9-Konya;
Coğrafi;
Komşular;Ankara, Eskişehir, Afyon, Isparta, Antalya, Karaman, Mersin, Niğde ve Aksaray illeriyle çevrili olan Konya, Türkiye’nin yüzölçümü en büyük ilidir.
Yüzölçümü; 38.873 km2.
İlçeler; Ahırlı, Akören, Akşehir, Altınekin, Bozkır, Çeltik, Cihanbeyli, Çumra, Derbent, Derebucak, Doğanhisar, Emirgazi, Ereğli, Güneysınır, Hadım, Halkapınar, Hüyük, Ilgın, Kadınhanı, Karapınar, Karatay, Kulu, Meram, Sarayönü, Selçuklu, Taşkent, Tuzlukçu, Yalıhüyük, Yunak.
İklim; Konya ve çevresinde, İç Anadolu’nun genelinde olduğu gibi tipik karasal iklim hüküm sürmektedir. Yazları kurak ve sıcak, kışları uzun, soğuk ve kar yağışlı iken ilin güney sınırına daha yakın yerlerindede Hadim, Taşkent vb. genele göre daha ılıman Akdeniz iklimi etkisi hissedilmektedir.
Bitki Örtüsü; Denizden ortalama 1016 m. yükseklikte yer alan Konya ili % 35 tepe ve dağlarla- 2339 m. Aladağlar, 1400 m.Takkeli, 3430-3240 m. Aydos, 2129 Bozdağ- Ataağırı Tepe, 2350-2169 m. Sultan, 2228 m. Akpınar, 2980 m. Dedegöl, 2334-2319 m. Erenler- Anakuz Tepe, 2025-1919 m. Karacadağ- Karadağ, 1951 m. Eşenler, 3134 m. Bolkar, 3130-2529 m. Geyik dağları ve Büyük Gözetdağı ve Devreyalağı, 2169 m. Kömürütepe, 2130 m. Ulusivri, 2049-2040 m. Lorasdağı tepeleri– çevrilidir.
Konya ili geniş yüzölçümüne karşın % 17 ormanlık alan oranının azlığı dikkat çekmektedir.
İl geneline karasal iklim bitki örtüsü geniş bozkır alanların hâkim olduğu görülmektedir.
Toprakları % 27 platolardan- Cihanbeyli, Obruk, Haymana, Taşeli– oluşan % 15 çayır ve meralara sahip Konya’da oldukça geniş bir alan % 61 tarıma ayrılmıştır.
Akarsu, çay, dere, ırmak, göl ve barajlarla- Göksu- Gökçay, Uluçay, Tekke, Sille, May, Bolasan, Engilli, Karasu, Hatip, Çayırbağı, Muktil, Dutlu, Meram, Hadim, Adıyan , Çiğil, Deli Mahmutlu, İvriz, Doğanhisar çayları, Çarşamba ve Divle suları, Beyşehir, Akşehir, Akgöl, Küçük-Kulu, Acıgöl, Küçükhasan, Ilgın-Çavuşçu, Terzihan, Köpek, Devecipınar, Obruk, Meke gölleri ile Obruk Yaylası, Kızören, Dikmen, Mehil, Çıralıdeniz ve Timraş Obruğu- Suğla, Akşehir, Tuz, Eregli- Akgöl, Yunak-Akgöl, Hotamış gölleri, Altınapa, Apa, May, Sille barajları– beslenen, özellikle ilkbahar yemyeşil bir götünüm kazanan Konya’nın % 38 ovalardan- Konya, Ereğli, Karapınar, Hotamış, Altıntekin, Kulu, Yenice, Çumra, Doğanhisar, Yunak, Akgöl, Sarayönü, Kadınhanı, Ilgın, Seydişehir, Beyşehir- meydana getirmektedir.
Ayrıca Konya ve çevresi madenler- alüminyum- boksit, mangazit, lüle taşı, linyit, kurşun, çinko- bakımından da oldukça zengindir.
Ulaşım; Konya, tarihin ilk çağlarından beri gelişerek değişen karayolu ağı ile ülkenin tüm bölgeleri- Doğu ve Güneydoğuyu, Ege ve Akdeniz’e, Akdeniz’i İç Anadolu’ya Ege ve Marmara’ya– arasında önemli bir kavşaktır.
Ülkedeki ilk yerleşim yerlerinin başında olan Konya ve civarında bugün tarihi eser olarak ziyaret edilen kervansaraylar, hanlar ilk defa Selçuklular döneminde yolcular için yapılmış mekânlardı.
Konya’daki havaalanından pek çok kente uçuşlar bulunmaktadır.
Ayrıca tarihi gardaki tren seferlerine ek olarak hızlı tren seferleri ile Ankara, İstanbul ve Eskişehir’e çok daha kolay ve konforlu ulaşılabilmektedir.
Tarihi;
Konya ilinde yapılan arkeolojik araştırmalarda prehistorik çağlardan başlayarak neolitik ve kalkolitik- erken bronz çağlarında da yaşamın izlerine rastlanmıştır.
Özellike neolitik dönem MÖ 8000 Çatalhöyük’teki ilk yerleşim hareketleri -ev inşaası, tarım, resim, anaerkil yaşamdan aterkil yaşama geçiş vb.- sadece Konya değil tüm ülke ve dünya tarihi için son derece önemlidir.
MÖ 3000- MÖ 2600 yoğun bir yerleşimin görüldüğü Konya’nın adı ilk sakinlerine göre adları Luvice – İkkuwaniia, Frigce -Kavanai, Roma- İkonion- Ikonium -Kutsal Tasvir idi.
