İSTANBUL

6- İstanbul- Konstantinapolis- Asitane- Yeni Roma..; 

Coğrafi;

Komşular; Avrupa ile Asya kıtalarını birbirine bağlayan İstanbul, batısında Avrupa yakası, Tekirdağ, Çerkezköy, Çorlu, Marmara Ereğlisi, Saray İlçeleri, doğuda Asya yakası, Kocaeli, Gebze, Körfez ve Kandıra ilçeleri. Kuzeyde Karadeniz, güneyinde Marmara Denizi bulunmaktadır. 

Kent, İstanbul Boğazı ve Haliç ile de çevrelenmektedir.

Yüzölçümü;5712 km2. 

İlçeler;İstanbul’un 39 ilçesi- Adalar, Arnavutköy, Ataşehir, Avcılar, Bağcılar, Bahçelievler, Bakırköy, Başakşehir, Bayrampaşa, Beşiktaş, Beykoz, Büyükçekmece, Çatalca, Çekmeköy, Esenler, Esenyurt, Eyüp, Fatih, Gaziosmanpaşa, Güngören, Kadıköy, Kağıthane, Kartal, Küçükçekmece, Maltepe, Pendik, Sancaktepe, Sarıyer, Silivri, Sultanbeyli, Sultangazi, Şile, Şişli, Tuzla, Ümraniye, Üsküdar, Zeytinburnu- ile beraber 112 köyü bulunmaktadır. 

İklim; İki deniz ve iki kıta arasında büyük bir yerleşim yeri olan İstanbul’un ikliminde çeşitlilik dikkat çekmektedir. 

Bozuk Akdeniz iklimi etkisini gösteren kıyılar ve kent merkezinde yazları sıcak ve nemli iken kışları soğuk ve yağışlı, zaman zaman da karlıdır. 

Karadeniz iklim etkisi altındaki kentin kuzey kıyılarında, Trakya ve Anadolu’nun içlerinde de karasal iklim etkisi görülmektedir.

Ayrıca Balkanlardan gelen hava hareketleri il genelinde sıcaklık ve yağışları etkilemektedir.

Bitki Örtüsü; İstanbul il merkezi ve çevresinde görülen bitki örtüsü, iklimi gibi çeşitlilik göstermektedir. 

Akdeniz ikliminin hâkim olduğu yerlerde makiler çoğunlukta iken yükseklere çıkıldıkça ormanlar dikkat çekmektedir. İstanbul topraklarının önemli bölümünde ormanların yanında fundalıklarda görülmektedir.

Denizlerle çevrili İstanbul ve çevresinin yüksek kesimleri tatlı su kaynaklarının- Istranca, Çakıl, Sazlıdere, Nakkaş, Alibeyköy, Eyrek, Eşkinoz, Kâğıthane, Hiciv, Sellimandıra, Trança, Riva, Göksu dereleri, Karasu, Durusu, Sarısı ve Büyük- Küçük Çekmece, Terkos gölleri ve Alibeyköy, Ömerli barajları– etkisiyle yükseklikleri 1000 m.altındaki % 16 dağlar, % 74 platolar ile yaylalar ve 7 tepesiyle- Topkapı Sarayı, Çemberlitaş, Beyazıt, Fatih, Yavuz Selim, Edirnekapı, Kocamustafapaşa tepeleri– ünlü bir kenttir.

Tepelerde- Samanlı, 537 m. Aydos, 442 m. Alemdağı, 257 m. Çatal, 438 m. Kayışdağı, Istranca-Yıldız dağları ile 926 m. Beşpınar, 357 m. Gürgencik, 257 m. Dümen, 261 Büyük Çamlıca, 229 m. Küçük Çamlıca, 201 m. Yuşa tepeleri– başta kentin merkezinde Belgrad ormanları olmak üzere % 60 ormanlık ağaçlar hâkimken vadiler- Karasu, Sansu, Göksu, Çakıl, Yatak ve Riva, Hiciv dereleri– vadileri ve % 10 ovalarda- Çatalca ve Silivri ovaları– her mevsim yeşil bir görüntüyle karşılaşmak tesadüf değildir.

