4-İzmir;
Coğrafi;
Komşular; İzmir’in komşuları, Manisa, Balıkesir, Aydın ve batı da Ege denizidir.
Yüzölçümü;11.973 km2.
İlçeler; Karşıyaka, Konak, Bornova, Karabağlar, Kınık, Bergama, Dikili, Menemen, Kemalpaşa, Seferihisar, Aliağa, Menderes, Urla, Çeşme, Karaburun, Torbalı, Seferihisar, Bayraklı, Çiğli, Bayındır, Ödemiş, Güzelbahçe, Beydağ, Foça, Balçova, Kiraz, Narlıdere, Tire, Gaziemir, Selçuk.
İklim; Hem Akdeniz hem de Ege bölgesi iklimi görülen İzmir’de yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlıdır.
İzmir ili, denizin ılıman etkisini taşıyan dik ve yüksek dağlarla -1250 m. Madra Dağı, 1646 m. Cevizli Dağ-Aydın Dağı, 2159 m. Bozdağlar, Beydağ, Ömerdağ, Murat, Yamanlar, Kozak, 1500 m. Kemalpaşa, 1098 m. Dumanlı, 1218 m. Akdağ Sultan dağları, 1061 m. Geyiklidağ, Çamlıdağ- çevrilidir.
İl genelinde ılık bir kış geçerken yazın İzmir ile bütünleşen imbat rüzgârı kent ve çevresini serinletmektedir.
Bitki Örtüsü; İzmir ve çevresinin yaşam alanlarını oluşturan ova ve havzalarını- Manisa, Bergama, Gediz, Küçük- Büyük Menderes ovaları, Burhaniye- Havran ovaları, Altınova, Ödemiş, Tire, Bayındır, Selçuk, Kemalpaşa, Bornova, Bakırçay ovaları ile Bakırçay ve Ege havzaları– sulayan çok sayıda küçük büyük akarsu, nehir ve ırmaklar – 400 km. Gediz, 124 km. Küçük Menderes, Büyük Menderes, 128 km. Bakırçay- Ege ile Akdeniz iklim tipine uygun her türlü sebze ve meyvenin yetiştirilebilmektedir. İl ve ilçelerinde bağ ve bahçecilikte oldukça gelişmiştir.
İzmir ve çevresinde iklimin elverdiği fıstıkçamı, maki, kızılçam, zeytin, selvi, ağaç ve çalılıkların da yaygın olarak bulunmaktadır.
Ulaşım; Türkiye’nin 3. büyük kenti İzmir’e ülkenin her yerinden ve yurtdışından karayolu ve havayolunun yanında 629 km. kıyı şeridindeki bazı noktalardan deniz yoluyla da ulaşılabilinmektedir.
Ayrıca Ege Bölgesi’nin tüm yolları –demiryolu, otoyol ve havayolu– İzmir’e çıkmaktadır.
Tarihi;
Meles Çayı ile Sipylos- Yamanlar Dağı sel sularının alüvyonlarıyla meydana gelen Bornova Ovası, yaklaşık 100 bin dönümlük yarım ada şeklinde bir tepeye -Tepekule Höyüğü- dönüşerek bugünkü körfezin doğusunda İzmir’in ilk yerleşim yerini oluşturmuştur.
Kent ve çevresinde devam eden Sarp Mimas- Karaburun, Çakmaktepe, Menemen ve Bayraklı kazılarındaki bulgulara göre bölge tarihi neolitik- cilalı taş devrine kadar gitmektedir.
Ayrıca İzmir’in ilk sakinlerinin Bayraklı – Tepekule yakınlarında MÖ 3000 Lelegler olduğu düşünülmektedir.
MÖ 2000- MÖ 1200 yıllarında Hititlerin de ikamet ettiği kabul edilen kentte MÖ 1200 Aioller ve MÖ 1000- MÖ 800 İonların da yaşadığı yine Bayraklı- Tepekule kazılarından anlaşılmaktadır.
Bazı kazı ve belgelerden edinilen bilgilere göre, Batı Anadolu’daki ilk yerleşim yerlerini –Aiol, İon ve Dor- küçük adacıklar – Çandarlı -Pitanes, Foça-Phokaia, İzmir- Smyrna, Kilizman- Klazomenia, Milet ve İasos- Truva savaşından dönen kahramanlar tarafından kurulduğu varsayılmaktadır.
Ticaret yapmak için MÖ 850- MÖ 800 yıllarında İzmir Körfezi’ne gelen İonlar, devlet olarak tanınmaya başlanan ve nüfusu 1000-1500 kadar olan Smyrna’ nın etrafını kerpiç duvarlarla çevirerek kenti hızlı bir zenginleşme sürecine sokmuşlardır.
Tarım ve balıkçılığında yaygınlaştığı kente, İonlar, Athena adına bir tapınak da yaptırmışlardır.
Daha sonra artan nüfus ve işgücüyle büyüyen kente, 5.yy. da tüccar Finikeliler pek çok yapı, yapıt- Kıbrıs heykelcikleri, binalar vb. – ile çeşitli malları – Akdeniz tarzı fayanslar, seramikler vb.- satabilecekleri bir de liman inşa etmişlerdir.
Sonraki sakinleri MÖ 650 Kimmer ve MÖ 600 Lidyalar zamanında da parlak günler yaşayan Symrna’yı MÖ 545 yılında Persler işgal etmiştir.
İzmir’in ilk adı Smyrna’ nın kutsal Halkapınar Kaynağı- gölcüğünden gelerek- Ana Tanrıça Kaynağı- Kutsal Ana anlamında Hititçe ya da Anadolu’nun yerel dillerinden birinin kökenine dayandığı düşünülse de bir diğer görüşe göre de Smyrna adı MÖ 11. yy. da on iki İon kent devletinden Efes kralı Petsos’un karısının veya bir Amazon kraliçesinin adından da gelmiş olabileciği varsayılmaktadır.
Aiol lehçesinde Smurna, İon dilinde Smurne olan sözcüğün zamanla Atina lehçesiyle Smyrna’ya dönüştüğü de araştırmalarla belirtilmektedir.
MÖ 610- MÖ 600 yılında Lidyalılar tarafından alınan Symrna çöküş dönemine girmiş ve özellikle MÖ 560 Lidya Kralı Alyattes’in kenti yakıp yıktığı kaynaklarda belirtilmiştir.
MÖ 610 – MÖ 560 Alyattes ile MÖ 334 İskender arası zaman bölge ve kent köy dönemi olarak adlandırılmaktadır.
Ancak MÖ 585- MÖ 546 Lidya Kralı Kroisos zamanında ızgara planlı sokaklarla değişerek büyüyen kent, ilk kurulum yeri merkez Bayraklı’dan epeyce uzaklaşmıştır.
MÖ 545 Persler tarafından alınan Symrna’nın sosyo-kültürel ve ekonomik koşullarının giderek ağırlaştığı ancak Pers valisi olduğu düşünülen Tantalos’un kendi adına bir mezar anıtı ile büyük bir nekropol yaptırdığı yine arkeolojik çalışmalardan anlaşılmaktadır.
Persleri Anadolu’da bozguna uğratan Makedonyalı Büyük İskender, MÖ 334 yılında gördüğü bir rüya ile İzmir’i Pagos Dağı- Kadifekale’de deniz yönünde yeniden kurmuştur.
Bu dönemde İzmir, limanı ve deniz ticareti sayesinde kısa sürede eski zengin- refah dolu günlerine dönmüştür.
İskender’ in ölümüyle komutanlarından Antigones ardından Lysimakhos’un yönetimine bırakılan İzmir, bu dönemde de henüz kuruluş aşamasında sayılır. Kent, Lysimakhos kızı Eurydike’ye adadığı için kısa bir süre de olsa Eurydikeia olarak da anılır.
MÖ 307 yılında artan nüfusuna bağlı olarak bugünkü Kadifekale -Pagos eteklerinden denize kadar yayılarak büyüyen kent, MÖ 3. yy. da Batı Anadolu’daki 12 İon kentini içine alan Panionion Birliği’ne 13. İon kenti olarak katılır.
İskender’in ölümünden sonra komutanları tarafından kurulan Makedon- Helen MÖ 312- MS 64 Seleukoslar da bölge ve kenti ele geçirmek istemişler.
Kentteki Lidya ve bitmeyen Pers baskısına karşı Seleukosların yanında yer alan Symrna, MÖ 265- MÖ 225 II. Seleukos tarafından kutsal ve yenilmez kent ünvanını almıştır.
Bir dönem MÖ 195 Pers kökenli Partların egemenliğine tekrar giren İzmir, MÖ 171- MÖ 138 ya da MÖ 165- MÖ 132 Kral Mithridates adına sikkeler bastırmıştır.
MÖ 190’da Magnesia Savaşı’nda yenilen Selevkos kralı MÖ 324- MÖ 261 Antiokhos zamanında Pergamonlu Attalosların yanına geçen İzmir, MÖ 281- MÖ 133 I. Attalos’un tarafından Pergamon-Bergama Krallığı’na bağlandı. Bu dönemde kent bölgede yaşanan güç savaşlarından uzak durarak istediği kentlere para ve asker sağlayan özgür bir yerleşim yeriydi.
MÖ 220- MÖ 138 III. Attalos’un vasiyetiyle Romalılara bırakılan kentte yapılan kazılardan çıkan bulguların çoğu Roma dönemine aittir.
Anadolu’da Roma’yı ilk tanıyan kentlerin başında gelen İzmir, Roma Tanrıçası adına bir tapınak ve kült inşa etti.
17 ve 178 yıllarında Roma döneminde büyük bir depremle neredeyse tamamı yıkılan Smyrna öncesine göre daha parlak bir biçimde tekrar inşa edilmişti.
Roma yönetimindeyken özgür kent olarak uzun zaman ülkenin refahından payını alan ve zamanla imparatorlukla beraber Hıristiyan dünyasının önemli parçası olan Smyrna bu dönemde de önemli bir yerleşim yeri olarak yoluna devam etmiştir.
Roma’nın ayrıcalıklı kenti İzmir, üç kez zangoç unvanını almış ancak 155 yılında Polikarpos, 250 yılında Pionios adlı Hıristiyan piskoposları martyr- şehit ederek yeni dine tam alışamadığını göstermiştir.
395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma-Bizans toprağı olarak gelişimini devam ettiren İzmir, 5. yy. da Bizans’ın birçok eyaleti gibi Got, Hun ve Slav kavimleri tarafından yağmalanmıştır.
Ancak olumsuzluklar yaşasa da tüm bu dönemlerde deniz ticaretiyle ayakta kalmayı başaran kent oldukça varlıklı bir yerleşim yeri idi.
8. yy. da Bizans, thema- idari bölümlere ayrıldı. İzmir’i de içine alan İonya, Doğu- Anatolikon’un thema’sı iken Aiolis’in bir kısmı Anatolikon, diğeri ise Opsikyon thema’sı oldu.
Daha sonra Anadolu’daki yeni saldırılarla karşı karşıya kalan İzmir, 608 yılında Sasani, 637’de Arap, 665 yılında da Emevi, 823’te Giritliler tarafından karargâh olarak kullanmıştır.
Bizanslılar, Ege kıylarını ve Girit’i 191 yılında tekrar ele geçirerek yaklaşık 140 yıl süren Arap akınlardan kurtarmıştır.
Zaman zaman devam eden istilalar sırasında Türklerle tanışmaya başlayan İzmir, 1076’da Selçukluların eline geçse de kent Bizans ve Türkler arasında sık sık el değiştirmiştir.
1095 yılındaki Çaka Bey’in deniz seferleriyle Türklerin kentte kalıcı olduğu görülür.
14. yy. da Ceneviz ve Venedik ticaretinin yoğun olduğu İzmir’i 1317 yılında Aydınoğulları almıştır.
Daha sonra bir ara Rodos Şövalyelerinin de etkin olduğu kent 1426 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır.
1528- 1529 Osmanlılarla gelişimini sürdüren kent Yukarı Kale ile Liman Kalesi arasında genişlemiştir.
I. Dünya Savaşı’na kadar kent çeşitli ülkelerle- Fransa, İngiltere vb.- yaptığı ticaretle öne çıkmış zaman zaman başta Yunanlılar olmak üzere tekrar işgallere uğrasa da en son 9 Eylül 1922’deki milli mücadele sonucu Atatürk ve arkadaşları sayesinde tam bağımsızlığına kavuşmuştur.
1923 yılından sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü büyük ve en önemli kentlerinden biri olmuştur.
İzmir ve Çevresindeki Tarihi Kalıntılar;
4-1-1-İzmir-Agora;
Yunanca pazaryeri- çarşı veya meydan anlamına gelen agora, kentin sadece ticari değil aynı zamanda siyasi, sosyal ve dini toplanma merkezi olarak da kabul edilebilir.
Agoralar genellikle devlet işlerinin görüldüğü devlet agorası ve ticari faaliyetlerin yapıldığı çarşı agorası olarak ikiye ayrılmaktaydı.
Smyrna’nın, Pagos- Kadifekale yamacıdaki MÖ 4.ve 2 yy. devlet agorası, Helenistik dönemde devlet binaları- senato vb. ile çevrili kentin en önemli buluşma noktalarından biriydi.
MÖ 178 yılındaki depremle bu binaların önemli bölümü yıkıldığı için 1923- 1941 yılları kazılarında ortaya çıkarılan agora kalıntıları genellikle Roma- İmparator Marcus Aurelius dönemi yapılarına aittir.
Etrafı sütunlarla çevrili galerilerin önünde geniş bir avluda bulunan dikdörtgen planlı agoradaki binalar kazılar sonunda olarak ortaya çıkarılmıştır.
Ayrıca agorada Roma -Hıristiyanlık dönemine ait bazilika, batı stoa, Faustina kapısı ve antik cadde, grafitilerin yanında yerleşim yerleri, dükkânlar vb. ile pek çok tanrı ve tanrıça heykeli de ele bulunmuştur.
4-1-2- Kadifekale- Pagos;
Kentin güneyinde en yüksek tepeye kurulan Pagos Kalesi’nin üst kısmı Roma ve Bizans alt kısmı ise Helenistik duvar tekniği ile yapılmıştır.
Yapımında harcın kullanılmadığı duvarlar düzgün, büyük boyutlu kesme taşlardan inşa edilmiştir.
4-1-3- Bayraklı- Eski İzmir;
1948 yılından beri yapılan kazılardan Bayraklı’da prehistorik dönemlerden günümüze kadar sürekli yerleşimin olduğu saptanmıştır.
Kent tarihinin Tepekule Höyüğü ile, MÖ 7000’lere kadar gittiği varsayılsa da eldeki somut buluntulardan Ekrem Akurgal’ın bizzat çalıştığı kazılar sonucunda ele geçirilen MÖ 3000- MÖ 300 yıllarına ait parçaların Çanakkale Truva I. ve II. kat buluntularıyla benzeşmesi Bayraklı’nın da aynı döneme tarihlendiği fikrini güçlendirmiştir.
Araştırmalarda MÖ 2000 yılarına ait Asur Ticaret Kolonilerine ait buluntuların olması bölgenin ticari geçmişine ait önemli bilgileri de içermektedir.
MÖ 7. yy. Helenistik dönemde dünyanın en eski geometrik planlı kenti olarak düzenlenen Bayraklı’da dünyanın en eski yapılarının- sazlık damlarla örülü tek odalı kerpiç evler, MÖ 850 kent duvarları, taş çeşme ve en eski, en uzun 120 m. MÖ 7- MÖ 4.yy. Athena Caddesi, Helen dünyasının en kutsal MÖ 725- MÖ 700- MÖ 640- MÖ 580 en değerli mimari yapısı Athena Tapınağı ve en eski mezar anıtı Tantalos Anıtı MÖ 620- MÖ 590- burada bulunması kentin değerinin anlaşılması açısından son derece önemlidir.