Daha sonra zamanla farklı adların da– Iconium, Conium, Stancona, Conia, Cogne, Cogna, Konien, Konia- kullanıldığı, Bizans zamanında da ile Claudiconium, Colonia Selie, Augusta İconium denildiği bilinmektedir.
MÖ 25 yılında Roma egemenliğine ve o dönemdeki adı Ikonion’a Augustus, Romo kolonisini yerleştirmiştir. Helen-Makedon ve Roma döneminde Konya Helenistik polise ait kurumlar tarafından yönetilmekteydi.
Roma zamanında Hıristiyanlık resmi din olarak kabul edilince Konya’nın önemi daha da artmıştır. Çünkü Hıristiyanlığın yayılarak bir din olmasında en etkili kişilerden St. Paulos’un kenti ziyaret edip yeni dini kent ve bölgeye yaymıştır. Ayrıca Pisidia Antiokheia’dan kaçarken Konya’ya uğramış olması Hıristiyanlar ve kent tarihi için son derece önemlidir.
St. Paulos’un kente gelmeden kısa bir süre önce Konya’nın adı Claudius onuruna Claudiconium olarak değiştirilmesi kentin önemi açısından son derece önemli bir ayrıntıdır.
Hadrianus, Helenistik polisi de içine alarak Roma ile kaynaştıran bir yönetim geliştirmiştir.
Sonraları Türklerin eline geçen kentin adı Ikonium’dan türeyen bir sözcük olan Konya olarak anılmaya başlamıştır.
Konya’nın çeşitli bölgelerinde farklı uluslara- MÖ 9000- MÖ 5000 neolitik, MÖ 5500- MÖ 3000 kalkolitik dönem-Alâeddin Tepesi, MÖ 8. yy. Erbaba ve Karahöyük- Hitit, Alâeddin Tepesi, Karapınar, Gıcıkışla ve Sızma- MÖ 7- 6. yy. Frigler ardından Kavanai, MÖ 6. yy. Lidya ve Kimmer, MÖ 5-4. yy. Pers, MÖ 2. yy.’da, İskender, Helenistik, Selevkos ve Bergama sonra MÖ 1.yy. -25 Iconium -Roma, Hatunsaray, Lystra- Derbeş, Sille, Laodica- Ladik- 395 Bizans, 7. yy. Sasaniler, Emevi, Abbasi, Arap saldırılarının ardından 1071-1077-1307 Selçuklu uygarlıkları, 1307-1465 Karamanoğulları- ait buluntular ortaya çıkarılmıştır.
Özellikle 1071 Anadolu’nun kapılarının süresiz Türklere açılmasından sonra Konya, Selçuklu devletinin 1077- 1097- 1277 ve 1308’de başkenti konumuna yükselmiştir.
1387 yılında I. Murad zamanında Osmanlı’nın ardından bir süre Karamanoğulları’na da ev sahipliği yapan kent, 1398’de Yıldırım Beyazıd’ın ardından 1402 yılında tekrar Karamanoğulları dönemini yaşamışsa da 1465-1470 yılları arasında kalıcı olarak Osmanlı toprağı olmuştur.
Cumhuriyet dönemine kadar çeşitli bağımsızlık savaşı veren Konya, 1923’den sonra il olarak ülkenin en büyük ili ve önemli kavşak kentlerinden biri olarak gelişimini sürdürmüştür.
Konya ve Çevresindeki Tarihi Yapılar;
9-1-1- Konya-Selçuklu Sarayı- Alaeddin Köşkü;
Konya il merkezinde Alâeddin Tepesi üzerinde inşa edilen yapı, halen Alâeddin Köşkü olarak anılmaktadır.
Selçuklu Sultanı II. Kılıçaslan tarafından başlatılan saray, Alâeddin Keykubat zamanında tamamlanmış ve Selçuklu sultanları ile Karamanoğulları döneminde idare merkezi olarak kullanılmıştır.
15.-17. yy. Osmanlı döneminde, Konya valilerinin ikamet ettiği sarayda yapılan kazı çalışmaları sonunda sarayın yakınındaki Alâeddin Cami ile Alâeddin Medrese’sine yeraltı tünelleriyle bağlı olduğu anlaşılmıştır.
9-1-2- Konya- Alâeddin Cami;
Kentteki ilk Selçuklu yapılarından biri olan cami yine kentin ilk yerleşim yerlerinden biri olan ve tarihi neolitik çağın ardından Hitit’den Frig dönemlerine kadar giden ve Selçuklular zamanında aynı adla anılmaya başlayan Alâeddin Tepesi üzerinde yapılmıştır.
1161-1156 yılında Selçuklu Sultanı I. Rukneddin Mesud tarafından yapımına başlanan cami, 65 yıl sonra 1221 yılında, I. Alâeddin Keykubad zamanında tamamlandığı kitabesinden anlaşılmaktadır.
Yapımında Roma ve Bizans dönemine ait 40’tan fazla mermer sütunun da kullanıldığı cami, 4900 m2. alana sahiptir.
62 sütun üzerinde duran caminin minberi abanoz ağacından ve oymalı, geçmeli- hakiki kündekari şeklinde yapılmıştır.
Doğu ve batı yönünde iki bölümden meydana gelen caminin kubbeli mekânı, üçgen portali, geometrik ve bitki desenli çinili süslemeleri, tavan örtüsü vb. Selçuklu dönemini yansıtan mimarisi ile sanatsal mükemmellik olarak kentin en önemli yapılarının başında gelmektedir.
