen ve gelişen Tarsus’a MÖ 66 Roma döneminde, önemli kentlerin sahip olduğu onursal Metropolislik ünvanı verilerek Kilikya eyaletinin merkezi yapılmış ve bu dönemde son derece parlak günler yaşamıştır.
Parlak döneminde nüfusu 450 bini geçen Tarsus’da pek çok şair, filozof, yazar, bilim insanı yaşadığı bilinmektedir. Ayrıca 200 bin ciltlik kütüphane ile çok sayıdaki üniversitenin de olması Tarsus’nun önemini ve gelişmişliğini göstermektedir.
Roma yasalarına göre yönetilen ve özgür bir kent olan Tarsus, MÖ 63 Strabon’a göre felsefe ve tüm eğitici dersler içeren okullarıyla dönemin önemli kentlerini -İskenderiye, Atina vb.- geride bırakmıştı.
Üniversitelerdeki tüm hocaların Tarsuslu olması da kentin kültürel önemini göstergesi kabul edilmektedir.
Ayrıca bazı Tarsuslu hocaların diğer kentlerdeki üniversitelerde aranan hocalar oldukları yönünde belgelere de rastlanmaktadır.
Tarsus denize yakın olmamasına karşın Kydnos (Berdan) Tarsus Çayı ile gemilerin kente kadar gelebildiği, göl gibi bir limana sahipti.
Ortaçağ’daTarsus’un etrafı hendeklerle çevrili olduğu bilinmekte ve zamanla sayıları üçe düşse de (Dağ, Deniz, Adana) o dönemde kente beş kapıdan girilmekteydi. Kenti çevreleyen surların sık sık onarılması Tarsus’un bu dönemdeki önemini ortaya koymaktadır.
Mısır Kraliçesi MÖ 41 yılında VII. Kleopatra’da Berdan Çayı üzerinden Deniz Kapısı’ndan kente girerek Gözlükule yakınlarında General Antonius ile buluşmuştur.
Roma döneminde ortaya çıkan Hıristiyanlığın yayılma döneminde de Tarsus, en önemli yerleşim yerlerinden biriydi. Özellikle Tarsuslu Paul, İsa’nın öğretilerini din haline getiren en önemli kişiliklerin başında gelmekteydi.
Roma dönemi sonunda resmi din olarak Hıristiyanlığın kabulü ile önemi gittikçe artan Tarsus, İsa’nın ilk havarilerinden 5- 67 St. Paulus’un (Paul) da dini öğretileri yayma sırasında en çok zaman geçirdiği kent olduğu bilinmektedir.
Antik dönemde ailenin kökenine bakılarak yurttaşlık alındığı için eğitimini Kudüs’te tamamlayan ve farklı kentlerde zamanını geçiren St. Paul, Hıristiyanlığı kabul ettiği için Kudüs’ten çıkarılmış ve ailesinin vatandaşı olduğu Roma kenti, Anadolu yaylasına girilen en önemli kapı Tarsus’a gelmiştir.
Burada Barnabas tarafından Antiokheia’ya götürülene kadar kalmıştır. St. Paul Hıristiyanlığın Anadolu’da yayılma sürecinde seyahatleri ve vaazlarıyla en önemli kişilerden biri olmuştur.
Bu dönemde kentte Paulos Tapınağı, kral sarayları, pazar yerleri, caddeler, köprüler, hamamlar, çeşmeler, havuzlar ve akarsu sahilinde gençler için gymnazyum ve stadyum inşa edilmiştir.
Daha sonra 7. yy. Anadolu’yu istila eden Arapların da eline geçen Tarsus, 1071 yılında Selçuklu, 16. yy. da Osmanlı topraklarına dâhil edilmiştir.
Osmanlı döneminde, Mısır’dan getirilen uzun lifli pamuklar ekilerek bataklıkların kurutulması, yeni su kanallarının açılması Tarsus’a verilen önemi bir kez daha göstermiştir.
Bugün Mersin- Adana arasında halen önemli bir kavşak noktası olan Tarsus bir zamanlar deniz kıyısında bir yerleşim yeri iken alüvyonların kıyıyı doldurması sonucu artık denizden oldukça içeride yer almaktadır.
Halen kentteki en önemli ziyaret yerleri; Vatikan tarafından hac yeri ilan edilen ve her yıl çok sayıda Hıristiyan’ı bölgeye çeken Saint (Aziz) Paul’ün Evi (Kilisesi) ve Kuyusu ile Müslümanlar içinde önemli bir ziyaret yeri Eshab-ı Keyf Mağarası kabul edilebilir.
Tarsus’ta görülmesi gereken yerlerden; Kleopatra Kapısı, Jüstinanos Köprüsü, İskender ve Roma hamamları, su terazisi, kervansaray ve Ulu Cami gelmektedir.
7-13-2- Tarsus Şelalesi;
Kıvrıla kıvrıla Akdeniz’e ulaşan Kydnos (Tarsus Çayı) Berdan ( Soğuk Su) Irmağı alüvyonlarıyla Tarsus’u sadece verimli ovanın bir parçası yapmamış aynı zamanda kente nefes aldıran bir şelaleyi de yerleşim yerinin 4 km kuzeyine eklemiştir.