En zengin ve gelişmiş dönemini MÖ 650- MÖ 545 Basileus zamanında yaşayan yerleşim yeri bu dönemde kent devleti- nüfusun büyük bölümünün kent merkezinde yaşadığı ve bir kısmının da köylerde zeytin ve tarım ürünleri yetiştirdiği, çömlekçilik, balıkçılık yaparak yaşadığı ve toplam nüfusun bin kişiden fazla olduğu– kimliğini kazanmıştır.
MÖ 610- MÖ 600 İonlular zamanında devam eden kentteki gelişmeler Lidyalıların ilgisini çektiği için kent ile bölgeye yaptıkları saldırılarla çok zarar vermişlerdir.
Bayraklı- İzmirliler kentlerini yeniden inşa etmeyi başarsalar da MÖ 545 Perslerin ağır yıkımına dayanamadılar ve Bayraklı civarına bir daha kent de kurulamamıştır.
4-1-4- İzmir- Tantolos Mezarı;
MÖ 7. yy. bir görüşe göre Lidya Kralı, Zeus’un oğlu, bir görüşe göre Pers Valisi kabul edilen Tantolos’un 29-60 m. çap ve 27- 60 m. yükseklikteki mezar anıtı, Bayraklı akropolünün eteklerinde bulunmaktadır.
Kayalık zeminde, çember gövdeli, koni külahlı, düzgün taşlarla örülerek yapılan mezar, dört köşeli tek bir odadan oluşmaktadır.
Bazı kaynaklarda soylulara ait olduğu düşünülen ve içinde 40 mezar bulunan görkemli bir anıttır. Zamanla oldukça harap duruma düşen mezar anıtı halen onarım aşamasındadır.
4-1-5- İzmir- Akropolis;
Tantalos Mezarı yakınında, tren istasyonun kuzeyinden tırmanarak çıkılabilen anlamı – tepedeki yapı- yüksek tepe- olan Akropolis eski Symrna’da bulunmaktadır.
Kuzey duvarı düzensiz olarak yapılan ana binanın girişinde taş bloklar kapalı şekilde kırmızı taştan inşa edilmiştir.
Yapı ile etrafındaki keramik parçalarının MÖ 4. yy.’a ait olduğu varsayılmaktadır.
Etrafında avlu bulunan ince duvarlı yapının kimliği tam olarak bilinemese de bölgenin yöneticilerinden birine ait olduğu düşünülmektedir.
4-1-6- İzmir- Stadyum;
Roma döneminde denize nazır olarak inşa edilen amphtheatre biçimli yapının şeref koltukları dikkat çekicidir.
4-1-7- İzmir- Mozaik Avlu;
Bugünkü Bahri Baba Parkı civarındaki yapı, Bizans döneminde yapılmış mozaik bir avludur.
4-1-8- İzmir- Saat Kulesi;
İzmir’in simgelerinden, 25 m. yükseklikte, saati Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından armağan edilen saat kulesi, Osmanlı döneminde, Sadrazam Sait Paşa tarafından 1901 yılında Konak Meydan’ında iki yanı oyma taşlarla süslenerek inşa edilmiştir.
Kulenin yanına da 1976 yılında, gazeteci Hasan Tahsin İlk Kurşun anıtı yapılmıştır.
4-1-9- İzmir- Asansör;
Bugün İzmir’in en sevilen, bilinen ve ilginç yapılarından biridir.
1907 yılında, Karataş semtinde Bayrakoğlu adında bir Musevi yurttaş tarafından yaptırılan Asansör, döneminin ilk ve tek asansörü olmuştur.
Halen modern teknikle kullanılan 50 m. yükseklikteki asansör yapıldığı dönemde su gücü ile çalışmaktaydı.
4-1-10- İzmir- Gaius Sextillius Pollio Aquaduct- Su Kemerleri;
Buca- Kızılçullu- Paradiso, Melez Çayı üzerinde İzmir Gaius Sextillius Pollio Aquaduct’ü olarak da tanınan su kemeri kesme taş ve tuğla ile içine yumurta akı konularak Roma harcıyla yapılmıştır.
MÖ 133- MS 395 yılları arasında kullanılan su kemeri, Kadifekale ve çevresindeki su ihtiyacını karşılamak amacıyla Roma İmparatoru Augustus döneminde yaptırılmıştır.
Üst üste iki sıra halinde yapılan ve günümüze de korunarak gelen su kemerleri Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar tarafından onarılarak kullanmıştır.
Ayrıca Osmanlı döneminde vezir tarafından kente su getirmek amacıyla Vezirköprü olarak adlandırılan bir su kemeri daha inşa ettirilmiştir.
4- 1-11- İzmir- Dönertaş Sebili;
Anafartalar Caddesi’ndeki çeşme ve sebili, 1814 yılında, Osmanzade Seyit İbrahim Rahmi Efendi yaptırmıştır.
Köşesindeki dönen sütundan dolayı Dönertaş da denilen çeşme kentin bakımlı tarihi yapılarından kabul edilmektedir.
Kesme taştan inşa edilen dikdörtgen planlı çeşme ve sebil geleneksel kiremit kubbeyle örtülüdür.
İki tarafında birer pencere bulunan sebilin köşeli bezemeli başlıkları ile mermer sütunu yuvarlaktır. Bitki motifleri ve yazı frizleriyle bezeli çeşmenin bütünü mermerdir.
4- 1- 12- İzmir- Başdurak- Hacı Hüseyin Cami;
Kemeraltı, Anafartalar caddesindeki caminin, kuruluş tarihi ve kimin tarafından yaptırıldığına dair bilgiler Evliya Çelebi Seyahatname’sine dayanmaktadır. Seyahatnameye göre yapının giriş kapısında şu an var olmayan bir kitabede yapının 1652 yılında, tahıl tüccarı Hacı Hüseyin tarafından yaptırıldığı yazmaktaymış.
Caminin ilk onarımı 1774 yılında yapılmış ancak daha sonraki yıllarda depremlerden zarar gördüğü için farklı tarihlerde de -1894-1895 ve 2001- onarım geçirdiğine dair kitabeler bulunmaktadır.
Kare planlı, üstü kubbe ile örtülü caminin üst katı ibadete, alt katı dükkânlara ayrılmıştır.
Son cemaat yeri üç bölüme ayrılan camiye iki farklı kapıdan girilmektedir.
Caminin minberinin girişindeki mermer kabartmalar ve abajur tekniği ile yapılan bitkisel desenler göze çarpmaktadır.
Yapının iç kısımdaki pencerelerin çevresi ve mihrabı bitkisel motifli kabartmalarla, cami geneli kalemişiyle dış cephesi ve saçakların altındaki alçı frizi de çiçek desenleriyle süslemiştir.
4-1- 13- İzmir- Hisar Cami;Hisarönü’nde bulunan cami hakkında ya Latin Kilisesi’nden dönüştürüldüğü ya da Molla- Yakup Bey tarafından 1597-1598 yıllarında yaptırıldığı gibi iki farklı bilgi vardır.
İzmir’in en büyük ve en görkemli camilerinden biri olan bu Hisar Cami, 1813,1868 ve 1881 depremlerinde önemli zararlar almış ve pek çok kez de onarılmıştır.
Kare planlı, kesme ve moloz taş karışımından inşa edilen caminin üstü sekiz fil ayağının taşıdığı büyük bir kubbe ve yanları da altı küçük kubbe ile örtülmüştür.
Yapının ön kısmı camekânlı, yuvarlak kemerlerle bağlı sekiz mermer sütunun taşıdığı yedi kubbe ile örtülü son cemaat yerinden cami ibadet mekânına üç kapı ile girilmektedir.
Sedef kakmalı, ahşap minberi olan caminin niş şeklindeki yuvarlak mihrabı ve yapının içinin geneli 18- 19. yy. kalemişi süslemeleriyle bezelidir.
Tek şerefeli, taş kaide üzerindeki kesme taştan yuvarlak gövdeli minare, 1927 yılında yenilenmiştir.
4-1-14- İzmir- Salepçioğlu Cami;
Konak semtinde yer alan cami, Salepçizade Hacı Ahmet Efendi’nin isteğiyle İzmir Kadısı Mehmet Emin Efendi tarafından 1897-1907 yıllarında yaptırılmıştır.
20. yy. fevkani bir yapı olan Salepçioğlu Cami’nin dönem örneklerinde nadir rastlanan cami-medrese birlikteliği -üst katı ana ibadet mekânı, alt katı da medrese- yapının mimari ve tarihi önemini arttırmaktadır.
Caminin ön ve yan cephelerindeki balkonlar ile pencerelerin farklı yönlerine değişik yöntemlerle yerleştirilen pilasterler yapının geneline hakimdir.
İbadet mekânının yer aldığı üst katın duvarlarındaki koyu nefti yeşil kesme taş ve beyaz mermer söveli ön cephedeki mermer dört pilaster dikkat çekmektedir.
İki girişi daha bulunan caminin son cemaat yerine rüzgârlık bölümünden içi tamamen mermer kaplı bir mahfilden girilmektedir.
Son cemaat mahallinde halen kullanılmakta olan iki odanın sonradan eklendiği de dikkat çekmektedir.
İki taraflı döner merdivenle çıkılan mahfil kısmının son cemaat yeri üzerindeki mahfil katının üstü, sivri uçlu, barok tarzı süslemeli üç kubbeyle örtülmüştür. Mahfilin pencereleri balkon kapıları olarak düzenlenmiştir.
Üç kapı ile son cemaat yerinden kare planlı, iki yanında ikişer vitraylı penceresi olan, 16 dilimli, radyan bölmeli, üç boyutlu yeşil bitkilerle bezeli gösterişli bir kubbe ile örtülü ana ibadet mekânına geçilmektedir.
Caminin vaiz kürsüsü ve minberi İzmir camilerinde görülen kıvrımlı perde, mihrapta sivri dikitlerle süslenmiştir.
Yapının içindeki sekiz kolonda üç lambalı aplikler ve merkezi avizesi döneminin kaliteli kristal işçiliği ile son derece zengin, heybetli bir camidir.
Caminin inşa edildiği dönemde girişinin iki yanında –iç ve dış- iki taraflı dörder adet mermer sütun bulunan zemin katı medrese olarak kullanılmıştır.
Medresesinin duvarları farklı renklerdeki – kırmızı ve koyu nefti yeşil- kesme taştan yapılmıştır.
Volta döşeme tekniği kullanılan medresenin tavanı dört adet yivli dökme demir kolon tarafından taşınmaktadır.
İki geçitle birbirinden ayrılan medrese halen kuran kursu ve dershane olarak kullanılmaktadır.
Ayrıca yine zemin katta cami ibadet bölümü altında biri namazgâh olmak üzere toplamda dört oda bulunmaktadır.
İki taraflı barok tarzda, ikili kıvrık merdiven ile yapının üç tarafını –ön, doğu ve batı– saran mermer parke ile kaplıdır. Buradan avluya ulaşılmakta ve fevkani yapının üst kattaki ibadet mekânının girişinde çeşmeler yer almaktadır.
Üç tarafı demir parmaklıklarla çevrili geometrik bir bahçeye sahip caminin avlusunda ilgi çekici kırmızı bir de havuz bulunmaktadır.
Cami ana kütlesinden ayrı olarak sekizgen kaide üzerine oturtulan daire şeklinde, koyu nefti- yeşil, kesme taş ve beyaz mermerden inşa edilen minare önceleri iki defa yıkılsa da en son yapılan haliyle görülmektedir.
Caminin giderini karşılamak için binaya yakın inşa edilen Büyük ve Küçük Salepçioğlu hanlarının 80 dükkânı bugün Salepçioğlu Çarşısı olarak kullanılmaktadır.
İzmir’de Vakıflar Müdürlüğü’ne bağlı çok sayıda cami ve mescitten bazıları; Aliağa, Abdullah Efendi, Yalı, Şadırvan, Kestane Pazarı, Hacı Mahmud, Hatuniye, İki Çeşmelik, Kurşunlu, Çorakkapı-Taşrakapı, Fettah, Faik Paşa, Han-Bey-Pazaryeri, Kestane Pazarı, Kemeraltı, Odunkapulu, Hacı Osmanpaşa, Naturzade- Kadızade, Şeyh camileri gezilip görülmeye değer tarihi ve süslemeli camilerdendir.
Ayrıca çeşitli yangınlarda ve zamanla imar faaliyetleri dolayısıyla yazık ki kentteki pek çok cami yandıkları kayıtlardan anlaşılmaktadır.
İzmir’de Türk ve Müslüman dönemlerine ait çok sayıda mescit bulunsa da bazıları camilerde ya da diğer pek çok yapıda olduğu gibi ya imar faaliyetleri ya da yangınlar sonucu yitirilmişlerdir.
Ayakta kalan mescitler ise; Asmalı, Balıkçı, Kahraman- Karaman, Kanlı İmam mescitleri sıralanmaktadır.
4-1-15- İzmir- Kılcı- Mescidi- Damlacık Camisi;
Konak’ta18. yy. başlarında inşa edilen Damlacık Cami, Kılcızade ailesi tarafından yaptırıldığı ya da onarıldığı için Kılcı- Mescidi- Cami olarak da anılmaktadır.
Büyük bölümünün sonradan yok olduğu sanılan mescidin haziresi yakınında ünlü Asklepion Tapınağı’nın bir bölümünün caminin temelleri altında kaldığına dair bazı belgeler- 1933 yılı Mayıs ayında yapılan bir çalışmada, caminin yanında bulunan mezarlık altında 270 m. uzunluğunda ve 2 metre genişliğinde yer altı mahzenleri olduğu sanılan bir bodrum – bulunmuştur.
4-1-16- İzmir -Selvili Mescidi- Osman Efendi Cami;
Konak’ta bulunan yapı hakkında tam ve detaylı bir bilgi bulunmamasına karşın eldeki bazı verilerden- içindeki mezarda taşın üstünde Mustafa Osman adı ve 1180 vefat tarihi yazılı– yapı Osman Efendi Cami adıyla da anılırken 1841 yılındaki yangının zararın görmüştür.
Sonradan onarılan camiye eklenen selvilerden dolayı yapı halen Selvili Mescidi olarak da adlandırılmaktadır.
4-1-17- İzmir- Aya Vukla- Aziz Vukolos Kilisesi;
Kapılar semtinde yer alan yapı, 1257- 1274 ve 1281 yılları arasında Ortodoks Rum Kilisesi iken 1886 da tekrar inşa edilerek Aya Vukla- Aziz Vukolos Kilisesi adıyla açılmıştır.
Mübadele sonrası Rum cemaat İzmir’den ayrılınca işlevini yitiren kilise, 1927 -1951 yılları arasında İzmir Arkeoloji Müzesi olarak hizmete vermiştir.
1951 yılında Kültürpark’taki müze binası açıldıktan sonra Gözlü Kilise olarak da anılmaya başlayan yapı, bir süre depo olarak kullanılsa da sonradan İzmir Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü’ne tahsis edilmiştir.
Ancak uzun bir süre bakım yapılmadığı için harap duruma düşen yapıya son yıllarda ciddi onarım ve restorasyon yapılmıştır. Bu çalışmaları sırasında kutsal figürler- Hz.İsa, Altın Ağızlı Aziz Yuhanna ve melekler Mikail ile Cebrail’i sembolize eden duvar resimleri- yeniden gün yüzüne çıkarılmıştır.
Kilisenin müştemilatı İzmir Basın Müzesi olarak düzenlenmiş ve içinde halen gazeteci Metin Göktepe’nin kazağı, Uğur Mumcu’nun ilk bilgisayarı ve Abdi İpekçi’nin daktilosunun da yer alması son derece anlamlı eserler olarak müzede yerlerini almışlardır.