Caminin avlusunda I. Kılıçaslan tarafından yaptırılan Sultanlar Türbesi’nde,bölgede hüküm süren Selçuklu Sultanları- I. Rükneddin Mesud, I. Mesud, Kılıç Arslan, II. Rükneddin Süleyman, I. Gıyaseddin Keyhüsrev, I. Alaeddin Keykubad, II. Gıyâseddin Keyhüsrev, IV. Kılıç Arslan ve III. Gıyâseddin Keyhüsrev- mezarları bulunmaktadır.
9-1-3- Konya- Mevlana Celaleddin-İ Rumi Türbesi;
12. yy. Konya’nın merkezi ve en güzel yerlerinden biri Selçuklu Sarayı, Gül Bahçesi, 1219- 1236, Sultan Alâeddin Keykubad tarafından Mevlâna’nın babası, Sultanü’l- Ulema Bahaeddin Veled’e armağan edilmişti.
Halen Mevlana’nın Dergah’ı olan ve 1584 yılında, III. Murad tarafından yaptırılan türbe, bahçesiyle beraber 18 bin m2. bir alanı kaplamaktadır.
Avlusunda Dervişan Kapısı’nın kuzey- batı yönünde içlerinde dönemin adetleri, törenleri, eşyaları, halıları vb. sergilendiği 30 adet derviş hücresi, güneyde matbah ve Hürrem Paşa Türbesi, Üçler Mezarlığı’na açılan Hamuşan- Susmuşlar Kapısı’nın doğusunda Sinan Paşa, Fatma Hatun ve Hasan Paşa türbeleri ile semahane, mescit, Şeb-i Arus havuzu, selsebil, çeşme, kapalı şadırvan, Mevlana ve 10’u kadın 55 adet aile ferdinin, 10 makamlı kişinin ve 6 Horasan erinin mezarlarını içine alan ana bina bulunmaktadır.
Mevlana ile babasının mezarlarının da bulunduğu yapının içinde; müze, Tilavet-Kur’an okuma odası- had dairesi, gümüş kapı, medhal, nisan taşı, mescit, semahane, mesneviler, çeşitli eşyalar, Kur’anı Kerimler, tespihler vb. sergilendiği vitrinler- türbe- Huzur’u Pir- üç kubbe ile örtülü yüksek sanduka ve yeşil kubbeden oluşmaktadır.
1926 yılında Atatürk’ün emri ile müzeye dönüştürülen türbe, yerli- yabancı turistlerce Konya’da en çok ziyaret edilen mekânlarının başında gelmektedir.
9-1-4- Konya- Karatay Medresesi Çini Eserler Müzesi;
Alâeddin Tepesi’nde 1251 yılında Selçuklu Emiri Celaleddin Karatay tarafından yaptırılan kapalı planlı medresenin dikdörtgen, mavi- beyaz mermerden geçme tekniği ve geometrik desenlerle işlenen taş kapısı son derece dikkat çekicidir.
Selçuklu mimari özelliklerini taşıyan yapı, avlulu, tek büyük kubbeli, tek eyvanlı, tek katlı ve Sille taşından inşa edilmiştir.
Medresenin içi turkuaz, lacivert ve patlıcan moru renklerinde, geometrik ve bitkisel motifli mozaik ve çinilerle kaplanmıştır.
Yapının genelinde görülen Selçuklu taş işçiliği detaylarının güzelliği ile kitabelerdeki ayet ve hadislerin işlendiği kabartmalar çok özenli işlenmiştir.
Kapalı mekânda yer alan havuzun çevresindeki odalar zamanla ortadan kaldırılmıştır.
1954 yılında restore edilen medrese halen Çini Eserler Müzesi olarak kullanılmaktadır.
Müzede, Kubad- Abad sarayının buluntularından duvar çinileri, çini ve cam tabaklar ile Konya ve yöresinde bulunan Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait çini, seramik tabaklar kandiller ile alçılar sergilenmektedir
Yapının karşısında 1248-1250 yılları arasında Celaleddin Karatay’ın kardeşi Kemaleddin Timurtaş tarafından yaptırılan açık avlulu bir yapı Küçük Karatay Medresesi ile yakınında da Celâleddin Karatay’ın türbesi bulunmaktadır.
9-1-5- Konya-Sırçalı Medrese;
1242 yılında, II. Alaeddîn Keykubat’ın Lalası Bedreddin Müslih tarafından yaptırılan ve çinili medreselerin ilk örneklerinden kabul edilen yapının iç duvarları Selçuklu dönemi çinileri ile kaplanmıştır.
Geniş açık avlusu bulunan medresenin orijinal mimarisi, bezemeleri ve özellikle oymalı işlemeli kapısıyla görülmeye değerdir.
Yapının yanında Bedreddin Müslih’e ait bir de türbe bulunmaktadır.
9-1-6- Konya-Selimiye Cami;
Mevlana Türbesi yakınlarında 1565 yılında, Sultan II. Selim tarafından Mimar Sinan’a yaptırıldığı düşünülen cami, klasik Osmanlı mimarisi izlerini taşmaktadır.
Mihrap ve minberinde beyaz mermer işlemeciliğinin en güzel örneklerinin görüldüğü, çifte minareli cami zamanla çeşitli onarımlar geçirmiş ve halen kentin en önemli ibadet merkezlerinden biri olarak hizmet vermektedir.