Strabon, Kydnos Irmağının kente girmeden önce derin bir boğazdan geçtiği için suyunun hızlı bir akıntı oluşturduğunu ve suyunun da soğuk olduğunu yazar.
Soğuk sulu ırmağın yanına bir gymnasyum yapılarak gençlerin, zaman zaman da hayvanların kaslarında sıkıntı olunca suya girerek rahatladıklarını belirten yazılı kaynaklar mevcuttur. Hatta İskender de bu ırmağa şifalanmak amacıyla girdiği de bilinmektedir.
Bizans İmparatoru 527- 565 Justinyen tarafından yatağı değiştirilerek yüksek bir çağlayana dönüştürülen şelalenin yakınında nekropol alanı, basamaklı ya da rampalı (dromos) oda mezarları da bulunmaktadır.
Kenti su taşkınlarından korumak için bugün yaklaşık 15 m yükseklikteki konglomera kayalıklardan dökülen su, özellikle kış ve bahar aylarında karların erimesiyle en yoğun debisine ulaşmaktadır.
Şelale, yaz günleri kent halkı ve kenti gezmeye gelenlerin serinlemek için en çok uğradıkları yerlerin başında gelmektedir.
7-13- 8- Tarsus-Antik Cadde (Batı Caddesi):
Bugün Tarsus’un merkezinde yer alan Batı Caddesi ya da Antik Cadde, 2500 yıl öncesinden başlayarak Ortaçağ başlarına kadar aktif olarak kullanıla gelmiştir.
Antik Cadde’nin Büyük Pompeius, St. Paul, Cicero, Julius Casear (Augustus), Athenedoros, Nestor, Kleopatra, M. Antonius, Augustus ve Hadrian tarafından da kullanıldığının bilinmesi insanların gözünde kentin ve caddenin tarihsel değerini arttırmaktadır.
Döneminin en ünlü caddesinin mimarisi Anadolu’daki diğer yollardan farklı olarak, 2.5 m genişlikteki bazalttan ve poligonal teknikle yapılmıştır.
Halen 68 m lik bir kısmı ortaya çıkarılan 7 m genişliğindeki caddenin balıksırtı formu, iki yanındaki yağmur sularını toplayan su kanalları ve hemen altındaki kanalizasyon tertibatı ile görülmeye değer niteliktedir.
Ayrıca caddenin batısında sütunlu bir platform, doğusunda da caddenin yapımından sonraki döneme -4. ya da 5. yy.– ait olduğu sanılan mozaik avlulu bir Roma evi de bulunmaktadır.
7-13-3- Tarsus St.Paul-Aziz Paulos Kilisesi:
St.Paul, 3. yy. da Tarsus’da Yahudi olarak doğmuş, 36 yılında İsa ile karşılaşmış daha sonra Hıristiyanlığı kabul edip, dinin öncülerinden Barnabas ile Hıristiyanlığı yaymak için çabalamıştır. Hıristiyanlık resmi din olarak tanındıktan sonra 4. yy. ya da 5. yy. Bizans İmparatoru Constantin tarafından yaptırılan kiliselerinden biri olduğu kabul edilmektedir.
St. Paulos adına ülkenin pek çok yerinde çok sayıda kilise yapılmıştır. Tarsus’da yapılan ve günümüze gelebilen iki kiliseden de biridir.
Ayrıca kiliseyi Paulos’un yaptığı ve bahçesine kendisinin ağaç diktiği de varsayılır. Kilise 1862 yılında yenilenerek bugünkü halini almıştır.
Kuzey yönünden anıtsal kapıyla girilen dikdörtgen planlı, üç nefe ayrılan kilisenin girişinde sağ-sol yanlarda birer yarım sütun ve batısında 4 serbest sütun taşımaktadır.
İçinde bir de ahşap asma kat bulunan kilse 460 m2 alana sahiptir.
Kilisenin moloz örtülü orta mekanındaki tavanda gök mavisi renginde, köşeleri bitki motifleriyle süslü bir sundurması bulunmaktadır. Yuvarlak pencerenin yanında iki melek tasviri ve manzara resimleri bulunmaktadır. Üçgen içerisinde bir göz motifi, önden görülen kırmızı, mavi kıyafetli sağ elini öne uzatan İsa ve müjdeli, İncil yazarı, dini yayan, vaiz denen evangelistler yani 4 incil yazarı- boğa şeklinde Lukas, Matheus- Mattios, kartal şeklinde Yohannes, Markos- Marcos- dikkat etmektedir. Kilisenin zemini siyah beyaz mermer kaplanmıştır.
Çan kulesi kuzeydoğu köşesine eklenen kilisenin bahçesinde büyük bir kuyu vardır.
Hıristiyan nüfus kalmayınca bir dönem askerlik şubesi, lojman olarak da kullanılan kilise daha sonra restore edilerek müzeye çevrilmiştir.
7-13-4- Tarsus St.Paul-Aziz Paulos Kuyusu;
1.yy.da Yahudi bir Roma vatandaşı olarak MS 3 yılında Tarsus’da doğan Saint Paul, o dönemde iyi bir filozoflara ve öğretmenlere sahip Kudüs ve Tarsus’da oldukça iyi eğitim almıştır.