4-1-17- İzmir- Saint Antoine Katolik Kilisesi;
Karşıyaka’da yer alan Katolik Kilisesi’nin 1902 yılında birinci katı tamamlanarak aynı yıl dönemin Papa Yardımcısı’nın katıldığı bir törenle ibadete açılmıştır.
Daha sonra kilisenin yanındaki manastır altı sınıflı bir İtalyan Okulu olarak hizmete açılmış ve yanındaki mezarlık da zamanla ortadan kaldırılmıştır.
Dikdörtgen planlı, kesme taş ve tuğla karışımında inşa edilen kilisenin üç bölümlü apsidi dışarıya çıkıntılı olarak düzenlenmiş ve üzeri kırma çatı ile örtülmüştür.
Gotik tarzda, ince uzun yuvarlak kemerli pencereleri olan kilisenin ana mekâna bitişik, kesme taştan çan kulelerinden biri deprem sırasında yıkılsa da diğeri günümüze kadar gelebilmiştir.
Kilise binası 1966 depremiyle oldukça hasar görmüş ve 1990 yılında yanındaki manastır ile birlikte onarılarak gayet iyi bir konuma getirilmiştir.
4-1-18- İzmir- Saint John Baptist Kilisesi;
Buca’da yer alan Protestan Kilisesi, 1834 yılında Protestan Anglikan Kilisesi olarak hizmete açılmıştır.
Şapel -küçük köy kilisesi- olarak düzenlenen bina 1865 yılında Osmanlı Padişahı Abdülaziz Han’ın fermanıyla kilise olarak yenilenmiştir.
Oldukça küçük haç şeklinde planı olan kilise karakteristik olarak bir ucunda karşılıklı koro ile kilise mihrabı ve giriş ile vestiyer, diğer ucunda da org yeri ile rahip odası bulunmaktadır.
Ana holdeki iç kubbede geometrik tarzda farklı bir ahşap konstrüksiyon göze çarpmaktadır.
1961 yılında Alsancak- Protestan St. John Evangelist şapelinden getirilen renkli cam vitray pencereleri neo -klasik tarzda son derece ilgi çekici ve sanatsal görünümleri ile dikkat çekmektedir.
1961 yılında Türk Protestan cemaatinin ibadet ettiği kilisenin müştemilatı belediyeye devredilmiş ve ana bina 2001 yılına kadar Kültür Merkezi olarak kullanmış daha sonra tekrar kilise olarak hizmet vermeye başlamıştır.
Org üzerinde : ‘T.B OWEN Rees ESQ.R Mrs.Rees As a Thanks’ ‘Ailemizi I. Dünya Savaşında koruduğundan ve aile fertlerimizden hiçbiri ölmediğinden dolayı organizasyonu tanrıya armağan ediyor.’diye yazı bulunmaktadır.
4-1-19- İzmir- Saint Polycarpe Kilisesi;
Konak Semti’nde İzmir Piskoposu Aziz St. Polikarp’a ithaf edilen kilise sadece semtin değil kentin en eski yapılarından biri olarak kabul edilmektedir.
Aziz Yuhanna’nın ilk öğrencilerinden 69-155 Aziz -St. Polikarpe, Pagan Romalı yöneticiler tarafından çok defa dininden vazgeçilmeye çalışılmıştır. Ancak Polikarpe Hıristiyanlıktan vazgeçmemiş bunun üzerine 23 Şubat 155’de Kadifekale eteklerindeki Roma Stadyumu’nda yakılarak öldürülmüştür.
Hıristiyanlık inancına göre de ölümünden sonra Polikarpe azizlik mertebesine yükselmiştir.
1625 yılında, Kanuni Sultan Süleyman’ın izniyle yaptırılan Aziz -St. Polikarpe Kilisesi, 1680’ deki büyük yangından çok zarar gördüğü geniş çaplı bir onarım geçirmiştir.
Zamanla yıpranan ve zarar gören kilise 1775 yılına gelindiğinde Osmanlı’dan alınan izin ve 16. Louis’in desteğiyle tekrar restore edilerek üç nefli bazilikaya çevrilmiştir.
1892-1898 yıllarındaki onarımla şapeller eklenerek kilise genişletilmiştir.
En son yapılan restorasyonla İzmir’de yaşamış olan genç Fransız sanatçı, ressam, mimar Raymond C. Pere, tarafından son derece ilgi çekici şekilde St. Polikarpe’ın yaşam öyküsü fresklerle kilisenin içine işlenmiştir.
Onarımlardan sonra yapı, günümüzde dikdörtgen bazilika planlı, doğu- batı yönünde üç nefli, bema kesimi kubbeli ve bir çan kulesi ile son şekli verilmiştir.
İzmir’de çok sayıda kilise çeşitli yangınlarla yok olmasına karşın kentte geriye kalan diğer kiliselerden bazıları; Aya Fotini Kilisesi, Notre Dame Lourdes Katolik Kilisesi, Saint Helen Katolik Kilisesi, Saint Jean Katedrali, Saint John Dom Katedrali, Saint John Avengelist Kilisesi, Saint Mary Magdelena Angilican Esiscigal Kilisesi, Santa Maria Kilisesi, Santa Maria Katolik Kilisesi, Notre Dame De St. Holy Rosary Kilisesi olarak sıralanabilir.
4-1-20- İzmir- Havra ve Sinagoglar;
Hıristiyanlık öncesi Anadolu’daki Yahudi cemaati, Roma Dönemi’nde İzmir’e de yerleşmiş ve Bizans ve Osmanlı zamanında nüfusa paralel olarak havra ve sinagog sayısı da artmıştır.
Çeşitli semtlerde açılan kentin en eski ve köklü yapılarından Havra Sokak, Keçeciler, Karataş, Karantina ve Agora ile Karşıyaka, Bornova, Pınarbaşı ve Mesire Köyü de Yahudi cemaatin önemli merkezlerindendir.
Bölgedeki Yahudi cemaat İzmir dışında Manisa, Salihli ve Tire vb. yerleşim yerlerinde de uzun yıllar yaşadıkları geriye kalan dini ve özel yapılar ile belgelerden anlaşılmaktadır.
Günümüzde çevre illerde Yahudi nüfus kalmasa da İzmir içinde hala yaşayan aileler bulunmaktadır.
Yahudi nüfustan ilçelerde ve İzmir merkezde sadece dini mekanlar değil çok sayıda ev, işyerleri, kent için yapılan binalar vb. bulunmaktadır.
4-1-21- İzmir- Bet Hillel Sinagogu;
İlk olarak, 19. yy. İzmir Yahudi Cemaati din bilginlerinden, 72 kitap yazan ve1861 yılında Sultan Abdülmecit tarafından –adaletten sorumlu din adamı- nişanı ile ödüllendirilen, 1788-1869 Haham Hayim Palaçi ve oğlu 1809-1899 Haham Avraham Palaçi ailesinin evinde kurulan Bet Hillel Sinagogu, halen Kemeraltı, Havra sokağında bulunmaktadır.
Zamanla çeşitli deprem, yangın zaman aşımı vb. nedenlerden zarar gören Sinagog son zamanlarda Büyükşehir Belediyesi tarafından onarılmış ve özellikle Haham Hayim Palaçi’nin mezarınında bulunduğu Gürçeşme mezarlığındaki arınma havuzu, Mikve kutsal Pırlanta Üçgeni ile ziyarete açık bir ibadet merkezidir.
4-1- 22- İzmir- Beit İsrail Havrası:
Mithatpaşa, Karataş’taki Sinagog, 1907 yılında, II. Abdülhamit’in izni ile ibadete açılmıştır.
Kentin en büyük havrası İtalyan mimarisinin etkisiyle, kilise lineer planı tarzında inşa edilmiştir. Geniş bir hol ile girilen ana ibadet mekânın U planlı Mehizah bölümü galeri ile çevrilmiştir.
Girişi tamamıyla sokağa açılan yapıya, ikisi sivri, beş kemerli beş kapıdan girilmektedir.
Girişin üçgen alınlığındaki Şimal yıldızı motifi son derece dikkat çekici bir şekilde vurgulanmıştır.
Havraların genelinde olduğu gibi bu binada da taşıyıcı sistem yığma taş iken tavan ve asma kat döşemeleri ile çatısı ahşap, zemin kaplamasında da karo mozaik kullanılmıştır.
Ana mekânı ışık alan havranın kubbe merkezi bitki ve çiçek bezemeleriyle vurgulanmıştır.
Kilise planlı iki teva- kürsüsünü taşıyan platformu ve tora dolabı yapıyla uyumlu bir şekilde tasarlanmıştır.
Hekale- büyük eve bakan duvar fasadıyla dikkat çeken yarı açık ana mekâna zeminden beş mermer basamakla çıkılmaktadır.
Havranın çeşitli bölümlerinde bulunan hekalin, duvarların, amarın, tevanın, pencerelerin ve platformdaki alçı plasterler, kemerler, kompozit başlıklar, vitraylar, ahşap işçilikleri, bezemeler, yazılar, oturma sıralarındaki renkli kumaşlar, halılar, örtüler iç mekâna zenginlik kalmaktadır.
Beit Israil Havrası herhangi bir değişikliğe uğramadan, 1908 yılında yapıldığı haliyle günümüze kadar gelmiştir.
Kentteki diğer sinagoglar,
4-1-23- İzmir – Roşaar- Tepebaşı Havrası:
Yukarı Karataş’ta 20. yy. başlarında merkezi planla inşa edilen Roşaar Havrası’nın basamaklı girişlere ön ve arka bahçelerden ulaşılmaktadır.
Havranın dönem mimari özellikleri ve iç açıcı sülemeleriyle dikkat çekmektedir.
Kentteki bazı havralarda –Talmud Tora, Bikur Holim- olduğu gibi ana mekana açılan giriş mekanı vardır.
Tek katlı yığma taştan yapılan havranın mehizah bölümü günümüze kadar gelememiştir.
Çatısı ahşap olan havranın ana mekanının ortasında ahşap işçiliği ile dikkat çeken altı basamakla yükseltilen sekizgen platformu bulunmaktadır.
Havranın bugün kullanılmayan zemin kaplaması karo mozaiklidir.
Havranın üç adet tora dolabı helal duvarına yerleştirilmiştir.
Yapının iç mekan bezemelerinin son derece sade olduğu göze çarpmaktadır.
Havranın bahçeye açılan kapısı örtülerek pencere açılmıştır.
İzmir’de bulunan diğer yahudi mekanları: Algaze Havrası, Bikur Halim Sinagogu, Eti Hayim Havrası, Hahamhane, Kaan Kadoş Havrası, Portekiz Sinagogu, Shalom- Şalom Havrası, Aydınlılar Havrası- Sinyora Giveret Havrası, Şaar Aşamayım Havrası, Talmud Tora Havrası olarak sıralanabilir.
4-1-24- İzmir- Abacıoğlu Hanı;
Tarihi Abacıoğlu Hanı, her ne kadar kentin en kalabalık yerlerinden biri Kemeraltı’nda araya sıkışmış bir görünüm çizse de mimarisinin cazibesiyle önünden geçenlerin hemen dikkatini çeker.
Han, içine adım atıldığında da insanı geçmişe götüren son derece huzur verici bir yapıdır.
18 yy. başında Hacı Mustafa Ağa tarafından yaptırıldığı varsayılan asimetrik planlı, düzgün kesme ve kaba yontma taş ile tuğladan iki katlı olarak inşa edilmiştir.
Yapının genelini dükkânlar çevrelerken ortasında bir de avlu bulunmaktadır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında hem sebze- meyve hali hem de yolcu ve yük taşıyan ilçe motorlu taşıtları için kullanılan hanın 9 odası ve 7 alt mahzeninden bugüne sadece yedi dükkân, kuzeydoğu ve güneybatı kanatları kalmış durumdadır.
Dükkânların avlu yönünde üstte iki sıralı pencere, altta da iki pencere ve bir kapı bulunmaktadır.
Avlunun solundaki sekiz dükkân diğerleri ile birlikte kırma çatı ile örtülmüştür.
Dükkânların üzerinde ikişerli grup halinde 16 pencere sıralanmıştır.
Konak Belediyesi tarafından restorasyonu yapılan handa halen restoran, kafe, hediyelik eşyacı, derici ve kafelerden oluşan 18 dükkân bulunmaktadır.
İzmir merkezdeki diğer tarihi hanlar; Arap Hanı, Büyük Kardıçalı Hanı, Büyük Karaosmanoğlu Hanı, Çakaloğlu Hanı, Kızlarağası Hanı ve Mirkelamoğlu Hanı olarak sayılabilir.
İzmir tarihinde kent ve çevresine 16- 19. yy. arasında 10- 15 adet hamam yapıldığı varsayılmaktadır.
Ancak bu yapıların çok az kısmı göçler, depremler, yangınlar, imar çalışmaları vb. ile günümüze ulaşabilmişlerdir.
Bu hamamlardan halen kullanılabilir durumda olanlar;
4-1-25- İzmir- Karataş Hoşgör Hamamı;
Karataş’ta bulunan hamamın kitabesi olmadığı için mimarisinden ve kullanılan malzemelerden 18. yy .a ait bir yapı olduğu düşünülmektedir.
Zamanla binada yapılan değişikliklerle oldukça farklı bir yapıya dönüşen kesme taştan inşa edilen hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir.
Dikdörtgen planlı soyunmalık ile ılıklık bölümlerin üzeri pandantifli kubbelerle örtülü, diğer bölümleri ise tonozla örtülüdür.
Sıcaklık bölümün üstünde pandantifli bir kubbe ve altında da göbek taşı bulunan ile iki halvetli alanda ayna tonozlu bir eyvan dikkat çekmektedir.
Daha sonra sıcaklığın dış bölümüne dikdörtgen planlı külhan kısmı eklenmiştir.
4 -1-26- İzmir- Lüks- Kadı- Hamamı;
Anafartalar’da yer alan ve günümüze kadar korunaklı bir şekilde gelen hamamın yapım tarihi tam olarak bilinmemekte ancak yapanın mimarisinden 17 -18. yy. olabileceği varsayılmaktadır.
Kesme taştan inşa edilen yapı, çifte hamam şeklinde tasarlanmış olup, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir.
Hamamın erkekler ve kadınlar bölümleri birbirlerinin aynısıdır.
Hamamın soyunmalık ve ılıklık bölümleri kareye yakın dikdörtgen planlı olarak düzenlenmiş ve her iki bölümün üzeri de tonoz örtülüdür.
Dikdörtgen planlı sıcaklık bölümünün üzeri de kubbe ile örtülmüş ve içerisine de çifte halvet kısmı eklenmiştir.
İzmir ilindeki günümüze gelebilen diğer hamamlar;
Basmane- Kıllıoğlu Hacı İbrahim, Basmane hamamları, Kemeraltı- Yeşildirek Hamamı, Kestelli-Çivici Hamamı, Karataş-Karantina ve Salepçioğlu hamamı, Anafartalar- Tevfikpaşa Hamamı, İkiçeşmelik- Şark- Saçmacı ve Çukur hamamları, Konak- İstanköy Hamamı, Buca- Alibaba, Altındağ, Bahçeli ve Bahçelievler, İslamköy hamamlar, Bornova- Sultan Hamamı, Agora- Namazgâh Hamamı, Karşıyaka- Alibey, Gaziemir, Havuzlu, Hilal, Şirinyer, Uğurpaşa hamamları, Bergama-Tabaklar, Küplü ve Hacıhekim hamamları Ödemiş- Aydınoğlu Hamamı Selçuk- Saadet Hatun, İsa Bey hamamları, Efes- Bizans, Efes- Liman, Efes- Skolastika hamamları, Torbalı- Hamamı ve Aşağı Hamam Palaestra, Yukarı Hamam ve Gymnasium, Tire- Hekim ve Yalınayak hamamları olarak sıralanabilir.