9-1-7- Konya- İnce Minare Medrese- Taş Ve Ahşap Eserleri Müzesi;
Selçuklu Başkenti Konya’nın Alâeddin Tepesi’ndeki yapı, Sultan II. İzzeddin Keykavus zamanında Vezir Sahib Ata Fahreddin tarafından 1258-1279 yıllarında Mimar Keluk b. Abdullah’a yaptırılmıştır.
Selçuklu ve Karamanoğulları dönemi tipik kapalı medrese örneklerinden biri olan yapının mimarisi, taş işçiliği, çinileri, mermer ve ahşap oymaları, kabartmaları, kapılar ile tavandaki ayetler, geometrik ve bitkisel süslemelerin yanında Selçuklu simgesi çift başlı kartal, kanatlı melek figürleri çok dikkat çekmektedir.
1956 yılında müze olarak açılan medrese Selçuklu, Karamanoğulları ve Osmanlı dönemlerini yaşamıştır.
Halen kentin en çok ziyaretçi çeken Taş ve Ahşap Eserleri Müzesi olarak hizmet vermektedir.
9-2-1- Beyşehir- Eşrefoğlu Cami;
İl merkezinde kentin en eski yapılarından, Selçuklu dönemi 1134 yılında Selçuklu Hakanı Sultan Sancar tarafından yaptırılan cami, 1297’de Eşrefoğlu Süleyman Bey’in izniyle onarıldığı için halen bu adla anılmaktadır.
İlk Türk ahşap ve düz tavanlı camilerin en büyüğü olan yapının mimarisi, taş, tuğla, çini ve renkli boyalı süslemeleri son derece değerli ve dikkat çekicidir.
Caminin bazı ahşap sütunları çürüse de yapı karlık denilen kuyusu ile halen kentin en güzel ve değerli yapılarından biri kabul edilmektedir.
9-2- 2- Beyşehir- Fasıllar- Kurtbeşiği Anıtı;
Beyşehir – Fasıllar Köyü yakınlarında dünyanın en büyük ve eski kaya anıtlarından biri- 70 ton ağırlığında, 20 m2.lik yüzeyde, 2.25x 2.274×8.30 m. boyutlarında, üst üste iki büyük tanrı ile iki yanında birer aslan kabarma anıtı- Hitit dönemi MÖ 1295- MÖ 1272 yılları arasında hüküm süren Hitit Kralı II. Muvattali tarafından yaptırılmıştır.
Boyutlarına göre farklı yüksekliklerden görülebilen anıtta, tanrı bir ayağını dağ aslanına diğer ayağını da dağ tanrısının üzerine basmış olarak kabartmada şeklinde yapılmıştır.
Ayrıca MÖ 1243 yılında yapılan Mısır Karlı II. Ramses- Hitit Kralı Muvattali arasındaki Kadeş Barış antlaşmasına dikkat çekmesinin saptanmış olması anıtı son derece önemli tarihi belge yapmaktadır.
9-2-3- Beyşehir -Kubad- Abad Sarayı;
Beyşehir’e 60 km. uzaklıkta Göl kıyısı, Gölyaka Köyü’nde yer alan saray 1219-1236 I. Alaeddin Keykubat tarafından yaptırılmıştır. Oldukça büyük bir alana yayılan sarayın tamamlanmasını göremeyen sultan yapının yanına bir de kentin kurulmasını istemiştir.
Saraya ait kalıntılar, çevredeki eski çağ kalıntıları ve yakınındaki Kız Kalesi, Külliye, Küçük Saray ve Malanda Köşkü’ne ait buluntuları- çini, seramik, alçı, cam ve sikkeler– halen Karatay Müzesi’nde sergilenmektedir. Günümüzde saray, park, hayvan barınakları ile diğer bina kalıntılarını görmek önemlidir.
9-2-4- Beyşehir- Eflatun Pınarı;
Beyşehir kent merkezine 22 km. uzaklıktaki anıt, MÖ 1271- MÖ 1215 Hitit Kralı IV. Tudhaliya döneminden kaldığı düşünülmektedir.
Kutsal bir kült olarak kabul edilen anıtta, tanrılar gökyüzünü taşıyarak yeryüzü ile gökyüzü arasındaki iletişimi sağlar şekilde betimlenmişlerdir.
Bir dağın eteğinde, büyük bir kaynağın ağzında, önünde küçük bir göl de oluşturan 100 m2.lik bölümde yer alan 7 m. eninde, 4 m. yüksekliğinde 14 farklı taştan yapılan anıtın bir yüzünde 14 lahit boyunda bereket sembolü olan– toprak, su ve güneş- figürleri görülmektedir.
Anıt renginden dolayı Eflatunpınar olarak adlandırılmaktadır.
9-3-1- Konya- Kilistra- Gilisira- Gökyurt;
Kilistra da ilk yerleşimin MÖ 2. yy. Helenistik dönemde başladığı, merkezden ve gözlerden uzak, doğal kaya oluşumları içindeki vadide, taştan mağaraları oyarak yaşadıkları bilinmektedir.
Adına ilk 1. yy. iki mezar anıtında rastlanan ‘dar geçit- Kilistra’ yaklaşık 2 km2. alanda sahiptir.
Konya’ya yaklaşık 50 km. uzaklıktaki Gökyurt Köyü’ndeki kiliseden İncil’de bahsedilmektedir. Hıristiyanlık için çok önemli bir ibadet merkezi olan Kilistra’yı her yıl çok sayıda insan ziyaret etmektedir.