Paul bir süre baba mesleği çadır bezi dokumacılığı yapmıştır.
Hıristiyanlığın Anadolu’da girdiği ilk yıllarda yeni dini kabul edip onu yaymaya başlamıştır. Ölümün ardından Aziz kabul edilen Paul, halen Hıristiyanlığın en önemli sembollerindendir.
Çarşı içinde, dönemin en önemli antik caddede yer alan Saint Paulos’un evi olduğu kabul edilen avlunun bahçesinde bulunan kare biçimli, kesme taştan yapılan 18 m derinlikteki kuyunun ağzı silindir bir taşla kapalıdır. Hıristiyanlar Kudüs’e gitmeden önce uğrayıp şifalı ve kutsal suyunu içtikleri kuyu ve çevresi son dönemde restorasyon yapılarak müzeye çevrilmiştir.
Hıristiyanlar tarafından ruhani bir anlam ifade ettiği için UNESCO Dünya Miras Listesi’ne aday (2020) olarak gösterilmektedir.
Tarsus-Ortodoks Rum Kilisesi;
Cumhuriyet caddesinde yer alan kilise, 1850 yılında kentteki Rum nüfus tarafından yaptırılmıştır. Kesme taşla kaplı, kabir kiliseye batıdan üç sivri kemerli girişten girilmektedir. Ana binada yer alan nişan odasının karşısındaki haç planlı kapıdan da ana binaya ulaşılır.
Kilisenin kuzeydoğusunda tahrip olduğu gözlenen çatıya kadar yükselen yuvarlak dört sütunun taşıdığı çan kulesi dikkat çeker.
Kilisenin önemli kısımlarını yanında iki pencere bulunan kemerli mermer kapı, apsisli kapı dikkat çekmektedir. Apsisin üzerindeki tavandaki melek figürleri ile orta bölümdeki havaların işlediği freskler oldukça dikkat çekici olarak halen görülmektedir.
7-13-5- Tarsus- Mesire Yerleri;
Tarsus ve çevresindeki en önemli mesire yerleri ve yaylaları –Baraj, Karabuçak, Çamlıyayla ( Namrun ) çıkarken Okalüptüs ve çam ormanlarıyla kaplı tepeleri- Yavşan, Deve, Saçmagediği, Şahinkaya, Güreş, Depel, Çocak, Tozlu vb.– ve bölgeyi sularıyla canlandıran Cehennem Deresi tam bir doğa harikasıdır.
7-13-6- Tarsus- Kleopatra ( Deniz- İskele) Kapısı;
Kentin girişinde yer alan Bizans Dönemi’ne ait üç kapıdan – Dağ, Adana ve Deniz- girilen ve bugün kentin simgesi olan anıt kapıdan Romalı komutan MÖ 83- MÖ 30 Marcus Antonıos ile Mısır Kraliçesi VII. Cleopatra denizden geçerek görkemli saltanat kayığı ile törensel bir yolculukla Tarsus’un limanı, Gözlükule’de MÖ 41’de buluşmuşlardır.
Cleopatra, atlas yelkenli gemileriyle o zamanlar bir kıyı kenti olan Tarsus’un Berdan Çayı’nın gölüne demirlemiş ve kente şaşalı bir törenle girmiştir. Günlerce süren törenler kente girilen bu kapının altında başlamıştır.
Kenarı at nalı şeklinde, 6,17 m yüksekliğinde, 6,18 m derinliğindeki kapının yapımında kesme taş ve Horasan harcı kullanılmıştır.
Kentin doğu yönüne açılan ana kapı, Tarsus’un surlarından geriye kalan tek yapıdır.
Evliya Çelebi’ye göre İskele Kapısı da denen limana yakın olan kapıya çeşitli dönemlerde, Deniz Kapısı ya da dönemin en önemli kentlerinden Seleukia güzergâhında olduğu için Silifke Kapısı da denilmiştir.
Kapı, 19. yy. gezi notlarında St. Paul Kapısı olarak da anılsa halen Kleopatra Kapısı olarak kentin önemli sembollerinden biridir.
1835 yılında Mısır Valisi İbrahim Paşa tarafından yıktırıldığı için bugün tek kemerli yarım daire biçimindeki kapı da son yıllardaki kötü yenileme çalışmasıyla orijinalliğini yitirmiştir.
7- 13- 6- Tarsus- Eshab-ı Kehf (Yedi Uyurlar Mağarası);
Tarsus’a 14 km uzaklıkta Dedeler Köyü (Endülüs Dağı) eteklerindeki Eshâb-ı Kehf (Yedi Uyurlar Mağarası), Müslüman ve Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen mağaraların en bilinenlerinden biridir.
Bu mağarada yaşanıldığı iddia edilen olaylara hem Müslümanlar hem de Hıristiyanların inanması, Kuran-ı Kerim’deki Kehf suresi, 9-26 ayetlerinde adının geçmesi bu mağaranın önemini daha da arttırmaktadır.
Pagan ortamda ortaya çıkan tek tanrılı yeni dine inanan Hıristiyanların Putperest Rum Hükümdar Dakyanus’un eziyetlerinden çektikleri halk arasında efsaneleşerek anlatıla gelmiştir.