4-1-27- İzmir Müzesi;
1927 yılında Kapılar Semti’ndeki Ayavukla Kilisesi, İzmir’in ilk müzelerinden İzmir Asarı Antika Müzesi adıyla açılmıştır.
Kentteki diğer müzeler Basmane Müzesi, 1951 yılında Kültür Park içinde açılan Arkeoloji Müzesi, 10 Eylül 1922 yılında Kordon’da Başkomutanlık Karargâhı olarak kullanılan Atatürk Müzesi olarak sıralanabilir.
4-1- 28- İzmir Arkeoloji Müzesi;
Müze ilk olarak 1927 yılında Basmane- Ayavukla- Gözlü Kilisesi’nde ziyarete açılmıştır.
1951 yılında Kültürpark’ta açılan ikinci bir arkeoloji müzesi de kent ve çevresindeki antik kentlerden gelen eserler sergilenmiş ancak yeterli olmamıştır.
Daha sonra Konak’ta Bahribaba Parkı içinde 5000 m² alana sahip müze 1984 yılında açılmıştır.
5000’den fazla eserin sergilendiği müze, farklı bölümler şeklinde- teşhir salonları, laboratuvarlar, depolar, fotoğrafhane, kitaplık, konferans salonu vb.– düzenlenmiştir.
Üç katlı teşhir salonlarından oluşan müzede;
En Üst Kat Teşhir Salonlarında;
Batı Anadolu’nun çeşitli yerlerinden, tarih öncesi çağlardan Bizans dönemi sonuna kadar – buluntu yerleri tam bilinmeyen bağış eserler- kronolojik bir düzen içerisinde yer alan cam, bronz, yüzük taşları ve pişmiş topraktan yapılmış heykelcik, çanak çömlek ve kandil gibi küçük boydaki eserler– gruplandırılarak vitrinlerde sergilenmektedir.
Müzede, bazı ören yerlerinde- Eski İzmir, Çandarlı, Myrina, Foça, Erythrai, Lasos- yapılmış olan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmış buluntular da sergilenmektedir.
Bu kattaki hazine dairesinde altın mezar hediyeleri cam ve bronz eserler ile Halikarnas’da bulunan bronz Demeter heykeli de görülmektedir.
Vitrinlerde de Yunan ve Roma dönemlerine ait altın sikkeler ile Venedik dükalığı sikkeleri sergilenmektedir.
Orta Kat Teşhir Salonunda;
Müzenin giriş katında mermer heykel ve büstler ile heykel başı portreler, kronolojik bir düzen içerisinde sergilenmektedir.
Salonlarda bulunan 8 vitrinde küçük boyutlardaki mermer eserlerin kendi aralarında gruplandırıldığı görülmektedir.
Girişte Erythrai’den antik çağdaki büyük boy mermer heykellerin ilk örneklerinden Kore Heykeli, Kyme’den Bronz Atlet Heykeli son derece önemli eserlerdir.
Alt Kat;
Bu katta bir bölümde mezarlar- çeşitli tarihlerdeki pişmiş toprak ve mermer lahitler, özellikle- pişmiş toprak Klazomenai lahitleri- mezar stelleri özellikle- Helenistik mezar stelleri, Belevi Mezar Anıtı – tavan kaset kabartmaları, Agora Ören Yeri’nde bulunan Poseidon, Demeter ve Artemis’den meydana gelen yüksek kabartma heykel grubu- sergilenmektedir.
İzmir Arkeoloji Müzesi, Batı Anadolu’nun prehistorik çağlardan bugüne kadar gelen uygarlıklar ve kültür dönemleri hakkında yeterince bilgi vermekle birlikte antik çağların sanat anlayışlarını da sergilemesi bakımından son derece ilgi çekici ve önemli bir müzedir.
4-2-1- Tire- Hafsa Hatun Çeşmesi;
17-18. yy. Tire çeşmelerinin çoğunda yapı ile bilgiler –kitabe, ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı vb.– bulunmamaktadır.
Tire’deki bu çeşmenin de tarihi ve kimin yapıldığına dair kayıtlı bilgi olmamasına karşın, Hafsa Hatun tarafından yaptırılması, 18. yy. yapım tekniği hakkında bilgi vermektedir.
Tek cepheli, dikdörtgen planlı, moloz taş ve tuğladan inşa edilen Hafsa Hatun Çeşmesi’nin önündeki yuvarlak kemerin içinde ayna taşı bulunmaktadır.
Günümüzde kullanılmayan, kırma bir çatı ile örtülü çeşmenin yalak taşı Helenistik döneme ait bir lahitten alınmadır.
Bu çeşmelerden başka İzmir çevresinde dikkat çekici şadırvanlı mermer pek çok çeşme tarihi ve mimari öneme sahip yapılardır.
4- 3-1- Menderes – Değirmendere- Kolophon – Kolofon Antik Kenti;
Kolophon- Değirmendere’nin doğusunda yer alan, adını yanındaki Kolophon Dağı’ndan alan antik kent MÖ 9. yy. deniz kenarına kurulan tek İon yerleşkesidir.
Kentin İon göçleriyle bölgeye gelen Girit- Miken etkisinde kaldığını inşa ettikleri mimari yapılarında ve kültüründe görülmektedir.
Verimli topraklara sahip, denizcilikte öncü, oldukça varlıklı oldukları bilinen Kolophonlular MÖ 8. ve MÖ 7. yy. binicilikteki ustalıklarıyla da bölgeye nam salmışlardı.
Kentte yaşam MÖ 7. yy. Lidya Kral Gyges’in ardından MÖ 6. yy. Persler ile değişimler gösterse de eklenen yeni yapılarla- Akropol- yukarı kentin güneyinde yer alan aşağı kent, MÖ 4. yy. da yapılan duvarlarla çevrilmesi vb.– büyümesine devam etmiştir.
Ancak gerek bölge gerekse kent sürekli istilacıların saldırılarıyla rahatsız edildiğinden dolayı kent bir süre sonra eski önemini kaybetmeye başlamıştır.
MÖ 324 yılında Makedonyalı Büyük İskender kenti aldıktan sonra Kolophon tekrar bağımsızlığını kazansa da bir süre sonra halk Efes’e sürülmek istenmiştir. O yüzden Kolophon halkı çevredeki diğer kentlere dağılmışlar ve kent de yönetim açısından iyice zayıflamıştır.
MÖ 281 yılından sonra Selukos ve Attalosların yönetimi altında kent Arkaik Kolophon- Eski Kolophon olarak bir tekrar inşa edilmiştir.
Kolophon, bir süre sonra 15 km. güneye Yeni Kolophon adında yeni bir yerleşim yeri oluşturulmuş ama bu kentin Efes’in gelişimini engellediği düşünülerek zamanla zayıflatılmıştır.
Kolophon- Menderes, Roma Dönemi’nde de bağımsız bir kent olsa da bu dönemde sadece Klaros’taki Tapınağı ile dikkat çekmekteydi.
4-3-2- Değirmendere- Menderes- Klaros Antik Kenti;
Klaros Bilicilik Merkezi;
İzmir’e 55 km. uzaklıkta yer alan Klaros, yakınındaki Kolophon Antik Kenti’nin Apollon adına adanan kehanet -bilicilik-merkezi olarak kullanılmaktaydı.
Delphi’den sonra en önemli bilicik merkezlerinden biri olan Klaros- Apollon Bilicilik Merkezi’nin tarihi MÖ 7. yy. ve MÖ 6. yy ’a kadar uzanmaktadır.
Özellikle Helenistik ve Roma dönemlerinde son derece önemli bir merkez olan Klaros- Apollon Bilicilik Merkezi zamanla yapılan eklemelerle- MS 2. yy. kare planlı Propylea’dan başlayan tapınağa giden sütunlu ve heykelli yolu genişletilerek ihtişamı arttırılan tapınağın duvarlarında 7.5. m. yükseklikteki Tanrı Apollon heykeli ve ona ilahiler söyleyen çocuk yazıtları– görkemi ve manevi değeri arttırılmıştır.
Kutsal bir kaynağın ve ormanın içinde yer alan dor mimari tarzda inşa edilen tapınak ile sunak arasındaki kurban törenleri için hazırlanan alan-100 adet hayvan bağlama demir halkalarla kaplı taş bloklar– Klaros- Apollon Bilicilik Merkezi Anadolu’da bulunan tek örnek olduğu için son derece önemlidir.
4-3-3- Menderes- Ahmetbeyli- Kale- Notion Liman Kenti;
İzmir’e 50 km uzaklıkta, 12 İon kentinden biri olan Notion, Kolophon’un ticari kalbi niteliğindeki liman kentiydi.
Kale olarak adlandırılan Notion, denize hâkim iki tepe üzerine Akropol- Yukarı Kent olarak inşa edilmiştir.
Baş Tanrıça Athena Polias’a adanan Notion, bölge halkı ile özellikle denizciler için son derece önemli bir liman kenti idi.
Bazı tarihçilere göre bir Aiol yerleşkesi olan ve uzun yıllar çeşitli saldırılara karşı korunan Notion, Attika- Delos- Deniz Birliği’nin en önemli üyelerinden bir ticaret merkeziydi.
Çok sayıda saldırılarda zor günler yaşayan Notion MÖ 324 yılında Büyük İskender döneminde bağımsızlığını tekrar elde etmiştir.
İskender’in ölümünün ardından tekrar saldırı ve kargaşalara açık hale gelen Notion,
MÖ 3. yy. da 15 km. mesafedeki Kolophon kentiyle ortak vatandaşlık antlaşması yaparak sükûneti sağlamaya çalışmıştır.
MÖ 218 yılında Pergamon’a, MÖ 196 yılında Suriye’ye bağlanan Notion, MÖ 191 tekrar Pergamon yönetimine geçmiş ve MÖ 188 Apemeia Barışı ile Romalılar zamanında özerklik elde etmiştir.
MÖ 133 yılında Roma- Asya Eyaleti olan Notion denizden gelebilecek tehlikelere karşı güçlü bir donanması ve süvari birlikleri olmasına karşın bölgede meydana gelen savaşlara sürekli katılmak zorunda olduğu için savaşlardan çok zarar görmüştür.
İki büyük kapıyla girilen kenti 4 km. lik Roma ve Helenistik dönem surları çevrelemektedir.
Surlar ve kapıların kalelerle desteklendiği bugün de görülebilmektedir.
Ayrıca kentte Helenistik dönem tiyatronun sonradan Roma mimari tarza dönüştürüldüğü sanılmaktadır.
Notion antik kenti, Bizans döneminde de önemini koruyarak bir piskoposluk merkezi olduğu yapılan araştırmalar ve buluntulardan anlaşılmaktadır.
4-3-4- Menderes- Lebedos Antik Kenti ;
Lebedos- Gümüldür- Ürkmez Köyü- Kısık Yarımada’sı üzerindeki 12 İon kentinden biri Lebedos Antik Kenti, MÖ 7. yy. da kurulmuştur.
Kent halkı Efes’ten zorla getirildiği için de etkin ve varlıklı bir yaşam süremediği bazı kaynaklarda yazmaktadır.
Antik kentten günümüze gelebilen çok az sayıda kalıntı –limanda Helenistik duvarlar, gymnasium, konutlara ve teraslara ait parçalar– görülmektedir.
Bir dönem kentin para basması aslında Lebedos’un belirli bir öneme sahip polis- kent olduğunun da kanıtı sayılmaktadır.
4-3-5- Menderes- Baklatepe Höyüğü;
Denizden içeride ancak limana mal sağlayan önemli bir yerleşim olduğu kazılarda ele geçen buluntulardan anlaşılan Baklatepe Höyüğü’nün tarihi geç kalkolitik MÖ 4000- MÖ 3000 yıllarına kadar gitmektedir.
Döneme ait tek sıralı taş temele oturtularak ağaç dalları ve çamur sıvayla inşa edilen ızgara planlı evlerin kalıntıları bölge tarihi açısından son derece önemlidir.
Çalışmalarla mezarlıkların evlerden uzak yapıldığı, ölülerin küp ve çömlek mezarlara konulduğu belirlenmiştir.
Erken Tunç Çağı MÖ 3000- MÖ 2500 yıllarına ait dönemde yerleşim yerinin sur ve hendeklerle koruma altına alındığı da arkeolojik kazılardan anlaşılmaktadır.
Erken Tunç Çağı’nda yapılan taş tabanlı evlerin içindeki ambar ve ocaklar dikkat çekmektedir.
Mezarlarlıkların yine evlerden uzak, önceki dönemde yapılan mezarlıkların doğu- kuzeydoğu ve güneydoğusuna eklenmiştir.
Ölüler taş sandukalara, küp mezarlara ya da doğrudan toprağa koyulduğu belirlenmiştir.
Ölülerin yanına da çok sayıda seramik kap, hayvan figürlü eşyalar, taş boncuklar, bronz silah ve süs eşyalarıyla gömüldüğü saptanmıştır.
Geç tunç çağına ait mezarlık ve ölü gömme tekniklerindeki değişimlerin denizaşırı ülkelerden gelen uluslardan öğrenildiği düşünülmektedir.
4-4-1- Bergama- Pergamon Antik Kenti;
Denizden yaklaşık 400 m. yükseklikte, Bakırçay- Kaikos’un iki kolu arasında uzanan Bergama, Ege kentleri içinde konumu, antik yapıları, doğası, verimli ovası, eşsiz kalesi, yaşanmışlıkları ile bölgenin en ilgi çekici yerleşim yerlerinden biridir.
Arazisinin dik yamaçlar üzerinde yer alması, özellikle istilacılardan korunmak isteyen antik dönem uygarlıkları için en gözde yerleşim yerlerinden biri olmasını sağlasa da Bergama’nın deniz kıyısından uzaklığı bölgenin yaşadığı parlak dönemlerin –arkaik kültür, MÖ 5. yy. Atina Deniz Birliği vb.– kente ya ulaşamaması ya da geç ulaşmasına neden olmuştur.
Bakırçay Ovası’ndaki höyüklere göre tarihi MÖ 3000 Eski Tunç Çağı’na giden kentte Hitit, Luvi, Pelagların yaşadığı varsayılmaktadır.
Bazı bilim insanlarına göre Homeros’un -İlyada ve Odisseia’da- bahsettiği Teuthrania Bölgesi’nden Troy Savaşı’na katılan Kheta- Ketilerin Hitiler olduğu yönündedir.
Ancak antik dönemde Pergamonos olarak adlandırılan Bergama’da yapılan arkeolojik kazılarda ele geçirilen çanak çömlek parçaları kentin ilk daimi yerleşimcilerinin MÖ 8. MÖ 7. ve MÖ 6.yy. da olduğunu belirtmektedir.
Pausanias’a Bergama Andromaque’un oğlu Pergamus tarafından Akropol’de kurulduğunu söylese de başka bir söylentiye göre de kent Herakles’in oğlu Telephos tarafından kurulmuştur.
MÖ 399 yılına kadar hızla gelişen kentin bir ara bölgede sessiz kaldığı düşünülse de bu tarihlerde Pers Kralı Dareios, Saparta komutanları ve Ksenophon’un buluşma yeri olması açısından önemlidir.
Tarihsel süreç içinde pek çok ulusa mekân olan Bergama, en parlak dönemini İskender’in generallerinden Batı Anadolu’yu ele geçirirken ganimetleri kente taşıyan MÖ 301 Lysimakhos ve serveti idare eden Philetairos döneminde yaşamıştır. Philetairos ’un MÖ 281-MÖ 263 yılında ölümüne kadar yaklaşık 150 yıl kent başta tapınaklar olmak üzere çok sayıda yapı ve yapıtla donatılmıştır.