Ulaşım; Kente hava, kara,deniz ve demiryolu ile ulaşmak oldukça kolay ve rahatken kent içindeki ulaşım tam bir kaostur. Köprüler, metrolar, tramvaylar, otobüsler, dolmuşlar, feribot seferleri ve botlar ile bu kargaşa giderilmeye çalışılsa da her gün trafiğe giren binlerce araç ve gün be gün artarak devam eden göç yüzünden İstanbul’da ulaşım sorunu daha çok devam edeceğe benzemektedir.

Tarihi; 

İki kıta arasında dünyanın tek kenti İstanbul’un da tarihi oldukça eskilere gitmektedir. 

İstanbul, çağlar boyunca sadece kendi içinde dahi değişerek gelişebilen bir kenttir. 

Böylece sahip olduğu değer ve olanaklarla –coğrafi özellikler, doğal güzellikler, tarihi değerler, anıtlar, yapıları ve yapıtları, stratejik konum, ulaşım yolları üzerinde olması, altyapı hizmetleri, zenginlik, ticari, kültürel ve eğitim olanakları vb.-tüm dünyada en beğenilen, hayranlık duyulan, özlenen, âşık olunan- sevilen, merak uyandıran yerleşim yerlerinin en başındadır.

Coğrafi oluşumunun günümüzden 300 bin yıl önceye gittiği düşünülen kentin alt, orta ve üst paleolitik, neolitik ve kalkolitik dönemlerinde ilk insan izlerine bazı mağaralarda- Dudullu, Ağaçlı, Küçükçekmece, Yarımburgaz ve Kemerburgaz -rastlanmaktadır.

Kentteki en son ulaşım projelerinden Yenikapı- Marmaray Projesi yapımı sırasında yapılan kazılarda kentin insanlık tarihinin 8500 öncesine kadar gittiği kesinlik kazanmıştır. 

Daha sonra özellikle Kadıköy- Fikirtepe’de yapılan kazılarda MÖ 3000 ait ilkel aletler ile insan ve hayvan iskeletlerin ortaya çıkarılması kentin insanlık tarihine ışık tutan son derece önemli buluntular olarak kabul edilmektedir. 

İstanbul, bir kehaneti gerçekleştirmek için- ülkesinde belki yanlışlıkla bir kişiyi öldüren Trak komutanı Byzas’ın kâhinlerin uyarısıyla Kalkedon- Kadıköy- Körler Ülkesi’nin karşısında kendine yeni bir yurt ararken- MÖ 658 Yunanistan -Megaralı Byzas bugünkü Sarayburnu’nun manzarasından büyülenerek burada Byzantium adıyla bir ülkenin temellerini attığı efsanesi- kurulmuş bir kenttir.

Daha sonra pek çok ulusa yurt olsa da paylaşılamayan kent, İstanbul adıyla anılana kadar pek çok farklı adla –Nova-Yeni Roma, Konstantinoupolis- Konstantin’in Kenti, Eisten- Polis, Byzantion, Deutra- Roma, Roma Nea- Yeni Roma, Constantinopolis -Konstantinopolis, Bulin, Astanbulin ve İstimbuli, Asitane, Stenpol, Estambul, İslambol, İstanbul adının Eis Ten Polin– Kente doğru sözcüğünün değişmesiyle Stenpol ve Estanbul sözcüklerinden geldiği ya da Osmanlı döneminde Sultanşehir, Beldet- üt- Tayyibe, Dergâh-ı Selâtin, Derseâdet, Âsitâne, Dâr-ül-İslâm, Dâr-ül-Hilâfe, Dâr-üs- Seâde, Âsitâne-i Devlet, Pây-ı Taht-ı Saltanat, Aziz İstanbul çok sayıda İslam- İslambol adından geldiği de varsayılmakla birlikte -anılmış bir kenttir.

Tarihin üç büyük imparatorluğuna –Roma, Bizans ve Osmanlı– başkent olan İstanbul, pek çok uygarlığa – Pers, İskender, Makedon, Helen, Roma, Bizans ve Osmanlı– ev sahipliği yapmıştır.