Özellikle ilk yerleşimin yapıldığı mağara oyuklarında kendilerini paganlardan korunmak amacıyla bir çeşit sığınak şeklinde kullanılmış olması da çok önemlidir.
Beş bin kişiyi barındırabilecek kapasitedeki yeraltı kenti Kilistra, 7- 8 ve 13. yy. arası oldukça etkin bir Hıristiyanlık merkeziydi.
Roma döneminde Hıristiyanlığı kabul eden Kilistra halkı, kendilerini dinlerine adamış ve onun emrettiği gibi yaşamayı sürdürmüşlerdir. Bu amaçla da yer altındaki taştan mağaralarının önemli bir kısmını şapel ve kiliseye çevirmişlerdir.
Bilinen en önemli ibadethanelerden bazıları Aziz Paulos’unda vaaz verdiğine inanılan duvarları aşı boyalı geometrik desenli freskleriyle dikkat çeken Paulönü- Sümbülini Kilisesi ve haç planlı- Sandıkkaya Şapeli’dir.
Ayrıca yine mağaraların içindeki çok sayıda oda mezarı olan Roma- Bizans dönemine ait büyük bir nekropolis, toplantı odaları, gözetleme kuleleri, Kapçıini çanak- çömlek atölyeleri, sonradan şırahaneye çevrilen şaraphaneler, Katırini sarnıçları ile çok sayıda kilise de bulunmaktadır.
Kilistra’ya yakın Hıristiyanlık için önemli kentlere- Lystra- geçit- Hatunsaray, Pisidia Antiocheia-Yalvaç, İkonion- Konya’ya- buradan Detse, Botsa, Tolasa ve Bulumea yerleşim yerlerine uzanan ve antik dönemden 6. yy. Aziz Paulos’un da geçtiği düşünülen Via Sebaste olarak adlandırılan bir de antik yol bulunmaktadır.
Anlatılara göre Hıristiyanlar için önemli bir Azize ve adı İncil’de de adı geçen Thekla, Kilistralıdır.
Aziz Paulos’un söylevinden çok etkilenerek koyu bir Hıristiyan olan Thekla, onun peşinden Seleukia- Silifke’ye kadar gitmiş ve pek çok efsane olarak adlandırılan olay yaşadıktan sonra orada yaşamını yitirmiştir.
9-4-1- Lystra- Colonia Iulia Felix Lystra- Geçit- Hatunsaray;
Adını Likaon kökünden alan Lystra’nın kente gelen yolu korumak ve Homanad’lara karşı verilen mücadelelerde askeri destek sağlamak amacıyla bir Augustus Kolonisi olarak kurulduğu varsayılmaktadır.
Lystra’nın önemi Hıristiyanlığın yayılma sırasında artığı belirgindir.
Özellikle Aziz Paulos, Hıristiyanlığı yayma sürecinde Yalvaç/ Psidia Antiokheia ve ardından Konya/ İkonion’dan Yahudilerce kovulunca Via Sebaste yoluyla güneyden oldukça iç kısımda kalan yerleşim yeri Lystra’ya gelir.
Ücra bir yerleşim olmasından dolayı o dönemde Anadolu’daki tek tanrılı dine ait Sinagog olmaması ve halkın halen yerel dilleri Lykaonia dilini konuşuyor olması Aziz Paulos’a güven verir ve bir süre burada kalarak yeni dinle Listralıları tanıştırır. Zamanla din tercihleri değişen varlıklı ama kırsal bir halk olan Lystralıların kentte 13 yy.’a kadar kentte yaşadıkları bilinmektedir.
9-5-1- Çumra- Çatalhöyük;
Farklı yükseklikte iki tepe arasında, çatal şeklindeki düz bir alanda yer alan Çatalhöyük, Anadolu’daki ilk yerleşim yerlerinden biridir. Çatalhöyük, şişman, iri göğüslü, geniş kalçalı ve bazen de doğum yaparken betimlenen, 5 -15 cm. boyutlarında heykelleri yaygın olan Ana tanrıça Kibele’ye tapan insanların yaşam alanıydı.
Tarihi neolitik döneme MÖ 10000- MÖ 8000- MÖ 5500 kadar giden ve 10 bin kişinin yaşadığı varsayılan Çatalhöyük, özgür göçebe toplumun merkezi otoritesiz bir yaşama adım attığı, sokaksız, bitişik nizamlı düz tavanlı damların kapı olarak da kullanıldığı evlerin tabanlarına ölülerin gömüldüğü bir yerleşim yeridir.
Genellikle dörtgen müstakil duvarlı, bir oda ve bir depodan meydana gelen kerpiç tuğlalı evlerin içindeki 10-30 cm. yükseklikte sekiler bulunmaktaydı. Ev duvarlarındaki nişlerin resimleri- doğal bitkileri kaynatarak yaptıkları boyalarla çizdikleri boğa, koç ve geyik başları- dikkat çekmektedir. Özellikle sıvalı evlerinin duvarlarına sarı, siyah ve kırmızı boya ile patlayan Hasan Dağı’nın resimleri dünyanın ilk peyzaj mimari resimleri kabul edilmektedir.