Tam olarak hangi tarihte yaşandığı bilinmeyen olay, zaman içinde farklı şekillerde anlatılsa en rağbet göreni ; Tarsuslu yedi genç Müslüman adları –Meksemlina, Yemliha, Mislina, Mernuş, Debernuş, Şazenuş- Hıristiyan adları- Kefeştatayyuş, Maksimyanus- Malkus-Margus, Martininanus, Konstanitnos, Dionisyus, Yuhanis ve Süresiyu- ile köpekleri Kıtmır’in bu mağarada 309 yıl uyuyarak dönemin yasaklarına karşı koyma şeklinde olarak anlatılagelen biçimde olanıdır.
Halen pek çok inanan tarafından ziyaret edilen doğal bir çöküntü sonucu oluşan 300 m2 lik alana sahip10 m yükseklikte, 15 basamaklı bir merdivenle inilen mağaranın hemen üzerinde 1873 yılında, Abdülaziz tarafından bir de cami yaptırılmıştır.
Arapça Mağara Dostları anlamına gelen Eshab-ı Keyf Mağarası ve çevresi son yıllarda yapılan düzenlemelerle de Tarsus’un önemli turizm merkezlerinden biridir.
7-13-6- Tarsus-Ulu Cami;
Kentin en işlek merkezinde yer alan Ulu Cami, 1579 yılında Ramazanoğlu ibrahim Bey tarafından St. Pierre Kilisesi üzerine yaptırılmıştır.
Arap istilalarıyla zarar gören kilise, Osmanlı döneminde camiye çevrilen yapının tipik bazilika planı dikkat çekmektedir. Kesme taştan 47×13 m boyutlarında inşa edilen caminin tek minaresi dikdörtgen planlıdır.
Revaklı avluya sahip camiye kuzey yönünden taç bir kapıyla girilir. Beş kapılı büyük yapının ibadet mekanı üç nefle birbirinden ayrılır.
Zemini siyah ve beyaz mermer kaplı caminin Osmanlı tarzı mukarnas mermer mihrabı son derce ilgi çekicidir.
Caminin 16 kubbesini iran kemeri adı verilen sivri kemerlerle birbirine bağlı baklava motifli sütunlar taşımaktadır.
Camiye bitişik türbede Şit Aleyhisselam, Lokman Hekim ve Halife Memun’un mezarları bulunmaktadır.
7-13-6- Tarsus- St.Paulus Kilisesi (St.Paulus Katedrali- Eski Cami);
Antik cadde yakınında, kent merkezi (Çarşıbaşı) civarındaki cami, önceleri eski ama Hıristiyanlık için son derece önemli bir yapı- 1102 yılına ait St. Paul Katedral, 1415 yılında Ramazanoğlu Ahmet Bey tarafından camiye çevriltmiştir.
Tipik Roma Dönemi yapısı olan bina kalın yüksek duvarlara, dar ve derin pencerelere sahiptir. Geniş iç hacim yapıyı ferah göstermektedir. Ayrıca yapının dikkat çekici yüksek sütunları binayı gösterişli kılmaktadır.
Eldeki kalıntılara göre, üzerine kurulduğu söylenmektedir.
Bazı kaynaklarda, Ortaçağ başlarında buradaki Ayasofya Kilisesi’nde Papa’nın elçisi Mainz Piskoposu Konrad Von Wittelsbach’ın 6 Ocak 1198’de, Ruppenlerden l. Leon’u Ermeni Kralı olarak taç giydiğinden de bahsedilmektedir.
Ayrıca 1704’de Tarsus’a gelen Fransız seyyah Paul Lucas’da yazılarında burada bir Yunan ve bir Ermeni kilisesinin olduğunu ve Ermeni kilisesini St. Paulus’un yaptırdığını, 1851 yılında da V. Langlois’un bu kiliseyi ziyaret ettiğini belirtilmesi bu yapının dönemsel önemini göstermektedir.
460 m2 alanıyla geniş bir mekana sahip yapının yüksek duvarları halen açıkça görülebilen Roma tarzı kesme taştan kalın dar alınlıklı süslü giriş kapısı bu bilgilerin kanıtı sayılabilir.
Ayrıca iç mekânı 19.30 x 17.50 m boyutunda oldukça geniş kilisenin üç nefle ayrılan salonunun sağ ve solunda birer yarım plaster, antik döneme ait gri granit sütunlar bulunmaktadır.
12,60 m ölçüsündeki orta salonun tonozlu tavanının ortasındaki Hz. İsa, Yohannes, Mattaios, Marcos ve Lucas’ın freskleri son derece dikkat çekicidir.
Yanında bir de çan kulesi bulunan kilise zamanla çevre düzenleme faaliyetleriyle büyük bir restorasyon geçirmiştir.
Kilisenin sonradan bazı özellikleri değiştirilip minare eklenmiş ve 1415 yılında, Ramazanoğlu Ahmet Bey tarafından camiye çevrilmiştir.
Tarsus’taki diğer önemli dini yapılar; Makam-ı Danyal Cami, Ramazanoğulları dönemine ait Ulu Cami, Kubad Paşa Medresesi ile Bila-i Habeş Makamı ve Mescidi, Mencek Baba Türbesi, Duatepe Türbesi, Mehmet Felah Türbesi de gezilip görülmesi gereken ilgi çekici mekânların başında gelmektedirler.