Bergama- Pergamon’un ilk kralı, Philetairos’un evlatlığı Eumenes MÖ 263- MÖ 241 kabul edilse de o bu ünvanı hiç kullanmamıştır. Sadece tanrılara verilen ayrıcalıklardan yararlanan Eumenes ülke topraklarını genişletmesiyle tanınmaktadır.
Eumenes’in ardından kentin yönetimi MÖ 241- MÖ 197’de evlatlığı Attalos’a geçer. Yönetimi süresince yaklaşık kırk dört yıl mücadele ve çarpışmalarla uğraşan Attalos’un en ünlü zaferi, MÖ 230 Galatlara verdiği savaştır. Bithyania Kralı, Nikomedes tarafından MÖ 279 yılında Orta Avrupa’dan Anadolu’ya getirtilen savaşçı halk Galatlar zamanla diğer Anadolu halkları gibi Bergama için de tehlike oluşturmuşlar ve haraçla yaşayamaya çalışmışlardır. Ancak I. Attalos tarafından yenilerek Pergamon ve bölgeden kovulmuşlardır. Galatları Batı Anadolu’dan atan I. Attalos da Kral ve Kurtarıcı ünvanını almıştır.
Krallığı süresince Suriye ile çok sayıda savaş yapan I. Attalos, MÖ 3. yy. da Roma ve Yunanistan ile ilişki kurmaya başlayarak Romalıları Anadolu’ya davet etmesiyle bilinir.
I. Attalos’tan sonra başa geçen MÖ 197- MÖ 159, II. Eumenes krallığı daha da güçlendirmiştir. Romalıların Anadolu’da aratan güçleri sayesinde Suriye Kralı Büyük Antiokhos’u MÖ 190’da Magnesia Savaşı’nda yendiği bilinmektedir.
Büyük Antiokhos’un Anadolu’daki topraklarını alan II. Eumenes krallığın sınırlarını Batı Anadolu dışında Maindros- Büyük Menderes’in güneyi, Orta Anadolu Konya’ya kadar genişletmiştir.
Bu dönemde güçlenen ve zenginleşen kent ve krallık surlarla çevrelenip Aşağı Agora, Gymnasion, Kütüphane, Zeus Sunağı gibi önemli yapılarla donatılmış.
MÖ 159 yılında II. Eumenes’in ölümünden sonra yönetime gelen Pergamon kralları başta barbar savaşçı Galatlar, Pontos Kralı Pharnakes, Bithynia Kralı Prusias ve pek çok savaşla çatışmaya karşı krallığı korumak için uğraşsalar da sanat, mimari, heykel ve kitap toplamaya çok önem ve emek vererek kendilerine ait üsluplarıyla Atina ve İskenderiye kadar itibar kazandılar.
Bu krallardan altmış yaşında tahta geçen MÖ 159- MÖ 389, II. Attalos başta Bithyina Kralı Prısias olmak üzere çoğunlukla savaşarak yirmi yıl ülkeyi yönetti.
Krallığı süresince Roma ile ilişkileri de geliştiren II. Attalos’un MÖ 138 yılında ölümünün ardından sadece beş yıl tahtta kalabilen zalim ve kuşkucu, tarım, madencilik, zooloji ve özellikle tıpla ilgili hazırladığı zehirleri suçlularda deneyen III. Attalos yönetimi devraldı.
Pergamon’un son kralı MÖ 138- MÖ 133, III. Attalos, krallığı Roma’ya bırakan bir vasiyetname hazırladığı için MÖ 133’te ölünce krallık Roma’ya kaldı.
Roma egemenliğini istemeyen ardıllar ve Pergamonlular olsa da bir süre sonra kent Roma’nın Asia eyaletleri- Mysia, Ldyia, İonia, Karia- arasında yerini aldı. Asia eyaletleri başkenti konumunda olan kente Neocore- Mabetler Muhafızı denilmiştir.
Bölge ve Pergamon yöneticileri II. Attalos’un vasiyetini dikkate alarak özgür bir kent olarak varlıklarını uzun zaman sürdürdüler.
MÖ 88 yılında Yunan kentlerini Roma egemenliğinden kurtarmak isteyen Pontus Kralı Mitridates, Pergamon’u da istila edip karargâhını kente taşıyınca kentliler ona karşı koymadılar. Ama bu süreçte kentteki Romalılara uygulanan şiddet yüzünden Pergamon, özgür kent olma ayrıcalığını kaybederek diğer Roma eyaletleriyle gibi yönetilmeye başlandı.
Dört yüzyıllık Roma ve bin yıllık Bizans döneminde de pek çok yapıt bırakılan Pergamon-Bergama’da, 716 yılında Araplar kenti yakıp yıkmışlar, 1301 yılında Karesiler yönetmeye başlamışlardır. Daha sonra Selçuklular ve 1317 yılında Osmanlılar döneminde kent yeniden inşa edilmeye çalışılmıştır.
4-4-2- Bergama Akropol Antik Kenti;
Anadolu’nun ilk yerleşimcileri coğrafi özellikleri değerlendirerek- kayaları oyarak, mağaraların içine girerek, taşları yontarak, vadilerin korunaklı yerleri, yeraltını kazarak, tepelik yerlerin düz alanlarına- Akropol denilen yerleşim yerleri yaratarak vb.– kendilerine yaşam alanı oluşturmuşlardır.
Bergama’nın ilk sakinleri de bu durumu dikkate alarak Akropol’de tüm ovaya hâkim, yüksek bir tepe üzerine düz alanları teraslarla genişleterek merdivenlerle bağlı iki kent –Yukarı ve Aşağı Kent- kurmuşlar.
Yukarı kentte krallar, devleti yönetenler, aristokratlar, aydınlar vb. ikamet ederken aşağı kentte halk yaşamaktaydı.
Zamanla artan nüfus, ekonomik ve siyasal etkilere bağlı olarak kentin büyümesi gelişimi devam etmiştir. Kenti korumak amaçlı ilk inşa edilen yerlerden biri olan kalenin tarihi MÖ 7.ve MÖ 6. yy.’a kadar gitmektedir.
MÖ 283 yılında yeniden düzenlenen Akropol’e hâkim olan yöneticiler –Attaloslar, Eumenesler vb.- kenti yeni yapılarla geliştirerek yaklaşık 150 yıl kadar hüküm sürmüşlerdir.
Özellikle II. Eumenes zamanında en geniş haline kavuşan surlar ile yelpaze şeklinde büyüyen kente pek çok yeni yapı- Galatları yenmenin anısına yapılan Zeus Sunağı, Athena Tapınağı Proplonu ve stao, Büyük Saray, Kent Surları, 200 bin kitaplık Kütüphane, 10 bin seyirci kapasiteli dik yamaca yapılan Tiyatro- inşa edilmiştir.
Akropol’ün içinde diğer yapılar- Hera ve Demeter Kutsal alanları, tapınaklar, hamamlar, çeşmeler, gymasionlar, toplantı alanları, saraylar, agoralar, dükkânlar, Odeion, Helenistik ve Roma dönemi konutları- peristylli evler, Attalos Evi ve rampalı yollar – sayılabilir.
Bölgede yaşayan uygarlıklardan Roma Dönemi II. yy’da iyice geliştiği ve en parlak günlerini de özellikle İmparatorlar Traianus ve Hadrianus zamanında yaşadığı bilinmektedir.
Dolayısıyla bu dönemde yerleşim yerine yeni eklemeler -ızgara planlı ve ovaya yayılan yapılar, Serapis- Kızıl Avlu- Anıtı, Roma Tiyatrosu, Amfitiyatro, Station– yapılmıştır.
Günümüzde bu yapıların bir kısmı zarar görse de halen ayakta olanlar ve onarılanlar ziyaretçilerin ilgililerini çekecek kadar çok önemli tarihi kalıntılardandır.
4-4-3- Bergama Asklepion Antik Kenti;
Girişinde “Tanrılar adına ölümün girmesi yasaktır.” diye yazılı MÖ 4. yy. ’ın ilk yarısında inşa edilen Asklepion ile Tapınak, Eskiçağ’daki Epidaurus ve Kostakiler kadar önemli ve büyük bir sağlık merkeziydi.
2. yy. ortalarında kentte 13 yıl yaşayan hatip Aelius Aristides sağlık merkezinde özellikle psikolojik hastalara uygulanan tedaviler -rüya, telkin, su ve güneş banyoları, şifalı otlar, kremler, çamur banyoları, kutsal sudan içirmek, açlık- susuzluk kürleri, tiyatro ve eğlence yoluyla tedavilerin yanında fizyoterapik yöntemler- hakkında bilgiler vermektedir.
Helenistik Dönem’de de gelişimini sürdüren Kutsal Alan ve Sağlık Merkezi, 2. yy. da da en parlak günlerini yaşadığı geriye kalan yapılardan anlaşılmaktadır.
Asklepion’ daki diğer yapılar; 30 bin kişilik Roma tiyatrosu, 5 bin kişilik amfitiyatro, ayakta kalan en büyük Bazilika, kutsal yol, Asklepion Kült Heykeli ve Kutsal Alanı, Galerili Avlu, İmparator Hadrianus ve Kült Salonu, o dönemde içinde parşömene yazılan 200 bin ciltlik eserin bulunduğu Kütüphane, Tapınaklar, Uyku Odaları, Yeraltı Tüneli, Kral Sarayları, 15 bin kişilik tiyatrosu ile Asklepion ziyaretçilerini beklemektedir.
MÖ 3. yy. da meydana gelen büyük depremden sonra binaların önemli bölümü zarar gören Asklepeion eski haline gelememiştir.
4- 4- 4- Bazilika- Serapeion- Kızıl Avlu;
Kazı çalışmaları ve yazılı kaynaklardaki bilgilere göre; Serapeion Anıt- Tapınak, 2.yy. Roma Dönemi, büyük olasılıkla İmparator Hadrian zamanında, Mısır Tanrılarına –Serapis ve İsis- verilen önemden dolayı Bergama kent merkezi- Akropol yolu üzerine inşa edilmiştir.
Halen kentin en ilgi çeken yapılarından olan Kızıl Avlu- Serapeion Anıt- Tapınak’ tan Selinos Çayı’na ulaşmak için su tünellerinin kazıldığı da bilinmektedir.
Yapımında kullanılan kızıl tuğlalardan dolayı zamanla halk arasında Kızıl Avlu olarak adlandırılan yapının avlusunu yüksek duvarlar, içini de sütunlu galeriler çevirmektedir.
Üç adet anıtsal kapıyla girilen tapınak kutsal meydanının arkasındaki mermer kaplamalı 10-12 m. yüksekliğindeki iki adet kaide ile kolosol kült heykel alanı loş olmasına karşın ön kısım pencerelerle aydınlatılmıştır.
Yapının yan kısımlarındaki çoğunlukla rahiplerin kullandığı çok sayıda gizli geçit ve merdiven yapının gizemini iyice arttırmıştır.
Yapıldığı dönemde üzeri ahşap çatı bir iskeletle örtülen tapınağın iki yanında yuvarlak kült mihrapları bulunmasına karşılık diğer iki yandaki tanrıların kimler olduğu bilinmemektedir. Tapınak, erken Bizans’ta kutsal alana yapılan eklemelerle halen Anadolu’daki erken yedi kiliseden biri olarak kabul edilmekte ve yoğun ziyaretçi akınına uğramaktadır.
Ayrıca agoraları ve stadyumu ile Bergama günümüze kadar gelebilmiş önemli bir tarihi kenttir. Bergama’da Arkeoloji ve Bergama müzeleri Helenistik, Roma ve Bizans dönemi eserlerini sergilerken etnografya müzesi de gelenek ve görenekleri yansıtması açısından önemlidir.
4-4-5- Bergama- Allianoi Antik Kenti;
Allianoi, antik çağın en ünlü cerrahı Bergamalı 129- 216 Galenos’un 162/169-179 hekimlik yıllarında ameliyathane olarak kullandığı sağlık merkezi idi.
Bir dönem İmparator Marcus Aurelius’un özel hekimliğini de yapan Galenos’un yazdığı tıp ve cerrahi kitapları uzun yıllar tıp camiası tarafından kullanılmıştır.
Bergama’da yer alan ünlü sağlık merkezi Asklepion’a genellikle iyileşecek hastalar alınırken bir çeşit askeri hastane- valetudinarium olarak kullanılan Allianoi’ ya ağır yaralılar, başta gladyatörler- dönemin kahraman ve popüler savaşçıları– ameliyatlar için alınırmış.
Baraj altında kalmasın diye hız verilen kazılar sırasında Allianoi’nin ameliyathanelerinde kullanılan aletler ile Galenos’a ait 400 civarında ameliyat malzemesi ve çok sayıda kırık kemik bulunmuştur.
En önemli gelişimini İmparator Hadrianus zamanında gösteren kent, 2. yy.’a ait bölgenin en ünlü hastanesi ve kaplıcasına sahip Allianoi, ana caddesi, forumları, çömlek fırınları, antik köprüleri, çeşmeleri- nymheum- kült yapılarıyla Anadolu için son derece özgün bir yerleşim yeriydi.
4-4-6- Bergama- Allionai Köprüsü;
Kitabesi bulunmayan Allionai- Asklepion alanında bulunan köprünün mimarisinden 2 -3. yy. ait olabileceği varsayılmaktadır.
Kesme taştan inşa edilen köprü üç yuvarlak gözden meydana gelmiştir. Ortadaki yuvarlak göz yanlardakine göre daha geniştir.
4-5-1- Yenişakran- Aigai Antik Kenti;
Bergama- Yenişakran- Köseler Köyü, volkanik 360 m. yükseklikteki Yunt Dağı’nda yer alan 12 Aiol kentinden biri olan 3000 yıllık Aigai, Seltik ve Güzelhisar dereleriyle çevrilidir.
Nemrut Kalesi’nin tepesinde yeşillikler arasındaki yerleşim yerinde içinde pek çok dükkânın bulunduğu Helenistik agora, arkaik poligonal, 80 m. yükseklikteki surlar, nekropolis- mezarlık, sarnıçlar, tiyatro, kent meclisi, tapınaklar, gymnasium ve bouleuterion bulunmaktadır.
4-6-1- Selçuk- Efes- Ephesos Antik Kenti;
Anadolu’nun ticari, siyasi, dini ile kültür yollarının ortasında, Sardes’ten geçen Kral Yolu’nun başlangıcında yer alan Efes doğuyla batının en önemli kapısıydı.
Batı Anadolu İon kentlerinin en büyüğü, en varlıklısı, en canlı ve en ünlü yerleşim yeri Efes’in ne zaman kurulduğu konusu tam olarak netleşemese de araştırmalara göre en kuvvetli olasılık -tunç çağı Hitit-Luviler ile MÖ 6000- MÖ 4000 ya da MÖ 2000- olduğu düşünülmektedir.
Kentin ilk yerleşim alanı höyükler ile Ayasuluk Tepe’sindeki Hitit tabletlerinde Apasas- Arı olarak bahsedilmektedir.
Efes’in kuruluş tarihiyle ilgili olduğu gibi kimin ya da kimlerin kurduğu konusunda da çeşitli bilinmezlikler olmasına karşın kentin efsanevi Kralı Kadros’un oğlu Androklos tarafından kurulduğu söylenegelmiştir.
Panayır Dağı- Pion eteklerinde, Küçük Menderes Irmağı’nın denize döküldüğü körfez olan Efes’de MÖ 2000 Karialılardan sonra yaklaşık MÖ 1050 yıllarında Yunanistan’dan gelen göçmenlerin de yaşamaya başlamasıyla yerleşim yeri bir liman kenti olarak kısa sürede gelişmiştir.
Ancak yüzlerce yıl ırmağın alüvyonları, kent ile denizin arasına girerek Efes’i bugünkü konumuna- kıyıdan yaklaşık 10 km. karaya doğru– çekmiştir.