Neolitik dönem MÖ 5500 yılına ait 13 yapı katında çok sayıda Anadolu’daki ilk ev ve kutsal mekân mimari kalıntıları, mezarlar, freskler, pişmiş kaplar, baltalar, sığ tabaklar, çarksız siyah ve kiremit renkli kaplar, çanaklar yüksek kabartma bereket tanrıçası motifleri, süs eşyası bilezik ve kolyeler, heykelcikler, ana tanrıça figürleri, leopar ve diğer canlılara ait kemik parçaları, seramikler, kemikten yapılan kesici ve delici aletler, obsidyen mızrak ve ok uçları kazılar sonucunda ortaya çıkarılan değerli parçalardan bazılarıdır.
Ayrıca dönemin ölü gömme -ölü önce akbabalara verilerek etlerinden temizletilir sonra kemikleri evin tabanına gömülürdü- düşüncesine yol açan resimler de son derece önemli tarihi verilerdir. 9-6-1- Ereğli -İvriz Hitit Anıtı;
Tuvana Krallığı Başkenti Ereğli’ye 12 km. uzaklıktaki Halkapınar- İvriz Barajı’nda yer alan dünyanın ilk yazılı tarım anıtı olduğu varsayılan 4.20 x 4.20 m. boyutundaki bir kabartma, MÖ 727- MÖ 742 geç Hitit dönemi sanatının en güzel örneklerindendir.
Asur ve Frig etkilerini de taşıyan kabartma, Hava ve Fırtına Tanrısı Tarhundas- Teşup yeni yıl kutlaması için Tuvana Kralı Varpalavas’a elindeki başak demetini ve belindeki üzüm salkımlarını verir şekilde yapılmıştır.
Kabartmada tanrının kraldan büyük olarak yapılmasının nedeni yıl içinde olacak bereket ve yağmurların tanrıya bağlı olmasından dolayıdır.
İki resmin arasındaki hiyeroglif yazıda, “Ben hâkim ve kahraman Tuvana Kralı Varpalavas; sarayda bir prens iken, bu asmaları diktim, Tarhundas onlara bereket ve bolluk versin.” yazılıdır.
9-6-2- Ereğli-Sazlık;
Ereğli yakınlarında 5900 hektarlık, 983 m. yükseklikteki İvriz suyuyla beslenen sazlıkta 200 kuş türünün barındığı için ülkedeki A sınıfı 19 sulak alandan biri olarak kabul edilmektedir.
Sazlık ve batısındaki Akgöl, güneyindeki Düden Gölü’nde gündüz de görebilen Kukumav baykuşu, sincap türleri, ördekler- macar, yeşilbaş, elmabaş, kepçeler vb. ile çeşitli kuşlar- sakarmeke, karabatak, pelikanlar, turnalar, kuğu, toy, balıkçıllar, leylekler, sumrular- ve başta sazan olmak üzere pek çok balık türü bulunmaktadır.
Ancak pek çok sulak alanda olduğu gibi burası da bölgenin kanalizasyon, baraj, fabrika atık suları yüzünden kirlenip suları azaltıldığı için tehlike altındadır.
9-7-1- Karapınar- Meke Gölü;
Karapınar’a 8 km. uzaklıkta, eşsiz bir doğa harikası olan krater gölü, pleistosen dönem-5 milyon yıl önce ve 9000 yıl önce– zeminde oluşan iki farklı volkanik patlamayla oluşan koni- 800 m. uzunluğunda, 500 m. genişliğinde ve 25-12 m. derinliğinde, 4 km. çapı olan, 50 m. yükseklikte- içinin su dolamasıyla ile meydana gelmiştir.
Denizden yaklaşık 981 m. yükseklikteki göl, etrafındaki doğal çeşitlilik ile dünyada eşi olmayan yağmur ve yeraltı sularıyla beslenmektedir.
Eşsiz jeolojik yapısının yanında etrafındaki bitkiler ve kuşları besleyen göl yazık ki son yıllarda yeraltı sularının yanlış kullanımı sonucu kurumaya yüz tutmuştur.
9-8-1- Seydişehir- Tınaztepe Mağaraları;
Seydişehir yakınında yatay bir zeminde 1580 m. uzunluğunda, içi taban- tavan arası 65 m. olan mağara, genç-yaşlı tektonik birimlerin iç içe geçtiği- 230 milyon yıllık- bir doğa harikasıdır.
Akdeniz ve karasal iklim sınırlarında yer alan mağaranın içinin sıcaklığı-18 ve 36,5 arasında değişim göstermektedir.
İçinde 5-7 m. yükseklikteki taraçalar, doğal köprüler ve basamaklar, tüfler, travertenler, sarkıt ve dikitler, kiltaşı- kumtaşı- marn ve konglomera karakterli kayaçların yanında bir de göl yer almaktadır.
1968-1970 yıllarında bulunan ve Fosil mağaralardan kabul edilen Tınaztepe Mağarası son yıllarda çok sayıda ziyaretçi çeken önemli bir doğa turizm merkezidir.
9-9-1- Akşehir- Nasreddin Hoca Türbesi;
Anadolu binlerce yıl, dünyanın belki hiçbir toprağında rastlanmayacak kadar çok dil, din, inanç, değer, bilgi, vb. taşıyan insanlara farklı adlarla mesken olmuş eşsiz bir coğrafyadır.
Bu coğrafya, tüm tarihi boyunca meskeni olduğu uygarlıkların değerleriyle beslenen, büyüyen, anlayan ve anlamlandıran sayısız bilgin, ozan, mimar, filozof, vb. yetiştirmiştir.