7-13-7- Tarsus- Gözlükule;
Tarsus’un güneyinde yer alan Gözlükule’nin tarihi, MÖ 5000- MÖ 3000- MÖ 1200 neolitik, kalkolitik ve bronz çağlarına kadar gitmektedir.
Bölgeye ve höyükte yaşayan uluslardan- Hitit, Asur, Hellen, Roma, Bizans, Abbasi ve Selçuklu- geriye çok sayıda buluntu kalmıştır.
Gözlükule’de cilalı taş, bakır ve yeniçağ dönemine ait 33 tabakadan çıkarılan yapıtlar halen Adana müzelerinde sergilenmektedir.
Önceleri hamam ve tiyatro olarak kullanılan mekanların sonradan rekreasyon alınana dönüştürüldüğü yapılan araştırmalarla ortaya çıkarılmıştır.
7-13-9- Tarsus Roma Tapınağı (Dönüktaş, Donuktaş);
Önemi yeterince kavranmadan düzensiz kentleşme sonucu evlerin arasına sıkışıp kalan yapının 2. yy. sonlarına doğru inşasına başlandığı, ancak bitirilemediği anlaşılmaktadır.
Büyük bir kaya kütlesini andıran ve bölgenin en büyük mabedi olan yapının kime atfedildiği tam olarak bilinmemektedir.
Ancak yazılı kaynakların bazılarına göre, MÖ 612- MÖ 605 Asur Kralı Sardanapal’ın mezarı ya da bir Roma dönemi mabedi olduğu düşünülmüştür. Ancak 18. yy. kadar pek ilgi çekmeyen yapı, bu dönemden sonra çeşitli araştırmalarla hakkında daha doğru bilgilere ulaşılmaya başlanmış.
Tapınağın 2. yy.-Hadrian- Septimius Severus dönemindeki Side N1-N2 tapınakları, M binası, tiyatro ve Tykhe Tapınağı’nın mimari özelliklerine bakılarak 96- 180 Antoninler dönemi özellikle de bu dönemin sonu sayılan Kommodus zamanına tarihlenebileceği ve yapının imparator kültü ile ilgili olduğu saptanmıştır.
Tapınaktaki 100 x 43 ölçülerindeki, 8 m lik, dikdörtgen planlı mimari parçalar ve Roma betonları dev kütleyi daha da ilginç hale getirmektedir.
7-13-10- Tarsus- Kırkkaşık (Beyaz Kaşık) Bedesteni;
Ramazanoğlu İbrahim Bey tarafından1579 yılında kesme taştan yaptırılan, doğu-batı yönünde dikdörtgen planlı, 25 odalı, 7 kubbeli yapı, yan tarafındaki kaşık figüründen dolayı Kırkkaşık Bedesteni adını almıştır.
Yapı, bir süre medrese ve aşevi olarak kullanılsa da daha sonra çarşı olarak hizmet vermeye başlamıştır.
iki büyük kapıyla girilen bedestenin içinden merdivenlerle çıkılan iki de kulesi vardır. Kubbeyi taşıyan kemerler sivri, giriş kapılarının kemerleri ise yayvandır.
1954 yılında onarılarak halen Kapalı Çarşı olarak kullanılan Kırkkaşık Bedesteni’ndeki dükkânlarda yöresel ürünlerin yanında çok sayıda farklı malzemelerden –seramik, ahşap, bakır, gümüş, deri, dokuma vb.-hediyelik eşyalar ile yiyecek ve içecekler satılmaktadır.
Bedestenlerin yanında ilçelerdeki kervan yolları üzerinde yapılan han ve kervansaraylarda –Anamur-Tol Kervansarayı, Akarca Hanı, Altı Kapı Han, Mut- Sartavul hanları zamanla yıpransalar da dönemlerinin izlerini taşıyarak günümüze kadar gelebilmiş tarihi yapılardır.
Tarsus-Roma Hamamı-Kemeri (Altından Geçme);
Kent merkezinde zamnında büyük bir kemer ikken halen bir kısmı kalan tuğla örülü kemer ve hamamdan kalan kısımlar halen evlerin arasında kalmıştır. Roma dönemine ait olduğu yapılan araştırmalardan yapılar kente terazilerle su getirmekte ve bu sulara hamamda da kullanılmaktaydı.
Tarsus- Justinianus Köprüsü (Baç Köprüsü);
Tarsus girişinde yer alan Tarsus Çayı üzerindeki üç gözlü köprüyü Bizans İmparatoru Jüstinianus yaptırmıştır. Bir dönem para verilecek geçilen köprüde parayı alanlara Baç denildiği için zamanla Baç Köprüsü olarak da anılan yapının kalıntıları halen görülebilmektedir.
Tarsus- Bilali Habeşi (Makamı)Mescidi;
Arapların kenti işgali sırasında Hz. Muhammet’in müezzini Bilali Habeşi, ezan okuyup namaz kıldırmış. Aynı yerde daha sonra mescit ve kuyu yapılmıştır. Ulu Cami yakınındaki mescit zamanla Bilali Habeşi (Makamı)Mescidi olarak anılıp kutsal sayılmıştır.