Efes ilk yerleşim günlerinden günümüze çeşitli gerekçelerle- hastalık, yangın, alüvyonlar vb.– beş kez yer değiştirmiştir.
Efes ve çevresi Hititlerden sonra pek çok uygarlığa –Miken, Leleg, Karia, İon, Dor, Kimmer, Lidya, Pers, Makedonyalı Büyük İskender, Bergama Krallığı, Roma, Bizans, Aydınoğulları vb.-ev sahipliği yapmış olduğu yapılan kazılarla ortaya çıkarılmıştır.
MÖ 10. yy. Dorlardan kaçan İonlar, kolonize bir yerleşim yerine dönüşen Efes’e gelerek kentin gelişimine katkı sağlamışlardır. Hala devam eden kazılarda ele geçen buluntu ve belgeleden
MÖ 6. yy. da Lidyalılar Efes’e egemen olduğunda aradan geçen yüzlerce yıl içinde kent değişmiş, genişlemiş ve nüfusu artmıştı.
Yine bu yüzlerce yıl boyunca kentin yerleşim yeri olarak iki dağ arası, resmi işler içinse düz alanlar seçilmiştir. Bu süreçte krallar, aristokratik oligarşi ve titanlarca yönetilen Efes, ilk çağların en zengin ticaret merkezi olarak Mısır ve Suriye krallıkları ile birleşip MÖ 560 yılında, Anadolu’nun eski ana tanrıçası- Kybele’nin yolundan gitmişlerdir.
Helenler kente geldiklerinde Anadolu tanrıçası Kybele ile tanışıp Artemis’e eş kılmışlar ve ona tapınmaya başlamışlardır. Daha sonra Tanrıça Artemis adına Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri kabul edilecek Artemis Tapınağı’nı inşa etmişlerdir.
Özellikle antik dünyanın en görkemli yapısı ve heykeli 110×55 m. ölçülere sahip, 127 adet 20 m. yüksekliğinde son derece görkemli sütunla süslü Artemis Tapınağı ve Heykeli çok sayıda ziyaretçiyi kente çekmekteydi. Yakınındaki ocaktan sağlanan mermerlerle yapılan tapınak antik çağın sonunda Herostatos tarafından yakılmıştır.
Klasik Yunan döneminde İyonya’nın 12 şehrinden biri olan Efes’i MÖ 334 Büyük İskender Perslerden alarak generallerinden Lysimachos’a bırakmıştır.
Starbon’a göre, Lysimakhos suyollarını tıkayarak yağmurlarda kenti su bastırmış ve halkı dışarı atmıştır.
Bugün kentte ziyarete edilen kalıntıların pek çoğu Lysimakhos dönemi- MÖ 300 ve sonraki dönemlere aittir.
Helenistik ve Roma dönemlerinde en görkemli günlerini yaşayan Asya’nın başkenti büyük liman kenti Efes’in nüfusu yaklaşık 200 bin kişiydi.
Pergamon Kralı III. Attalos’un vasiyet üzerine MÖ 133 yılında Efesos yeni bir eyalet, Asia’nın Özgür Kent’i olarak Roma denetimine geçmiştir.
1- 2 ve 4. yy. Roma döneminde Efes, Selçuk- Ayasuluk Tepesi’nden ovaya doğru genişleyerek ortalama 8 km2.lik alana yayılmıştır. Bu dönemde Efes’in gittikçe gelişerek zenginleştiği geriye bırakılan yapı, yapıtlar ve belgelerden anlaşılmaktadır.
Roma yönetiminin adaletsiz vergileri sonucu kent halkı MÖ 88 Pontos Kralı Mithridates’e geçse de MÖ 47 yılında tekrar Roma’nın egemenliğine girmiş ancak Özgür Kent statüsünü kaybederek büyük bir para cezasına maruz kalıp yoksullaştığı bilgisine yine belgelerden ulaşılmaktadır. Borçların etkisiyle başlayan iç savaşlar Augustus döneminde yönetim ve vergilerin tekrar düzenlenmesiyle son bulmuş ve kent eski refah dolu günlerine dönmeye başlamıştır.
Özellikle Pergamon ve Roma dönemlerinde Efes’in yararına yapılan tüm yapılar için halkın ve yöneticilerin yazdırdıkları teşekkür yazıtları, yöneticilerin heykellerini binaların önünde ve caddelerde sergileme arzuları kentin mimarisinin gelişmesine katkı sağlamıştır.
Heykeller genellikle ana yollarda özellikle MÖ 3 yılında Azatlı iki köle Mithridates ve Mazaeus tarafından Augustus ve Agrippa onuruna yapılan cümle kapısı, liman kapısı, Magnesia kapısı vb. önündeki önemli binaların-Agora, Celsus Kitaplığı vb.- yanında sergilenmekteydi.
Roma döneminde Anadolu topraklarına giren Hıristiyanlık Efes’e de ulaşmış ve kentin 24 bin kişilik tiyatrosunda 2 .yy. da St. Paulos tarafından verilen vaaz yeni dinin Asia’ya yayılmasında son derece etkili olmuştur.
Ancak bu dönemde halkın önemli bölümü çok tanrılı dönemin tanrı ve tanrıçalarının heykellerini yapan bir işkolunda çalışmaktaydı.
Efes’in her yerinde sergilenen heykeller arasında verilen vaaz önceleri ayaklanmalara sebep olmuşsa da halkın yeni dinin azizlerinin ve peygamberinin heykellerini yapabilecek olması heykel işliklerinin devamını sağladığı için Hıristiyanlık burada da kabul görmüştür.
Zamanla Hıristiyanlık Efes ve çevresinde de pek çok Anadolu kentlerinde olduğu gibi görkemli günlerini yaşamaya başlamıştır. Öyle ki ilk Hıristiyanlardan bazılarının –on havariden biri – Philippos’un kızlarından Yuhanna- Göksel açıklamaya yazan, İsa’nın yakın arkadaşı– kentte yaşayıp burada öldükleri varsayılmaktadır.
Ayrıca yakınındaki Sion Dağı- Ayasuluk Tepesi’nde ki evin de Meryem Ana’ya ait olduğu ve son günlerini yaşadığı bu evde öldüğü de rivayet edilmektedir. Bu ev halen kilise olarak kullanılmakta ve her yıl binlerce Hıristiyanı bölgeye çekmektedir.
Daha sonra Doğu Roma -Bizans yönetimiyle Efes, yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Ancak bu dönemin zayıflamasıyla eski önemini yitirerek10. yy. da tamamen terk edilmiştir.
1090 yılında Türklerin eline geçen Efes, 1304-1330 yılında Aydınoğulları, 1426 yılında da Osmanlı yönetimine girmiş ve 16. yy. dan itibaren eski parlak günlerini geride bırakmıştır.
Gittikçe küçülen Efes kentinin yeni yerleşim alanı 1923 yılında Cumhuriyetimizin kuruluşundan sonra Selçuk adıyla tekrar var olmaya başlamıştır.
Anadolu’nun en eski ve en önemli yerleşkelerinden biri, Asia eyaletleri içinde en iyi korunan kenti Efes, bugün antik kent-müze olarak kullanılmaktadır.
Halen kenti ziyaret edenler, çoğunluğu Roma, Helen ve Bizans dönemlerine ait yapı ve yapıtları ziyaret etse de MÖ 4000- MS 16. yy. kadar yaşamın hüküm sürdüğü çok sayıda uygarlıktan geriye kalan bilim, sanat, siyaset, ticaret, dini ve sosyal izlerine de tanık olmaktadırlar.
Kentte bugün görülen yapıtların çoğu MS 4.yy. dan sonra yapılanlardır.
Efes kentinin en çok ziyaret edilen bölümleri;
Büyük Tiyatro, Magnesia Kapısı, Doğu Gymnasionu ve Devlet Agorası Hamamları, Skolastika Hamamları, Kuretler Caddesi, Yukarı Agora-Devlet Agorası ve Bazilika, Odeon, Prytaneion – Prytaneion- Belediye Sarayı, Yamaç Evleri, Varius Hamamları, Hadrianus Tapınağı- Hadrian Tapınağı, Alytarkhus Stoası, Oktagon, Heroon, Celsus Kütüphanesi, Mazeus, Mithridates Kapısı, Tetragonos Agora-Ticaret Agorası, Liman Caddesi-Arcadiane- Tiyatro Gymnasionu, Liman Gymnasiumu ve hamamları, Meryem Kilisesi, Domitianus Tapınağı, Pollio Çeşmesi, Memmius Anıtı, Herakles Kapısı, Traian Çeşmesi, Serapis Tapınağı, çeşmeler, Zengin Evleri,
Latrina- Tuvaletler, Meclis Binaları, hamamları, Mermer caddeleri, Odenon’u, Aşk Evleri-Genel Evleri, Çifte Kiliseleri-Konsül Kilisesi, Saray Yapısı, Stadyum Caddesi- Stadyum ve Gymnasium, Vedius Gymnasiumu ile Yedi Uyuyanlar, St. Jean Kilisesi, İsa Bey Cami, Ayasuluk Kalesi ile dünyanın yedi harikasından biri Artemis Tapınağı ile görülmeye değer en önemli antik kentlerden biridir.
4-6-2- Efes- Arcadios Caddesi;
Kente girenlerin kullanmak zorunda oldukları 500 m. uzunluğundaki caddeyi kentin güvenliği için yerleştirilen 50 meşale aydınlatılmaktadır.
4-6-3- Efes- Celsus Kitaplığı-Kütüphanesi;
2. yy. da Asia Eyaleti Valisi Tiberius Julius Celsus adına oğlu tarafından yaptırılan kitaplığın altında Celsus’un mezarı da bulunmaktadır.
Son derece görkemli ve gösterişli ve bir zamanlar yaklaşık 200 bin el yazması eser bulunan kütüphane son derece görkemli mimarlığı ve süslemeleriyle hayranlık uyandırmaktadır.
Kentin ana caddelerinin kesim noktası, ana kavşakta yer alan kitaplığın en dikkat çekici özelliklerinden biri de nişlerdeki fazilet, ilim, kader ve zekâyı temsil eden kadın heykellerdir.
4-6-4- Efes-Artemis Tapınağı;
Tapınağın kurulduğu alanın ilk yerleşimcilerinin MÖ 14- MÖ 13 yy. Miken uygarlığı olduğu yapılan kazı çalışmaları sırasında ele geçirilen seramik parçalarından anlaşılmaktadır.
Halen Efes Antik Kenti’nin 1.5 km. kuzeydoğusunda yer alan antik dünyanın en önemli tapınağı, Bereket Tanrıçası -Artemis adına yaptırılmıştır.
Aslında Artemis adına adanan ve en son yapılan yapının yerindeki ilk tapınak MÖ 680- MÖ 650 yılları arasında 32 ahşap sütun üzerine inşa edilmişti. Zamanla yıkılan bu tapınağın yerine Lydia Kralı Kroisos, MÖ 570 yılında tamamı mermerden 100x 60 m. ölçülerinde, 106 sütun üzerinde yeni bir tapınak yaptırmıştır.
Hitit, Asur, Mısır ve Urartu sanatından etkilenilerek yapılan bu tapınak da MÖ 336 yılında akıl hastası Herostatos tarafından yakılmıştır.
Bugün halen sadece bir tek sütunu görülebilen ve dünyanın 7 harikasından biri kabul edilen tapınak MÖ 334 yılında 125 x72 m.lik alana, devasa boyutta 19 m. yükseklikte, 127 sütunlu ve mermerden yaptırılmıştır.
Antik dünyanın en görkemli tapınaklarından biri olan Artemis Tapınağı’nın baş köşesine yerleştirilen Artemis heykeli de aynı görkemle 174.5 cm. boyutlarında yapılmıştı.
Artemission olarak adlandırılan tapınağa yüzlerce yıl, binlerce insan gelerek Artemis’e adaklar sundukları bilinmektedir.
Hayranlık uyandıran estetiğe sahip tamamı mermerden yapılan ilk tapınak olan Artemis Tapınağı, önce bir altar olarak inşa edilmesine karşın MÖ 6. yy. da genişletilerek görkemi arttırılmıştır.
263 yılında, Got istilaları sırasında çok zarar gören ve pek çok yeri yakılıp yıkılan daha sonra bir kısmı onarılan Artemis Tapınağı 4. yy.a kadar kullanılsa da eski görkemini büyük ölçüde yitirmiştir.
MÖ 4. yy. da da bölgedeki Lidya döneminde yapılan ünlü Hera Mabedi, daha görkemli bir şekilde inşa edilerek ancak 120 yılda tamamlanabilmiştir.
Küçük Asya’nın ortak mirası olarak kabul edilen Artemis Tapınağı, gelirini Efes limanında çalışan tüccarlara verdikleri arazi kiralarından- tarım, balık avlama alanları, tuzlaklar- adak eşyaları, kurbanlıklar ve tüccarların mallarını korumak için yapılan odalardan sağlamaktaydı.
Daha sonra Efes Limanı’nın alüvyonlarla dolmasıyla kıyıdan uzaklaşması, tüccarların tapınağı daha az ziyaret etmesi, tapınağın gelirlerini kısıtlamıştır.
Daha sonra Anadolu’da artan Hıristiyanlık faaliyeti Efes’de de etkili olmuş ve özellikle 1. yy. da St. Paul’ün kenti ziyareti, buradaki vaazları ve 391 yılında Theodosius tarafından Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesiyle tapınak ile içindeki heykeller çok zarara uğramış, zamanla da Anadolu’da ki pek çok eser gibi bu eşsiz yapı da yeni gelenlerin tahammülsüzlüğü yüzünden ortadan kaldırılmıştır.
4-6-5- Selçuk Su Kemerleri;
Ephesos’taki kazılar sırasında antik kente ait pek çok tarihi kalıntıdan bazıları da farklı dönemlere ait çeşmeler ile konutlar, resmi daireler, tiyatrolar, tapınaklar veyapıların su gereksinimlerini sağlayan su kanallarıdır.
Önceleri kuyu ve sarnıçlardan –Kuşadası- Değirmendere- Kençherios ile Keltepe– sağlanan kentlerin suyu daha sonra çeşmelerin ve özellikle su kanallarının yapılması sadece yapıların konforunun artmasını sağlamamış aynı zamanda yerleşim yerlerinin hızla genişlemesi ve gelişmesine de katkı sağlamıştır.
Denize çok yakın olmasına karşın içmek ve kullanmak için yeterli suyu olmayan Efes’in su ihtiyacı Bizans döneminde Klaseas- Pranga Suyu, kesme taş ve tuğlaları birbirlerine bağlayarak, kayalara oyulan kanallar ve taş duvarlı teraslarla Ayasuluk Tepesi’ne kadar ulaştırılmıştır.
Tüm bu kemer ve su kanallarının Bülbül Dağı’nın çevresini dolaşarak Efes’e kadar uzanması son derece önemli bir teknik gerektirmesi dönemin gelişmişliğini anlamak açısından son derece önemlidir.
Ayrıca tüm bu yapıların –kanal ve kemerlerin– orijinalliğini koruyarak ayakta kalmış olması da oldukça dikkat çekicidir.
4-6-6- Efes- Skolastikia Hamamı;
Antik kentin en büyük hamamlarından biri olan Skolastikia Hamamı Ephesos- Kuretler Caddesi’nde, Traian Çeşmesi ile Hadrianus Mabedi arasında yer almaktadır.
1. yy. da yapılmış ve 4. yy. sonuna kadar onarımlarla ayakta kalan taş, tuğla ve mermer malzemelerin yoğunlukla kullanıldığı görülen hamam üç katlı olarak inşa edilmiştir.
Tipik bir Roma hamam mimarisi özelliklerini – apoditerium- soyunmalık, sudotorium- terleme bölümü, calderium- yıkanma, sıcak bölüm, tepidarium- ılık, sohbet edilen, siyaset yapılan bölüm ve son olarak frigidarium- soğuk havuza girilen bölümler- gösteren yapının tüm bölümlerinin izleri hala fark edilmektedir.