122 imparatorun tahta oturduğu İstanbul 1600 yıl imparatorluk– 330- 395 Roma, 395- 1204 ile 1261-1453 Doğu Roma- Bizans, 1204- 1261 Latin, 1453-1922 Osmanlı– kenti olmuş dünyanın tek kentidir.

MÖ 660- MÖ 343 Roma dönemini yaşayan kent daha sonra özellikle 4. yy. da sınırları çok genişlediği için Roma İmparatoru Büyük Konstantinos tarafından 7 tepe üzerine MÖ 330- MÖ 334 yılında -Yeni- Neva- Roma- Deutera Rome- İkinci Roma- imparatorluğa yeni başkent olmuştur.

MÖ 513 yıllarında Perslerin bir süre yaşadığı, daha sonra pek çok ulus tarafından stratejik konumu nedeniyle fethedilmek istenen İstanbul’u, MÖ 324 yılında Büyük İskender almış ve kenti Nea- Yeni Roma olarak adlandırmıştır.

MÖ 269 yılında Bitinyalıların istilası sırasında çok yıpranan ardından MÖ 202 yılında Makedonyalıların saldırısına da tanık olunca kentteki Traklar, Roma’dan yardım istemişlerdir. Ancak kente yardıma gelen Romalılar kentten bir daha çıkmamışlar ve MÖ 146 yılında kenti egemenlikleri altına almışlardır.

Bir süre sonra MÖ 73 yılında Bitinya- Pontus eyaleti olan Byzantion’da 700 yıllık devlet statüsü biterek Roma dönemi gittikçe kentte ağırlığını hissettirmeye başlamıştır.

Sarayburnu -Ahırkapı- İstanbul’a kalıcı mimari eserler bırakan uluslardan 395 yılında başlayan Bizantion döneminde kent yeni yapı ve yapıtlarla- 553 ile 535 yılları arası Ayasofya, Yerebatan Sarnıcı vb. yaptıran Justinyen, surları 6492 m. genişleten II. Theodosius ile tapınaklar, resmi binalar, saraylar, hamamlar, ticaret merkezleri ve hipodrom vb.– donatılmış ve  en önemli dönemlerinden birini yaşamıştır.

Bizantion dönemi imparatorlarından Vespasianus, lüksü harcamayı kınayarak Latince Pecunia non olet- Para kokmaz demiş ve başta halk tuvaletleri için idrar vergisi olmak üzere pek çok alanda vergilerle harçlar getirmiş ve bu paraları kentin imarında harcamıştır. 

Ancak bu dönemde eski Byzantionlular, Roma’ya karşı Partlarla işbirliği yapmışlar. Ama 196 yılında da Roma İmparatoru Septimus Severus kenti yağmalayıp surları yok ederek İstanbul’u tekrar Roma’ya bağlamıştır. Ancak surları tekrar inşa ettiren Septimus Severus yeni binalar, sokaklar, zafer takları vb. yanında Hipodrum’un da inşasına başlamıştır.

269 tarihinde de kentin yeni sakinleri Galatlar denizden gelerek kıyıya sütunlar diktiler ama tüm bu yapılar 313 yılında Nicomedialılar tarafından yıkılmıştır.

Daha sonra I.Constantinus tarafından tekrar Roma’ya bağlanan kent, 324 yılında da Doğu Roma-Bizans’ın yönetim merkezi haline geldi.

324- 337 yılları arasında ve tüm Bizans İmparatorluğu boyunca Konstantiniyeliler yeni başkente yakışır şekilde imar faaliyetlerine ağırlık vererek kentlerini çok sayıda gösterişli yapılarla-İmparatorluk sarayı, su dağıtım sistemleri, limanlar, savunma sistemleri, surlar, Hipodrum- 480 m. uzunluğunda 117m. genişliğinde -heykeller vb. inşa ettiler ve Avrupa kentlerinden pek çok değerli mimari parça ve yapıt – anıtsal ibadethaneler, akropolis vb.– baştan başa yenilemiştir.

Roma’nın yedi tepesine ithaf olunan ve yedi tepe üzerinde yeniden imar edilen kent, 11 Mayıs 330 yılında, Constantinopolis adıyla başkent olarak ilan edilmiştir. 