Kare planlı, üç bölümlü ve üstü üç kubbeyle örtülü mescidin içinde bir de lahit bulunmaktadır. Mescit en son 2013 yılında restore edilerek halkın ziyaretine açılmıştır.
Tarsus-Eski Hamam;
Altından Geçme, Roma Hamamı’nın bittiği yerde yer alan yapım tarihi tam bilinmeyen ancak kitabesine göre 1873 yılında onarım gördüğü bilinen Eski Hamam’da efsaneye göre Şahmeran kesilmiştir. Kan izleri duvarda görüldüğüne inanıldığı için Şahmerdan Hamamı da denir.
Yerel taşlarla inşa edilen hamamın tipik Roma Hamamı mimarisi dikkat çekmektedir.
Tarsus- Kubat Paşa Medresesi
Ramazanoğlu Beyi Kubat Paşa tarafından 1557 yılında yaptırılan medrese bugünkü Çarşı merkezinde, Ulu Cami yakınındadır.
Yapıldığı dönemde eğitim-öğretim merkezi olarak kullanılan yapı, düzgün kesme taştan dikdörtgen planlı, tipik Selçuklu medrese mimari özelliklerinde inşa edilmiştir.
Geniş bir portalla girilen tek katlı medresenin açık avlusu dikkat çekmektedir. Üzerleri kubbeyle örtülü yapının iki eyvanı-ana ve giriş- bulunmaktadır.
16 odalı yapının kapı girişleri ve pencereleri ahşam pencere korkulukları demirdir.
Yapı halen müze olarak kullanılmaktadır.
Tarsus-Makamı Şerif Cami ve Daniyal Peygamber Kabri;
Tahtının sarsılacağı gerekçesiyle İsmailoğullarından tüm erkek çocukların öldürülmesini emreden Babil Kralı II. Nebukadnesar’a (MÖ 605-MÖ 562) karşı Yahudilerine yardım eden Danial (Danyal) gösterdiği kehanetlerle peygamber kabul edilmiştir.
Efsaneye göre; Kudüs’te doğan Danyal Peygamber, ailesi tarafından öldürülmesin diye bir mağaraya bırakılır orada İki aslan tarafından büyütülür. Büyüyünce Yahudilerin arasına karışıp bereket dağıtarak onlara kehanetleriyle yardım eder.
Daha sonra bir kıtlık zamanında Kilikya’nın Başkenti Tarsus’a kral tarafından çağıran Danyal Peygamber’in ülkesine geri dönmesine izin verilmez. Kente bolluk bereket getirir.
Daha sonra Hz Ömer zamanında Tarsus’u alan Araplar mezarda buldukları iki aslan ve bir çocuk resmi olan yüzükten buranın Danyal Peygamber’e ait olacağı düşünülür ve mezar koruma altına alınır. Berdan Çayı’nın yönü değiştirilip mezarın üzerinden geçmesi sağlanarak mezara verilecek zararlar önlenir.Zamanla söylence halklar arasında yayılır. Önce Yahudiler daha sonra Hıristiyan ve Müslüman olan Tarsuslular tarafından saygı duyulan Danyal Peygamber’in mezarı sıklıkla ziyaret edilmeye başlar.
Çarşı merkezde türbenin olduğu yerde kazı çalışmaları sırasında Roma dönemi köprüsü, manastır, mezarlar ortaya çıkarılır.
Zamanla onarımlar geçiren türbe halkın ziyaretine açıktır.
Tarsus- Saat Kulesi;
Kent merkezi, Ulu Cami yakınındaki saat kulesi, 1890 yılında Kaymakam Ziya Bey tarafından yaptırılmıştır. O dönemde kentin her yerinde kentin her yerinden görülebilen saat kulesi, işlevini kısmen yitirse de halen kentin önemli sembolleri arasında yer almaktadır.
7-14-1- Kilikya Kapısı- Gülek Boğazı;
Gülek Boğazı, Toroslardan Akdeniz’e girilen tek geçit noktasıdır.
Gülek Boğazı’nı Büyük İskender de dâhil pek çok tarihi komutan ve ordunun kullandığı yazılı kaynaklardan bilinmektedir.
7-14-2- Gülek- İskender Yazıtı;
Gülek- Çukurbağ Köyü, Sarışıh Kervansarayı yakınında yer alan halk arasında İskender Yazıtı olarak adlandırılsa da büyük bir kaya kütlesine oyularak Latince harflerle yazılan kitabesinden İmparator Augustus’a (Caracalla) ait olduğu anlaşılmaktadır.
Yazıtta “İmparator Caesar Marcus Aurelius Antoninus sadık, mutlu, yenilmez Augustus- Caracalla bu yolu dağları delerek yaptırdı” yazmaktadır.
Altta yer alan iki satırlık Yunanca yazıtta ise Kapadokya Bölgesi ile Kilikya Bölgesi’nin sınırını belirten Kilikia’nın Sınırı yazısı bulunmaktadır.
Ayrıca yazıttan 217 yılında Gülek Boğazı’ndan geçen Via Tauri (Toros Yolu) İmparator Caracalla’nın buradaki geçidi genişlettirdiği öğrenilmektedir.