Zengin – yoksul ayrımı yapılmadan tüm kent halkının yararlandığı hamamlardan fakirlerden ücret alınmadığı bilinirken zenginlerin de hamamlardan daha çok öğleden sonra hizmetkârları ile birlikte uzun zaman yararlandıkları yapılan araştırmalardan anlaşılmaktadır.
İki ayrı girişi bulunan Skolastikia Hamamı’nın her iki kapısı da hamamın içinde oldukça büyük ve çok sayıda nişin bulunduğu apoditerium bölümüne açılmaktaydı.
Bu nişlerden birine de 4. yy. hamamı onararak yapıya adını veren Christian Skolastika’nın heykeli son derece dikkat çekici bir şekilde yerleştirilmişti.
Küçük ve dar bir kapı ile girilen calderium -sıcak bölümde halen iyi durumda olduğu görülen duvarlarda farklı dönemlerde yapılan mermer ve tuğla levhalarla süslenmişti.
Külhan- hippocaus bölümündeki sıcak hava zeminindeki pişmiş topraktan yapılan kanallarla calderium bölümün ısıtılması son derece önemli mimari tekniği göstermektedir.
Kemerli bir kapıyla hamamın ılıklığı olan tepideriuma geçilmekte ve bu bölümün duvarları ile zemininin altında sıcak hava dolaşımını sağlayan künkler bulunmaktaydı.
Tepiderium tabanının mozaiklerle kaplı olduğu etraftaki mozaik kalıntılarından bilinirken 4. yy. onarımlarla bunun üzerine mermer kaplamaların yerleştirildiği anlaşılmaktadır.
Hamamın frigiderium bölümünde de elips planlı soğuk su havuzu bulunmaktaydı.
Hamamların halk için toplumsal önemi ve her mevsim en çok uğranılan yapılar olduğu için kent ve dönem tarihi araştırmalarında en çok rastlanılan bilgiler olarak karşımıza çıkmaktadır.
4- 6-7- Selçuk-İsa Bey Cami;
Türk mimarisinde bir ilk olan ikinci cemaat yeriyle dikkat çeken İsa Bey Cami kentin en önemli İslam yapılarının başında gelmektedir.
Üç kemerli bir kapıdan girilen cami ana mekân, dört sütun üzerinde yükselen iki kubbeyle örtülmüştür. Üç sütun başlığı Türk skalaktit iken diğeri de Roma dönemi kompozit tarzda olduğu görülmektedir.
Beylikler ve Osmanlı döneminin mimari özelliklerini taşıyan, üç tarafı revaklarla çevrili caminin ortasında bir şadırvan bulunmaktadır.
Cami ön cephesindeki çift merdiven ve anıtsal taç kapı abartısız olsa da sunaklı avlu, mermer levhalarla kaplı süslü batı cephesi camiye zengin bir görünüm katmaktadır.
Caminin doğu ve batı girişlerinin yanında firuze sırlı tuğlalarla kaplı iki minaresinden biri günümüze kadar korunarak gelebilmiştir.
4-6-8- Selçuk- Meryemana Evi- Kilisesi;
Selçuk kent merkezinden 420 m. yükseklikteki Bülbül- Koressos Dağı’nda bulunan ve önceleri ev olarak kullanılan yapının İsa çarmıha gerildikten sonra Meryem Ana’nın son günlerini geçirdiğine inanılmaktadır. Ev, 3. ya da 6. yy. sonra kiliseye çevrilmiştir.
Oldukça büyük inşa edildiği düşünülen ilk yapı zamanla yangınlarda zarar gördüğü için bugünkü 305 m. enindeki ev- kilise, avlu, ayazma ve çevresi yıllar içinde defalarca onarım görmüştür.
Meryem Ana adına yaptırılan ilk kilise olması bakımından oldukça önemli olan yapı- Meryem Ana Evi rivayete göre tamamen ruhani izler takip edilerek bulunmuştur.
1967 yılında bulunan ev, Papalık tarafından kutsal bir mabet- kilise olarak kabul edilmiştir.
Bahçesinde şifalı olduğuna inanılan ayazma ve yanında Meryem Ana’nın mezarı da bulunmaktadır.
Meryem Ana Kilisesi’nde her yıl 15 Ağustos’ta dini törenler yapılmaktadır.
4- 6- 9- Selçuk-Saint -Jean Kilisesi;
Selçuk Kalesi’nin bulunduğu tepede yer alan kilise, efsaneye göre İsa’nın 12 havarisinden St.Jean’ın mezarının da olduğu yerdir.
4. yy. da eski bir kilise iken Bizans İmparatoru Justinien döneminde o döneme kadar bölgede eşi benzeri görülmemiş bir yapıya dönüştürülmüştür.
Haç planlı olarak inşa edilen kilisenin ana mekânı 6 kubbeyle örtülmüştür.
Kilisenin sütunları üzerinde İmparator ve İmparatoriçenin monogramları hala görülmektedir.
4- 6- 10- Selçuk-Yedi Uyurlar Mağarası;
Pagan Roma topraklarında Hıristiyanlık dininin yayılma döneminde, efsaneye göre ilk inananlara uygulanan şiddetten kaçan 7 dindar Hıristiyan köpekleriyle beraber 200 yıl boyunca uyudukları düşünülen mağaradır. Efes yakınlarındaki mağara, Yedi Uyurlar Mağarası olarak adlandırılmaktadır.
Anadolu’nun çeşitli yerlerinde aynı efsane ve aynı adla pek çok mağara hala halk tarafından kutsal mekânlar olarak kabul edilerek sıklıkla ziyaret edilmektedir.
Ayrıca Rumlardan günümüze kalan tarihi 250 yıl öncesine giden son derece güzel bir yerleşim yeri Şirince de önemli bir turizm merkezidir.
Zamanında 40 manastırı olan köyde bugün bazı kiliseler gezilebilmektedir.
Ayrıca Söke- Kuşadası arasında Zeus Mağarası’nın yanında içinde pek çok ağaç ve hayvan barındıran 11 bin hektarlık alan halen Davutlar Milli Parkı olarak kabul edilmektedir.
4- 6- 11- Selçuk Efes Müzesi; Selçuk- Efes Müzesi;
Selçuk kent merkezinde yer alan ve ülkenin en önemli müzelerden bir kabul edilen yapıda Efes Antik Kenti ve çevresindeki arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan Miken, Arkaik, Klasik, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait başta İki büyük Artemis heykeli, Eros başı, Yunuslu Eros heykelciği, Sokrates başı, tıp ve kozmetik aletleri, takıları, ağırlıklar, aydınlanma araçları, müzik ve eğlence buluntuları ve dokuma araçlarından örnekler; ev kültü ve dekorasyonunda kullanılan heykelcikler, imparator ve tanrı heykelleri, büstleri ve mobilyalar,
fresk, mozaik, taş, ahşap, mermer vb. ile yapılan yüz bin civarında buluntu Yamaç Evler ve Ev Buluntuları Salonu, Sikke ve Hazine Bölümü, Mezar Buluntuları Salonu, Efes Artemisi Salonu, İmparator Kültleri Salonu ve Yeni Buluntular Salonlarında kronolojik ve tipolojik olarak sergilenmektedir.
Ayrıca müzenin yanına Arasta ve Hamam Bölümü’nde, özellikle Türk el sanatları ile tarım ve ticaret yaşamlarını anlatan yapıtlar ile Aysuluk Kitaplığı Bölümü ve Görme Engelliler Müzesi kısımları sonradan eklenmiş yapılardır.
4- 6- 12- İzmir- Menemen- Larisa- Larissa- Phrikonis, Kyme, Myrina, Elaia Antik Kenti;
Anadolu’da yaklaşık on farklı yerde Larisa adlı yerleşim yeri bulunmaktadır. Bunlardan biri de; Arabayla İzmir’e yaklaşık bir saat mesafede Menemen ilçesi yakınlarındaki Larissa, MÖ 2000 yıllarında kurulmuştur.
Aiolis Birliği’nin ilk on üyesinden biri, Yunanlılardan önce bölgenin en önemli kenti olan Larisalıların Yunanistan ve Ege adalarındaki Pelasglar ile aynı soydan geldiğine dair kanıtlar çeşitli araştırmalara göre varsayılan bir sonuçtur.
Çok sonraları bölgeye ayak basan Yunanlılar, Larisa yakınlarına -5-7 km.- Neonteikhos- Yeni kale kurarak kenti zayıflatıp yakınına Kyme adıyla bir yerleşim yeri kurmuşlar ve yerli halkı buraya taşımışlardır.
Buraya da Atina yakınlarındaki Phrikion Dağı anısına Larisa ve Kyme’ye Phrikonis adını vermişlerdir.
Anadolu’da varlıkları gittikçe belirginleşen Yunan kolonileri Aiolis Bölgesi’nde Smyrna- İzmir’i de alarak 12 üyesi olan Aiol Birliği’ni kurmuşlardır.
Zamanla çeşitli saldırılara- Lidya, Pers- uğrayan kente MÖ 546 yılından sonra Mısırlılar yerleştirince kent Mısırlı Larisa olarak da anılmaya başlandı.
Daha sonra MÖ 399 Spartalı Thibron’a karşı koyan Larisa, tüm Aiolis Bölgesi ile birlikte MÖ 334 Büyük İskender’in yönetimine girmiştir. Ardından Pergamonlu Attalosların egemenliğine giren Larissa, MÖ 279 yılında da Galatlarla kent varlığını yitirmiştir.
Bir zaman sonra tamamen ortadan kalktığı düşünülen Larisa- Kyme ve yerleşim yerleri hakkında Strabon’un bilgilerinin izi sürülerek bölgede yapılan kazılarda Yanıkköy ve Buruncuk yakınlarındaki yerleşim yerlerinin Neonteikhos- Larisa olacağı varsayılmaktadır.
Önemli bir Neolitik dönem yerleşim yeri Larissa’da son dönem uygarlıklarına –Helen, Roma, Bizans– ait tarihi yapı ve yapıt- özellikle Ana Kapı, Antik Yol, kuyular, Akropolis, Saray, 4.yy. Su Kemeri, Modern Yel Değirmeni, tümüls, nekrepol, MÖ 6. yy.dan Bizans’ a ait çok sayıda keramik parçası vb. kalıntılar– kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarılmıştır.
Yunan ve Roma’da Kyme adı ve Namurt limanıyla öne çıkan yerleşim yerinde önce Aioller daha sonra İonların hüküm sürmüştür. Burada bulunan Polygonal Duvar, Tiyatro, Anıtsal Yapı, yığma topraklar, İon Tapınak, mendirekler, yazıtlar, sikkeler vb. yapılan araştırmalarla bulunan yapı kalıntılarından bazılarıdır.
Ege’de Kyme’nin yakınında efsanevi Amazon kraliçesinin adına Güzelhisar Çayı kıyısına kurulan Myrina adlı Delos Birliği üyesi Yunan yerleşkesidir.
Kyme, 17 yılında bölgede görülen büyük depremle yıkılan on iki kentten biridir.
Amazon Gryne’den adını alan tapınım merkezi Gryneion, bugün Yeni Şakran Köyü yakınında, Apollo’a özel önem vermiş ve MÖ 5. yy. da Atina Delos Birliği üyesi idi.
Yapılan araştırmalardan Myrina’dan geriye kalan kalıntılar- İntaş, surlar, Tiyatro, Bizans surları, nekropolis, sikkeler, takılar heykelcikler, yazıtlar ve İskele-olarak sıralanabilir.
Yunanlıların bölgede var olan Aiol kentlerinin yanında yeni kurdukları yerleşim yerleri kurmuşlardır. Bu yerleşim yerlerinde daha sonra Helen, Pergamon, Roma ve Bizans uygarlıklarının etkileri de geriye bıraktıkları kalıntılardan anlaşılmaktadır.
Bunlardan biri de kıyı yerleşim yeri, adını Galenos’un verdiği bugün Zeytindağ Köyü yakınında, adı zeytin anlamına gelen Elaia’dır.
Yunanlıların kurduğu ilk kıyı yerleşkesi, Aiol Birliği’nin on iki üyesinden biri, Delos Birliği’ne vergi ödeyen Elaia’dan günümüze Taş Liman’ın kalıntıları, akropol, tiyatro, kuyu, mendirek, iskele, kapı, nekropol, çanak çömlek, kiremit ve antik taş parçaları, sikkeler olarak sıralanabilir.
4-7-1- Bozdağlar- Tmolos Antik Kenti;
İzmir, Manisa ve Aydın illeri arasında yer alan Bozdağ- Tmolos sıradağları başta İzmir- Buca olmak üzere pek çok ilçeden- Kemalpaşa, Bayındır, Turgutlu, Salihli, Alaşehir, Sırtlanbayırı 1450 m. Ödemiş, Kiraz ve Nazilli – geçerek 120 km. boyunca uzanır.
Bozdağlar, farklı yükseklikteki tepeleriyle –1250 m. Gökgedik Tepesi, Kırklar Tepesi, Horzum Düzlüğü, 1509 m. Kemalpaşa- Nif Dağı, 1470 m. Armutlu ve Mahmut dağları, 1300 m. Ören Tepesi, 1450m. Dedebağı, 1372 m. Keldağı, 1470 m. Çatma Dağ, 1670 m. Çaldağ, 2159 m. Ödemiş-Bozdağ ’ın en yüksek yeri- bölgenin iklimi, bitki örtüsü ve dolayısıyla yaşamını değiştiren dağ silsilesidir.
Dağdaki pek çok nehir- Fertek, Kelebek, Uladı, Ergenli, Falaka, Akşar, Tabak, Aktaş, Çıkrıkçı, Sart, Rahmanlar çayları, Subatan, Ayvacık düdenleri ve Kamberler deresi ile yükseklikteki yaylalarda- 700 metredeki Çınardibi, Kamberler, Alan Kıyı, 1154 m. Ovacık, Gölcük, Gencer, Çamyayla, Başova, Subatan, Ayvacık, Kılıç, Artıcak, 1050 m.Bozdağ yaylaları– yaşama şansını arttırmıştır.
Bölgede Bozdağ adıyla, 1150 m.de bir de ilçeden başka Bozdağların etkisinin hissedildiği ilçeler- Birgi– Aydınoğulları dönemine ait Çakırağa Konağı, Kemer Yaylası, Bozdağ, Ödemiş, Kirazlı, Sardes, 805 dekarlık alanıyla, 8-10 m. derinlikteki Gölcük, Kiraz, Kemalpaşa– olarak sıralanabilir.
4-8-1- Dikili- Çandarlı- Pitane Antik Kenti;
İzmir’e 100 km. uzaklıktaki Bakırçay- Kaikos ağzı, Çandarlı Körfezi’nde, Yunan göçleriyle kurulan kentin tarihi MÖ 2000 yıllarına kadar gitmektedir.
Luvi dilinde Pitane- Amazon Kraliçesi-Bilge Kadının Ülkesi olarak anılan kent kuruluşundan günümüze önemli bir liman kenti olarak varlık göstermiştir.
Zaman zaman uygarlıklarla adı değişse de – Roma, Bizans, Ceneviz, Venedik– adı değişen kente Türkler Asar- Çandarlılı Halil Paşa kenti alınca yerleşim yerinin adı Çandarlı olarak anılmaya başlanmıştır.
Kentte halen sağlam olarak bulunan beş burçlu kalenin yapım tarihi tam olarak bilinmemesine karşın 14. yy. da Cenevizliler tarafından onarıldığı bilinmektedir.
Ancak zamanla tekrar hasar gören yapı 15. yy. da Çandarlılı Halil Paşa tarafından tekrar inşa ettirilmiştir.