Önce Aya İrini daha sonra da 360 yılında Ayasofya kiliselerini yaptıran I. Constantinus, kenti Hıristiyanlık için önemli hale getirdi. Bu durum kentin mimari ve sosyal gelişimine paralel dini açıdan da cazibe merkezi olmasını sağladı. Dolayısıyla tüm bu gelişmeler Konstaniapolis’in ekonomisini de çok uzun süre desteklemiştir.

Ancak zaman içinde kentin sonu gelmeyen istilalarından biri daha  447 yılında kısa süreli de olsa kenti kuşatarak vergiye bağlayan Hun imparatoru Attila tarafından yapılmıştır.

476 yılına gelindiğinde yıkılan  batı Roma’nın yanında iyice Doğu Roma- Bizans İmparatorluğu’na dönüşen kenti 6. yy. da I. Jüstinyen yeniden daha görkemli şeklide inşa ettirmeye başlamıştır. 

Süreç içinde istilalarla tahrip olan pek çok yer ve binayla birlikte Ayasofya’da onun döneminde en büyük ve muhteşem görünümünü almıştır.

543 yılında kentin yarısından çoğunun ölümüne neden olan vebanın izleri de yine bu dönemde tamamen silinmiştir.

616 – 626 yılları arasında Avar Türkleri İstanbul’u kuşatmışlar sonrasında da 7.8.9. yy. da pek çok ulus- Sasaniler, Avarlar, Bulgarlar, Müslüman Araplar, Ruslar- tarafından çeşitli defalar tekrar tekrar kuşatılan kent yine çok tahrip herkes sahip olmak istemiştir.

1204 yılında da Haçlılar tarafından işgal edilen kentin tüm yapıları zarar görerek harabeye dönmüştür. Böylece giderek küçülen ve fakirleşmeye başlayan İstanbul’u soylu ve zenginler terk ederek İznik- Nicea’ya taşınmışlardır.

1254 yılına gelindiğinde kentte hüküm süren Latin İmparatorluğu o kadar fakirleşti ki söylentiye göre İmparator II. Baudouin ısınmak için sarayının odalarını söktürerek yakacak olarak kullandığını dahi yazan kaynaklar bunmaktadır. 

1261 tarihinde de Trabzon ve Yunanistan’da gelişmeye başlayan Bizans- Palailogos Hanedanı tekrar kenti ele geçirerek İstanbul’da Latin dönemini sona erdirmiş ve kent yeniden yapılanma sürecine girmiştir.

Ama aradan bir yüzyıl geçtikten sonra kent yönetiminin yeniden zayıflamaya başladığı ve her zaman kenti almaya çalışan uluslara yenilerinin eklendiği görülmektedir. 

Bunların içinde en güçlüsü, Bursa- Söğüt’te 1299 yılında kuruluşundan itibaren gözünü İstanbul’a diken Osmanlılar 1361 yılından başlayarak kenti birkaç kez değişik tarihlerde -1389-1403, 1396- kuşatmışlardır. Nihayetinde I. Beyazıt, 1395 yılında Anadolu yakasına bir hisar yaptırarak Osmanlının kente sahip olma konusunda kararlığını pekiştirmiştir. 

1451-1481 yılları arası II. Mehmet- Fatih bu isteği gerçekleştirmek için kenti birkaç kez kuşattıktan sonra 29 Mayıs 1453 yılında Konstantinapolis’i alarak İstanbul yapmıştır.

Böylece kent yeniden Bizans altyapıları üstünde Osmanlı mimarisinin -sarnıçlar, camiler, saraylar, konaklar, köprüler, hamamlar, çeşmeler vb.– yükselmesine tanık olmaya başlamıştır.

1453 fetihten başlayarak 1923 Cumhuriyet dönemine kadar 469 yıl Osmanlının başkenti olan İstanbul, 30 Osmanlı padişahına ev sahipliği yapmıştır.

İstanbul’un fethi sadece İstanbul, Bizans ve Osmanlı açısından değil, tüm dünya tarihi açısından da dönüm noktası olmuştur. Çünkü bir çağ-orta- bitmiş bir çağ-yeni– başlamıştır. 