Bölgede İmparator adına bazıları halen Adana Müzesi’nde olan çok sayıda Miltaşı da bulunmaktadır.
Bunların yanında İbrahim Paşa Tabyaları, Kızıl Tabya (Büyük veya Fenerli Tabya), Yer Tabyaları, Armutlu Tabya ve Ak Tabya (Beyaz veya Küçük Tabya) bölgenin tarihsel, askeri ve ticari önemini anlatmaktadır.
7 -15- 1- Pozantı- Sağlıklı (Bayramlı- Roma Yolu);
Anadolu karayollarının pek çoğunun antik dönemlerden beri kullanıldığı yapılan araştırmalarla ortaya konulmuştur. Geçmişten günümüze uzanan bu yollar, kuzey- güney ya da doğu-batı yönünde hem en kısa hem en güvenilir hem de en kolay ulaşım noktalarına yapılmışlardır.
Yolların en önemlilerinden biri de denizden 200 m yükseklikte Akdeniz’i Toroslar ile İç Anadolu’ya bağlayan ve günümüzde de önemini koruyan Tarsus- Pozantı antik yoludur.
Bugünkü otoyol yapımı sırasında antik yolun önemli bir bölümü tahrip edilirken modern teknolojinin ekonomik ve güvenli olmadığı gerekçesiyle dokunulmayan kısımları tahribattan büyük ölçüde kurtulmuştur.
Tarsus’a 15 km uzaklıktaki Sağlık köyünden dağ yolunda bulunan Roma Dönemi’nde yapılan 2.94 -3 m genişlikteki yol, Roma ve sonraki yıllarda kente girerken kullanılan önemli girişlerden biriydi.
Kalıntılardan işlek ve görkemli olduğu anlaşılan 1.ve 5. yy. kullanılan yoldan günümüze kireçtaşıyla döşeli 3 km’lik kısmı kalabilmiştir.
Yolun son derece stratejik bir noktasında Tarsus’u denize kadar götüren ve tarihi tam olarak bilinmeyen tek kemerli anıtsal kapı yer almaktadır.
Bu kapı da otoyol yapım çalışmaları sırasında zarar görmüştür.
7 -16-1- Mut- Claudiapolis ;
Mersin’in batısında yer alan tarihi kentte Karamanoğulları döneminden kalan iki türbe, Lalaağa Cami ve Kızıl Minare, Selçuklu Nuri Sofi Türbesi dikkat çeken yapılardır.
Ayrıca kentin 35 km. uzaklıktaki,Corapissus Antik Kenti içinde yer alan desenli mozaikleriyle dikkat çeken Bizans dönemi Dağ Pazarı Kilisesi, heroon (kahramanlık anıt mezarları) ve sarnıçlar kentte görülmesi gereken önemli yerlerden bazılarıdır.
7 -16-2- Mut- Alahan Manastırı;
Mut’a 20 km uzaklıkta, Geçimli Köyü- Göksu Vadisi’nde dik bir tepede, denizden 1300 m yükseklikte kayalara oyarak kurulan manastırın dönemin koşulları gereği, Hıristiyanlığın ilk yayılma dönemlerinde Anadolu’da çoğunluğu oluşturan paganlardan korunmak amacıyla yapıldığı düşünülmektedir.
İlk Hıristiyanlar, Kapadokya ve Likonya (Konya) başta olmak üzere genellikle güvenli yerlere özellikle kayalara oyularak yapılan kilise, şapel ve manastır mağaralarda gizlenerek yeni dinlerini yaymaya çalışmışlardır.
Başta Hıristiyanlık adına son derece önemli kabul edilen Tarsuslu St. Paul ile St. Barnabas’ın dinsel yolculukları sırasında konaklamaları ve inananların güvenliği için yol boylarına çeşitli sığınaklar yapılmıştır.
Alahan Manastırı da St. Barnabas’ın 440- 442 yılları arasında, Konya- Kapadokya ve Antalya- Antakya’ya yaptığı yolculuk sırasında kullandığı yapılardan biridir.
Ayasofya mimarisi özelliklerini taşıyan ancak kayalara oyularak yapılan manastır, batı- doğu kiliseleri, mezarlıkları ve keşiş odalarıyla oldukça büyük bir yapılar topluluğudur.
Yapının genelinde kullanılan malzeme, mimari, teknik ile süslü desenler, dini figürler, geniş avlu, 11 km kemerli ve sütunlu galeri, dini törenlerin yapıldığı dehlizler, vaftizhane, görkemli mezarlar, taş oymacılığı, korint başlıkları, üç nefli, nişleri, kapının atkı ve yan dikmelerindeki kabartma süsleri, St. Paul ile St. Pierre figürleri, çelenk taşıyan altışar kanatlı Cebrail, Mikail’in simgesel yaratıkları ezişi, kükreyen aslan, kartal ve öküz sembolleri, İncil tasvirleri, üzüm salkımları, asma yaprakları ve balık motifleri görenleri hayran bırakan son derece dikkat çekici süslemelerdir.