Bunların içinden bazıları belki de teki tüm bu birikimi bir potada eriterek en kısa, en anlaşılabilir, en çabuk kabul görür, en nüktedan söyleyen kişisi Nasreddin Hoca, Akşehir’de 1284 yılarında yaşamış bir söz söyleme ustası-dehasıdır.
Akşehir- Nasreddin Hoca Türbesi de;Nasreddin Hoca’nın var olduğu, öldüğü Akşehir’de 1905 yılında, Kaymakam Şükrü Bey tarafından yaptırılmıştır.
Dönemin mimari özeliklerini ve süsleme tarzını gösteren bir yapı olan türbedeki beyaz mermer sandukada Nasreddin Hoca yatmaktadır.
Türbe ve Akşehir, her yıl özellikle 5-10 Temmuz tarihleri arası Nasreddin Hoca’yı Anma ve Mizah Günleri dolayısıyla çok sayıda insan tarafından ziyaret edilmektedir.
Konya ve çevresinde diğer tarihi yapı ve yapıtlar;
Bulunan çanak çömlekler ve mimari kalıntılarla bölge tarihi hakkında çok sayıda bilgi edinilebilen Konya- Kerti Höyük /Karahöyük, Hititlerin MÖ 3500 III. Hattuşili’nin oğlu Tatalya’nın kurduğu Salburt kentine ait çeşitli kalıntıların bulunduğu Ilgın- Nane- Dede Höyüğü, Belviran Köyü ve Hadım- Bolat da Hitit dönemi ve bölgenin tarihine ışık tutmaktadır.
Alaeddin Keykubat zamanında iç ve dış kale olarak yaptırıldığı varsayılan ancak hakkında fazla bilgi ve kalıntı bulunmayan Konya Kalesi, Takkeli Dağı’nda bölgeye hâkim sarp bir tepede, Selçuklu sultanlarının korunmak için ve bir süre de hapishane olarak kullandıkları Gevale Kalesi, kim ve ne zaman yapıldığı hakkında yeterince bilgi bulunmayan, 7.5 m. kalınlığındaki sur temellerinin üzeri toprakla kapanan 1288’de Eşrefoğlu Süleyman Bey; 1605 ve 1635 senelerinde Osmanlılar onartılan Beyşehir Kalesi dekent ve çevresindekiönemli tarihi değerlerdir.
Konya, 12. yy. özellikle Selçuklular zamanında ilimleriyle, bilgileriyle, felsefeleriyle, görgü ve edepleriyle sadece Anadolu değil, tüm dünyaya ışık olabilecek çok sayıda bilgine- Bahaeddin Veled, Muhyiddin Arabî ve Mevlânâ Celaleddin Rûmî, Sadreddin Konevî, Şemsî Tebrizî, Kadı Burhaneddin, Kadı Siraceddin, Urmemi, Şahabeddin Sühreverdi- ev sahipliği yapmıştır.
Bu bilginler tarih, edebiyat, felsefe, sanat, tıp, kozmografya, hukuk ve din alanlarında atılımlar yaparak tarihinin Altın Çağı’nı yaşamıştır.
Konya ve çevresinde yer alan, tarihin çeşitli dönemlerinde farklı uluslarca yapılan gezilip görülmeye değer diğer önemli yapılar;
Selçuklu dönemi yapıları; Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından 1258-1283 yılları arasında yaptırılan külliye, mescid, türbe, hanekah ve hamamdan meydana gelen, zaman zaman onarılan ve yanındaki türbede de Sahip Ata ve çocuklarının yattığı Sahip Ata Külliyesi, Konya merkezde aynı adla anılan mahallede 1274 yılında yapılan Selçuklu tarzı mihrabı, mimarisi ve süslemelerinin detaylarıyla dikkat çeken, 1899-1990 yıllarında onarılan ve halen mahallede tarihi ve dini öneme sahip yapıları arasında yer alan Sadreddin Konevi Cami ve Türbesi, Alâeddin Tepesi’nde, dönemin ilk II. Kılıçarslan’ın Veziri Şemseddin Altunba- Altınağa tarafından yaptırılan ve Samurcu Ebu Bekr tarafından genişletilen, dönemin medrese örneklerinden ilki olan ancak günümüzde yıkılmış durumdaki, medresesi yıkılan, İplikçi Külliyesi, I. Alâeddin Keykubat zamanında 1226 yılında, Muhtesip Eminüddin Hacı Hasan tarafından yaptırılan, kare planlı, tek kubbeli, minaresindeki baklava şeklindeki tuğlalarıyla dikkat çeken Akşehir- Güdük Minare Mescidi, 1250 yılında, Fahreddin Ali Sahip Ata tarafından külliye olarak yaptırılan ancak zamanla çini süslemeleriyle dikkat çeken türbe, mescit ve medresesi günümüze kadar gelebilmiştir.
Konya- Ak Manastır, Akşehir- Taş Medrese ve Mescidi ile Tavus Baba Türbesi, Akşehir- Ulu Cami, Akşehir- Seyyid Mahmud Hayrani, Tacül Vezir Medresesi ve Türbesi, Ali Gav Medresesi, Şemsi Tebrizi Türbeleri ile Taş Mescid ve Tahir ile Zühre Mescidi, II. Kılıçarslan Köşkü, Beyşehir- Keykubat Sarayı da kentin önemli tarihi ve dini yapılarıdırlar.