Bu dönemlerde sık sık meydana gelen deprem, veba ve yangınlara karşın 1510 yılında II. Beyazıt dönemi ve özellikle 1520- 1566 yılları Kanuni Sultan Süleyman döneminde kentin her bakımdan -nüfus, iş, ekonomi ve özellikle mimari yapı ve yapıtlar– geliştiği görülmektedir. 

Yükseliş dönemi olarak adlandırılan bu zaman diliminin ardından Lale devrinde- Sadrazam Damat İbrahim Paşa-1718- 1730 yılları arasında itfaiye kurulması, matbaanın açılması vb.- ile kentin yaşamı zenginleşmeye başlamış ve sonunda 3 Kasım 1839 yılında Tanzimat Fermanı ilan edilmiştir. 

Ferman ile batılılaşmanın hareketlerinin -mimari, yaşam tarzı, eğitim kurumları, sanayi kuruluşları, kitap ve kütüphaneler vb.– hızlanmasını sağlanmıştır. 

Bu dönemin sağladığı olanaklar sayesinde artan nüfus için kentin Galata, Bakırköy, Beykoz, Sarıyer, Bostancı, Teşvikiye taraflarına doğru genişlemeye başladığı görülmektedir.

Bu yıllarda yenilenen ve artan alt yapı, işlemleriyle Haliç üzerine köprü, tünel- metro, Rumeli demiryolu yapımı, şirket-i hayriye -deniz taşımacılığı, şehremaneti-belediye, ilk telgraf işlemleri, zaptiye nezareti, atlı tramvay vb. gelişmeleri, 23 Aralık 1876 yılında I. Meşrutiyet’in ilanı izledi. 

Daha sonra yine deprem- başta1894 depremi– ve yangınlarla zarar gören kent, II. Dünya Savaşı sırasında 13 Kasım 1918 yılında İtilaf devletleri tarafından bir kez daha işgal edilmiştir. 

Cumhuriyet dönemi, 1923 yılında, başkentin Ankara’ya taşınmasıyla İstanbul değerinden hiç bir şey yitirmediği gibi diğer kentlere göre artan olanakları -ticari, eğitim, iletişim vb.-yüzünden hala ülkenin en çok göç alan kentidir.

Sahip olduğu coğrafi ve doğal güzelliklerinin -boğaz, adalar, tepeler, haliç vb.– yanında binlerce yıllık tarihi eseriyle -kiliseler, camiler, hanlar, hamamlar, çarşılar vb.- her yıl binlerce yerli ve yabancı insanı kendisine çeken İstanbul bugün resmi olmasa da her devrin fahri başkenti olarak ülkenin cazibe merkezidir.

İstanbul ve Çevresindeki Tarihi Yapılar;

Dünyanın en kadim kentlerinden biri olan İstanbul tarihi ve kültürüne paralel olarak içinde çok sayıda yapıyı da barındırmaktadır. İnşa edildikleri dönemlerin mimari, estetik vb. izlerini taşıyan geçmişin bu değerli tanıklarının önemli bir kısmı yazık ki zamanla depremler, istilalar, onarımlar, yeni yapılara yer açma çabaları vb. ile ortadan kaldırılsa da halen kent ve çevresinde azımsanmayacak oranda yapı ve yapıt geçmişin geleceğe armağanı olarak kentin her köşe başında karşınıza çıkmaktadır.

Bu değerlerden; kentin ilk kurulduğu yerleri çevreleyen surlar  28 saray, 91 medrese, 517 cami, 164 kilise, 19 sinagog, 199 türbe, 595 çeşme ve 93 hamam olmak üzere toplam 1796 adet tarihi öneme sahip mekânın halen ziyaret edilebilmektedir.

Surlar- Saraylar- Hisarlar;

6-1-1- İstanbul Surları;

İstanbul, sahip olduğu nitelikleri- konumu, boğazları, geçitleri, denizleri, verimli toprağı, yapıları, yapıtları, manzarası vb.– ile tüm insanlık tarihi boyunca ulusların elde etmek ve insanların özellikle yaşamak istediği dünyanın en önemli kentlerinin başında gelmektedir. 