Mersin ve ilçelerinde diğer gezilebilecek yerlerden;
Müzeler; Mersin Atatürk Evi ve Müzesi, Mersin Devlet Resim ve Heykel Müzesi ve Galerisi, Mustafa Erim Mersin Kent Tarihi Müzesi, Mersin Deniz Müzesi, Tarsus Saint Paul Anıt Müzesi, Silifke Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi, Taşucu Amphora Müzesi de bölgeyi ziyaret edenler için ilgi çekebilecek diğer değerli yapıtlara ev sahipliği yapmaktadırlar.
Ayrıca Mersin ve çevresi sahip olduğu tarihi ve doğal nitelikleri sayesinde inanç, kültür, deniz, yayla, doğa ve spor turizmine son derece uygun bir ildir.
Tarihe, mimariye, geçmiş kültürlere, geçmiş yaşamlara meraklı olanların tercih edebileceği çok sayıda mimari yapı, doğal alan, tarihi mekan ve antik kent ziyaret edilebilir.
Uzun yaz günleri sayesinde yılın yaklaşık sekiz ayı denize girilebilen bitmez tükenmez sahillerin ve muhteşem manzaralı koyların antik dönemde korsan yatakları olduklarını düşünmek zor gibi görünüyor.
Kentin 108 km kıyısında doğal kumsalları– Taşucu, Kapızlı, Kızkalesi, Yemişkumu, Ayaş, Akkum, Çeşmeli, Ören, Kumkuyu, Aydıncık, Balıkova, İskele, Yenikaş, Ovacık, Büyük Eceli, Anamur ve Susanoğlu plajları vb. çok sayıda deniz severi bölgeye çekmektedir. Ayrıca sahilin pek çok yerinde su altı sporları ve su altı avcılığı yapılabilmektedir.
Tüm tatilci ve sporseverlere yetecek kadar konaklama tesisini de bölgede bulmak mümkündür.
Dini mekânları ziyaret etmek isteyenler için de Tarsus- St. Paul Kuyusu ve Kilisesi, Ulu Cami, Hz.Bila-i Habeşi Makamı , Makam-ı Şerif Camisi, Hz Danial Türbesi, Eski Cami, Eshab-ı Kehf, Aya Thekla ve Alahan Manastırı vb. pek çok yer yerli ve yabancı ziyaretçilerin ilgilerini çekebilir.
Kentin aşırı sıcak yaz günlerine alternatif olarak düzenlenen çok sayıda yaylada – Gözne, Ayvagediği, Namrun, Kızılbağ, Soğucak, Beiralanı, Fındıkpınarı, Mihrican, Çamlıyayla, Çamlıyayla -Tanzit Yaylası, Karakapı Yaylası, Sebil, Tarsus- Gülek, Erdemli- Sorgun, Güzeloluk, Küçükfındık, Silifke- Balandız, Gökbelen, Kırobası, Gülnar- Bardat, Tersakan Platosu ve Alagöl, Kozağaç- doğa yürüyüşü, kamp alanları bulunmaktadır.
Erdemli- Paşa Türbesi, Gülnar- Zeynel ve Şeyh Ömer Türbeleri, Mersin-18 km uzaklıkta, Hebilli Köyü’ndeki Hebilli Kalesi, Gözne Kalesi 29 km uzaklıkta Ayvagediği- Sinap Kalesi 40 km uzaklıkta Ortaçağ Ermeni Kalesi, Çandır Köyü- Çandır- Paperon (Barbaron)Kalesi ve Kızlar Kalesi-Manastırı, 20 km Soğucak Yaylası- Belenkeşlik Kalesi, 15 km İnsu Köyü- Başnalar Kalesi, Aslanköy- Güzelyayla- Asar-Hisar Kalesi, 45 km uzaklıkta Yavca Köyü- Gediği Kalesi ve Manastırı, 40 km uzaklıkta, Evciler Köyü- Evciler Kalesi, 50 km uzaklıkta, Fındıkpınar Kalesi, 30 km uzaklıkta, Kaleburnu Köyü- Kaleburnu Kalesi, 34 km uzaklıkta, Fındıkpınarı yolu üzerinde Kızıcubelen Kalesi ve Örenyeri, 49 km uzaklıkta Silifke Yolu üzerinde Tırtar- Akkale- Silfke- 12 km uzaklıkta, Meydan- Sivri Kale, 16 km Hançerkale, 17 km Gökburç, Gülnar- 12 km uzaklıktaki Emirhacı Köyü’nde, Meydancık- Kırshu Kalesi, Taşucu- 7 km uzaklıkta Liman Kale, 22 km Tokmar- Castellum Novum-Kalesi, Tarsus- 25 km uzaklıkta, Çavuşlu Köyü- Çavuşlu Gözetleme Kulesi, 65 km uzaklıkta Gülek- Gülek Kalesi ve Gülek-İskender Yazıtı, Çamlıyayla- Namrun Yaylası- Namrun- Lampron ve Sinap Kaleleri, Erdemli- 14 km uzaklıkta, Kumkuyu- Hisarkale, Ayaş- 20 km uzaklıkta, Yeniyurt Kalesi ve Örenleri, Mut- Mut Kalesi, 16 km uzaklıkta, Mavna Kalesi, Yer Köprü Şelalesi, Bozyazı- 10 km uzaklıkta, Tekedüz Köyü-Yelbiz Kalesi, Aydıncık-Susanlık Kalesi olarak sayılabilir.