Bugün deniz turizmi açısından önemli bir kıyı kenti olan Çandarlı, her yıl çok sayıda yazlıkçı, yerli-yabancı turisti ağırlamaktadır.
4-9-1- Foça- Phocaea- Phokaia Antik Kenti ;
İzmir’in kuzeyinde körfezde, Eğe Denizi kıyısındaki yarımada Phocaea- Foça bölgenin en önemli tarihi liman kentlerinden biridir.
MÖ 11. yy. da Aeollar- Aioller tarafından kurulan Foça’nın ve ilk yerleşimcilerinin Aiol kenti Cyme’liler olduğu bilinmektedir.
Zamanla Atina, Teos, Eryhtraililer, İyon göçleri ve MÖ 9. yy.da da usta denizcilerle oldukça büyüyen Foça 12 İon kentinden biri olmuştur.
Denizden yaşamlarını kazanan İyonlar daha sonra Anadolu’nun deniz kıyılarına çok sayıda yerleşim yeri kurmuşlardır.
MÖ 499’de Perslere, MÖ 334 yılında da Büyük İskender’in eline geçen ve MÖ 6.yy.’da Lidyalılar tarafından yönetilen Foça, bir süre Selevkos Hanedanı’nın bir parçası olmuştur.
Daha sonra Bergama Krallığı tarafından alınan kent Roma ve Bizans’ın yönetimine girdikten sonra zenginliğinin arttığı bilinmektedir.
Kent bir süre Cenevizliler tarafından ele geçirilse de İmparator Michael VIII Palaeologus zamanında, 1275 yılında tekrar Bizans toprağı olmuş ve bu dönemde Hıristiyanlıkla tanışan Foça bir ara Piskoposluk merkezi yapılmıştır.
Özellikle 1300 yıllarından sonra madenleri işlemeye başlayan son derece çalışkan, zeki Foça halkı tarihte ilk kez altın ve gümüşü karıştırarak elektron sikkeleri basmış ve mühendislikte de oldukça gelişmişlerdir.
5. yy. da Mor renkli yapıları ile dikkat çeken Foça, Pers Kralı Darius ve Xerxes’in heykellerini de yapan dönemin ünlü heykeltıraşı Foçalı Telephanes’in yerleşim yerine çok sayıda anıt inşa ettiği bilinmektedir.
14. yy.’ın ortasında Andronicus III tarafından ele geçirilen Foça, aynı yüzyılda bir ara Venedikliler tarafından da yönetilmiştir.
Türklerle-Çaka Bey, Saruhanoğulları döneminde tanışan Foça, 1455 yılında da Osmanlı toprağı olmuş, 15. yy.’ın başında Timurlenk tarafından da bir süre yönetilmiştir.
Foça’nın ilk yerleşimcilerinin denizcilik, deniz taşımacılığı, gemi yapımı konusunda oldukça hünerli oldukları Foça tarzı 50 kürekle çekilen, 500 kişiyi taşıyabilen gemilerden anlaşılmaktadır.
Foçalı tüccarların Mısır, Çanakkale- Dardanel, Karadeniz, Akdeniz’in güneyi- İtaya, İspanya Korsika, Marsilya limanlarına mal götürmeleri dönemin bölgesel zenginliği açısından son derece önemlidir.
Ayrıca dönemin ünlü Yunanlı filozofu Elea tarafından açılan Eleatic Okul’nda Achilles ve Tortoise paradoksu konusunda düşünceler üreten ünlü filozoflar Zeno ve Parmenides’in de buradaki okulda okudukları bilinmektedir.
Çok sayıda uygarlığa ev sahipliği yapan Foça’da geriye kalan anıtlardan- Athena Tapınağı ve Kutsal Alanı, Kibele Kutsal Alanı, Eski Foça’ya 7 km. uzaklıktaki MÖ 5.yy. Taş Kule adıyla anılan Pers krallarından birine ait olduğu varsayılan anıt mezar– kentin öne çıkan tarihi yapılarıdır.
4-9-2- Foça- Su Kemeri;
Yerleşim yerinin Eski Foça kısmında yer alan ve 20. yy. başlarına kadar kullanılan su kemeri tüm zamanlar boyunca kentin içme suyunun önemli kısmını sağlamaktaydı.
Herodot’a göre, Foçalı tüccarlar tarafından MÖ 546 yılında Pers saldırılarına karşı yapılan su kemerlerini Pers generali Harpagos genişletilerek duvara çevrilmiştir.
Daha sonra bu duvar Endülüs Kralı Tartessos Argonthonıus’un maddi desteğiyle kenti çevreleyen oldukça güvenli surlara dönüştürülmüştür.
Ortaçağ mimari özelliklerini gösteren duvarlar- su kemerlerinde 17. yy. da bölgeye gelen araştırmacı, Le Bruyn su kemerinde 180 kemer– halka bulunduğunu yazmıştır.
Halen önemli kısmı ayakta kalan moloz ve kesme taştan yapılan kemerler ince, uzun ve yuvarlaktırlar.
Bunun yanında İzmir yakınında görülmesi gereken yerlerden bazıları ise Yamanlar Dağı’ndaki Karagöl’ür.
Ayrıca diğer bir doğa harikası elli milyon yıldır dünyada var olan pembe, ateş kanatlı kanatlı flamingoları ve 45 farklı türden kuşa 3300 hektarlık alanıyla kente 40 km. uzaklıktaki Çamaltı Tuzlası Kuş Cenneti lagünleri, alüvyon adacıkları içindeki pek çok kuş ve balık türlerinin binlercesine yuva olan önemli bir balıkçılık merkezi ve tuz üretim yeri, Gediz Irmağı ile bilenen ve 20 bin hektarlık Anadolu’nun en bereketli deltalarından Gediz Deltası, kente 25 km.lik uzaklıkta hem doğal bir yaşam alanı hem de çok güzel manzarasıyla gerek İzmir gerek bölge gerekse ülke için en önemli deltaların başında gelmektedir.
4-10-1- Çeşme- Erythrai- Erytrai- Ildırı Antik Kenti;
Çeşme’ye 22 km. uzaklıkta, Ildırı Köyü’ndeki Yunanca, Erythrai- Kızıl- Kırmızı Kent anlamına gelen antik yerleşim yeri kırmızı, kızıl toprağı yüzünden ya da kenti kuran Giritli Rhadamanthes’in oğlu Erythro’tan dolayı bu adı almıştır.
Ege Bölgesi’nin en eski yerleşimlerinden biri ve liman ile sahil kenti Erythrai’nın tarihi yapılan araştırmalarla ilk tunç çağına kadar gitmektedir.
Kentin asıl gelişimi ikinci kolonileşme döneminde- Atina Kralı Kadros ailesinden Knopos- zamanında olmuştur.
Önceleri krallar tarafından yönetilen kent sonradan kral soyundan gelen halkın seçtiği Vasileus denilen yöneticiler tarafından yapılmaktaydı.
İonya’ya ait Panionion denilen dinsel ve siyasal birlik içinde yer alan Erythrai- Ildırı kenti, Payhagorasla tiran tarzı yönetime geçse de bu durum uzun sürmemiş ve eski yönetimine dönmüştür.
Tiran tarzı yönetim sırasında tüm İyonya’nın ihtiyaç duyduğu değirmen taşlarının bu kentte üretilmesi, MÖ 6. yy. tüm ülkenin ilk ve en önemli zeytinyağı ihracat merkezi olması kentin ününü ve gelirini oldukça arttırmıştır.
Bir ara Lidya ardından Pers yönetimine giren Erythrai’nın halkı kenti zalimce yönetenlere karşı diğer İon kentleriyle birlikte ayaklanmışlardır.
MÖ 334 yılında Büyük İskender bölgeyle birlikte Erythrai’yı bağımsızlığına kavuştursa da ölümünün ardından bölgede ortaya çıkan savaşlarla pek çok kez yönetim ve yönetici değişmiştir.
Daha sonra bir süre Pergamon- Bergama Kralları tarafından da yönetilen Erythra MÖ 133’te Roma toprağı olmuş ve özgür bir kent olarak değirmen taşları, zeytin üretimi ve ihracatının yanında şarabı, keçileri, kadın kâhinleri -Sibyl ve Herophile- ile İyonya’nın en iyi bilinen yerleşim yerlerinden biri olduğuna dair çok sayıda belge, bilgi ve kalıntı bulunmaktadır.
Ancak MÖ 1. yy. da bölgeyle beraber kentte deprem, savaş ve Romalı komutanlar tarafından zayıflayarak Bizans döneminde de iyice zor günler geçirmiştir.
Türklerin bölgeye hâkim olmasıyla beraber Erythrai 1366 yılında artık bir Türk yerleşkesi olmuştur.
Bu dönemde çeşitli adlar –Erythre, Rhtyrai, Lythri -alan kent 16.yy.’da da bugünkü adları İlderen ve Ildırı olarak anılmaktadır.
Kent ve çevresinde yapılan kazılarda dönemlerine göre pek çok kalıntı- MÖ 3. yy. Akropol, tiyatro, Athena Tapınağı, 5 km. lik surlar, kent kalıntıları, Akropol’de MÖ 6. ve 7. yy.’dan kalma çanak, çömlek, taş ve topraktan figürler– bulunmuştur.
4-11-1- Urla- Klazomenai Antik Kenti;
Ege Bölgesi’ne damgasını vuran 12 İon kenti arasında yer alan Klazomenai Antik Kenti, Urla kemik hastanesinin bulunduğu Karantina Adası, Limantepe, Ayyıldız ve Cankurtaran tepelerine kadar genişleyen bir alanda yer almaktadır.
Kentin en eski yerleşim tarihlerine- prehistorik ve klasik dönem-ait Liman Tepe ve Urla- İskele mahallesi ile İzmir- Çeşmealtı yoluyla ikiye ayrılan kısımda, Ayyıldız ile Cankurtaran tepeleri arasında halen görülebilen Klazomenai- Hypkremnos- Erythrai antik yolundaki buluntulara- nekropol- mezarlık rastlanmaktadır.
Ege’nin kıyı kesimindeki en eski ve en uzun yerleşkesinin Liman Tepe civarının tarihi MÖ 4000- kalkolitik döneme kadar gittiği bilinen Klazomenai Antik Kenti’nin arkaik, klasik ile erken ve geç tunç çağları MÖ 3000 ve MÖ 2000 yıllarında da oldukça önemli bir yerleşke ve batı Anadolu’daki ilk kıyı kentleşmesi olduğu saptanmıştır.
Bölgede yapılan kazılarda erken tunç çağı, siyasi ve ekonomik otoritenin simgesi kabul edilen koridorlu ev- saray ve bölümleri, 6 m. yükseklikte kent surları, orta tunç çağı oval evleri- yuvarlak tek mekânlı, ocaklı fırınlar bulunması, bu bölgedeki ekonomik ve manevi açıdan gelişimi Urla ve civarındaki antik kentlerde başlamış olduğunun kanıtı sayılmaktadır.
Ayrıca MÖ 6. yy.’a ait, büyük çaplı 15 kadar kayalara oyulmuş, zeytinyağı üretimine yönelik merkez ile üretim sırasında kullanılan araç gereçler- kaplar, değirmenler, öğütme araçları vb.- bulunmaktadır. Ayrıca Klazomenai Anadolu’da ilk zeytin ıslah yerlerinden biri olması yerleşim yerinin önemini ortaya koymaktadır.
Yapılan kazılarda kentin dış ticaretinin gelişmesi 2600 yıl öncesine giden ilk zeytinyağı üretme işlemleri sırasıyla; 1. evre Klazomenai kentinin ve yakın çevresi için üretim, 2. evre ihracat için üretim yapıldığı ve bu zeytinyağlarının şaraplarda olduğu gibi kente özgü bezemeli amphoralarda saklandığı saptanmıştır.
Klazomenai kenti, diğer İon kentleri ve Mısır’da Nil deltası- Naukratis adlı bir ticaret merkezi, Miletos ile birlikte tüm Karadeniz sahillerinde İon kolonilerinin kuruluşlarına katılarak bölgede siyasal, ekonomik ve sosyal açıdan söz sahibi olmuştur.
4-12-1- Menemen-Larissa Antik Kenti;
Menemen yakınlarındaki Larissa antik kentinin tarihi MÖ 3000 yılına kadar gitmektedir.
Kent cilalı taş, Helen, Lydia ve Pers yönetiminden sonra MÖ 405 Peleponez savaşları sırasında çok zarar görerek yıkılma noktasına gelmiştir.
Larissa, daha sonraki yıllarda tekrar kurulsa da MÖ 279 Galatlar tarafından tekrar yıkılmıştır.
Batı Anadolu’daki araştırmaların tarihi açıdan en yararlı kazılarından biri sayılan Larissa Antik Kenti kazılarından çeşitli dönemlere- Arkaik MÖ 6- MÖ 5 ve MÖ 4.yy. Aiol mimarlığı – dönemlerinden kalma tapınak ve yukarı kente- Akropolis’in sur parçaları– ait bulunmuştur.
Bu eserlerin bir kısmı halen İzmir Arkeoloji Müzesi’nde diğer eserler ise İsveç ile ortak kazı yapıldığı için Stockholm ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergilenmektedir.
4-13-1- Seferihisar- Teos Antik Kenti;
Seferihisar- Sığacık Köyü yakınındaki Teos Antik Kenti’nin kuruluş tarihi tam bilinmemekle beraber eldeki bazı özellikle efsanevi kaynaklara –efsane, belge, yazıt, kalıntı vb.– dayanarak kentin MÖ 1050- MÖ 1000 yılları arasında Dionysos’un oğlu Athamas tarafından kurulduğu varsayılmaktadır.
12 İon kentinden biri olan Teos’ta, MÖ 2. yy. Prieneli Hermogenes tarafından yaptırılan ve zamanla depremlerden çok zarar gören ama özelikle Roma döneminde çok kereler onarılan Dionysos’un en büyük tapınağı yer almaktadır.
İki limana sahip Teos’ta deniz ticareti diğer kıyı kentlerinde olduğu gibi oldukça gelişmiş bir yerleşim yerine dair izlerdir.
Kentten günümüze kalan buluntular arasında Helenistik surlar, tiyatro, Akropolis ve 3 sınıflı gymnasium -ikisi spor, biri müzik-ayrıca Roma dönemine ait kalıntılar- Dionysos Tapınağı, agora, tiyatro, odeon, surlar ve liman- yer almaktadır.
Sanat ve spora çok önem veren bir kent olduğu İonialı Aktörler Birliği’nin ilk kez MÖ 3. yy.da kurulmasından ve aktörlerin çevre kentlerde oyunlar oynamasından anlaşılan, antik dünyanın en renkli yerleşim yerlerinden biri olan Teos’da kazılar halen devam etmektedir.
4-14-1- Kemalpaşa- Ulucak Höyüğü;
Kemalpaşa- Ulucak Beldesi’ndeki höyük, Batı Anadolu için pek çok açıdan- mimarlık, çeşitli dönemlere ait küçük buluntulardan- fırın, ocak, mutfak aletleri, günlük işlerde kullanılan araç gereçler, seramik kaplar, çakmak taşından aletler, taş silahlar, Ana tanrıça figürleri ve antropomorfik kaplar- önemi anlaşılmaktadır.
Kazılardan ele geçen ve yerleşim yerinin önemli bir ekonomik ve sosyo- kültürel merkez olduğunu kanıtlayan bu değerli parçalar üç kültür dönemine- geç Roma, erken Bizans, erken tunç çağı ve geç neolitik– aittir.
Buluntuların bir bölümü halen İzmir Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.
Kentte yer alan önemli müzeler, Resim ve Heykel Müzesi, Çeşme Müzesi, Ödemiş Müzesi, Tire Müzesi, Etnografya Müzesi, Atatürk Müzesi, Tarih Sanat Müzesi olarak sıralanabilir.