Karamanoğulları yapılarından çok sayıda türbe ve zaviyeden; Kalenderhane Türbesi, Nasuh Bey Darülhuffazı-Küçük Külliye, Tahir Paşa Cami, Ebu İshak Kazerani Zaviyesi, Ali Gav Zaviye ve Türbesi, Kadı Mürsel Zaviye ve Türbesi, Ebu İshak Kazeruni Zaviyesi, Hasbey Dar-ül Huffazı, Meram Hasbey Mescidi, Şeyh Osman Rûmi Türbesi, Şeyh Sücaeddin Türbesi, Ali Efendi Muallimhanesi, Nasuh Bey Dar-ül Huffaz, Turgutoğulları Türbesi, Tursunoğlu Cami ve Türbesi, Burhaneddin Fakih Türbesi, Siyavuş Veli Türbesi sayılabilir.
Osmanlı dönemi yapıları; Sultan Selim- Selimiye- Cami, 1671-1676 yılları arasında Damad Mustafa Paşa tarafından yaptırılan ancak 1867’de geçirdiği yangından nedeniyle 1875 yılında Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafından onartılan barok- rokko mimarisiyle dikkat çeken çifte minareli Aziziye Cami’dir.
Ayrıca 1568 yılında Post Nişin Pir Hüseyin Çelebi tarafından yaptırılan ancak iki kez yıkılan, bir kez de yandığı için 1868 yılındaki onarımla bugünkü halini alan Konya’nın en büyük Osmanlı dönemi camisi İhyaiyye Kapı- Kapu- Camisayılabilir.
Has Bey Darülhuffazı- Küçük Külliye, Piri Mehmet Paşa, Şerafettin, Hacı Fettah, Nakipoğlu, Şerafeddin camileri, Siyavuş Veli Türbesi, Şeyh Halili Türbesi, Beyşehir- İsmail Aka Medresesi, Ilgın- Lala Mustafa Paşa Külliyesi, Karapınar- II. Selim Külliyesi, Yusufağa Kitaplığı da kente değer katan önemli mekânlardır.
Hıristiyanlık dönemi yapılarından; Beyşehir –Yaka Manastırı, Aya Hariton Manastırı, Profides İllas Mabedi ile Meta Morfizi, Kinisis, Aya Pavlas, Haghia, Avla Eleni kiliseleri de kentin dini öneme sahip başlıca örnekleri olarak sıralanabilir.
Konya il merkezi ve çevre ilçelerindeki diğer müzeler; Konya Arkeoloji Müzesi, Konya Çini Eserleri Müzesi, Selçuklu taş ve Ahşap Eserleri Müzesi, Konya Atatürk Evi- Kültür Müzesi, Konya Bölge Etnografya Müzesi, Koyunoğlu Müzesi, Ereğli Müzesi, Akşehir Atatürk ve Batı Cephesi Müzesi, Akşehir Taş Eserler Müzesi’dir.
Konya’da yapılan önemli hanlar ise; Horozlu- Ruzbe, Sadettin Köpek, Akbaş, Argıt-Altınapa, Zalmanda, Altun Baba, yaz ve kış kullanılabilecek şekilde içinde bir de mescidi olan 1205 yılında I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından Kızılviran- Kızılören, Horozlu, Ishaklı, Kuru Çeşme, Obruk, Derbent- Dukuzun, Raziye Hatun hanları ve Kaplıca Hamamı ile Diyoskurla Kabartma Anıtı, Lukyanus Anıtı’nı da ziyaret etmek kentin sanat, mimari ve tarihi geçmişini anlamak açısından son derece önemlidir.
Konya çevresindeki görülmesi gereken doğal alanlardan bazıları da; Büyüklü küçüklü içinde renkli bine yakın mağaranın bulunduğu Konya- Küçükmuhsine Köyü Mağarası da doğal oluşuma sahip dikkate değer bir merkezdir.
Renksiz ve kokusuz, 42 C, son derece yararlı şifalı doğal yeraltı suları kullanan Roma ve Bizans’ın ardından Selçuklu döneminde de 1236-1267 yılları arasında iki kez tekrar yapılan tesislere sahip Ilgın kaplıcaları, Ilgın- Çavuşcu Köyü Kaplıcası, Seydişehir Ilıcası, Beyşehir- Kuşaklı Çamuru ve Kaplıcası, Beyşehir- Köşk Köyü Hamamı önemli doğal merkezlerdir.
Ayrıca büyüklü küçüklü içinde renkli bine yakın mağaranın bulunduğu Konya- Küçükmuhsine Köyü Mağarası da doğal oluşuma sahip dikkate değer bir merkezdir.
Tüm bu tarihi ve doğal alan ya da yapılara ek olarak, Hadim-Yerköy Şelalesi, Sille-Damla Kayası, Meram Bağları, Dede Bahçe, Alâeddin Bahçesi-Tepesi, Akşehir- Çamlıköy ve Göl çevresi mesire yerlerinden; Beyşehir Gölü mesire yeri, tarihin her döneminde Konyalılar için son derece önemli mesire yerleri olmuştur.
Çeşitli bir grup bağdan oluşan Meram, ormanlık alanlarla kaplı, oksijenli havası, meyveleri, suları için çok güzel piknik alanları ile düzenlenmiştir.
Konya’ya yaklaşık 75 km. uzaklıkta doğal oluşum Kızören Obruğu ve Obruk Gölü bir yandan bölge jeolojisi açısından önemli bilgi verirken bir yandan da eşsiz bir doğa manzarası sunmaktadır.
Obruğun yanındaki tarihi yollar üzerine kervanlar için kurulan Obruk Han’da bölgenin önemli tarihi yapılarındandır.