İstanbul’un devasa yapıları olan surlar, kenti korumak, kollamak ve içinde güvenli yaşanabilmesini sağlamak için dönemlerinin bilgi, beceri ve teknik bilgilerine göre kuleleri, burçları, devasa kapıları, sarnıçları vb. ile pek çok kez inşa edilmişler ve zamanla çeşitli onarımlarla desteklenmiş, eklemelerle genişletilmiştir.

İstanbul’un tarihi yarımadayı –Sarayburnu- Haliç kıyısı-Ayvansaray- Marmara kıyısı- Yedikule- Topkapı- çevreleyen 22 km. uzunluğundaki –kara 6800, Haliç 5000, Marmara 8000- surların ilk yapımına 7. yy. başlanan başlanmıştır. 

Zamanla yıkılıp tahrip edilse de çeşitli dönemlerde dört kez onarılan surların 400 kulesi ve başta- Langa, Davutpaşa, Samatya, Narlıkapı, Yaldızlı, Yedikule, Belgrat, Silivrikapı, Sıgma, Mevlevihane, Topkapı, Sulukule, Edirnekapı, Kostantin, Eğrikapı, Ayvansaray, Balat, Fener, Yenikapı, Aiya, Yeni Aya, Cibali, Ayazma, Zindan, Balıkpazarı ve Yeni Cami– ile 500 kapısı bulunmaktaydı. 

İstanbul’un en eski ve en önemli tanıklarından surlar bugün kuruluş amacı ile işlevini yitirseler de halen kentin en güzel köşelerinde değerli bir biblo gibi ayakta kalma mücadelesi vermektedirler.

6-1-2- Beykoz- Anadolu Hisarı- Akça Hisar- Yeni Kale- Güzelce Hisar: 

Anadolu Hisarı, Akça Hisar, Yeni Kale ve  Güzelce Hisar yapılar topluluğu, Boğaz’dan geçişleri kontrol etmek amacıyla, Osmanlı kale mimarisine uygun olarak 7 bin m2. alana inşa edilmiştir. 

Bir kule ve üç ana kaleden oluşan hisar, bugünkü Anadoluhisarı semti, Göksu- Aretas Deresi’nin

Boğaz’a döküldüğü en dar -600 m.-yerine 1394-1395 yılında Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılmıştır.

İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, Rumelihisarı’nı yaptırırken Anadoluhisarı’nın çevresine de bir Hisarpeçe- Boğaz’dan geçen gemilere gerektiğinde ateş edebilmek için topların gizlendiği yer– ile içine bir de mescit yaptırmıştır.

Fetihten sonra eski önemini yitirmeye başlayan ve bir ara Yeniçeriler için hapishane olarak kullanılan hisardan 17. ve 18. yy. Kazak akınlarını önlenmek amacıyla da yararlanılmıştır.

16. yy. dan sonra hisarın çevresine askerler ve aileleri yerleştirilerek burası bir mahalleye dönüştürülmüştür.

6 -1-3- Sarıyer- Rumeli Hisarı- Kulle-i Cedide- Yenice- Hisar- Boğazkesen Hisarı;

Rumeli- Sarıyer- Boğaziçi’ndeki hisar, Fatih Sultan Mehmed- II. Mehmet- tarafından boğazın en dar yeri -600-660 m. Anadolu Hisarı’nın karşısına- Boğaz’a kuzeyden gelecek saldırıları önlemek amacıyla 30 bin m2.lik bir alana yapılmıştır. 

1452 yılında inşa edilen hisar, Karadeniz keresteleri ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinden getirtilen ve çevredeki Bizans harabelerinden elde edilen taşlarla yaptırılmıştır. 

Mimarisi ve sanatsal değeri oldukça yüksek olan 22 m. yüksekliğinde, 120 m. genişliğinde ve 250 m. uzunluğundaki hisarın üçü büyük- Saruca Paşa, Halil Paşa ve Zağanos Paşa -diğerleri küçük 17 kulesi, beş kapısı- Dağ, Dizdar, Hisarpeçe, Sel ve Mezarlık kapıları- ile 13 burcu bulunmaktadır. 

Halen müze olarak kullanılan hisarın bahçesinde toplar, gülleler ve Haliç’e çekildiği söylenen zincirin bir parçasından oluşan fetih için önemli parçalar sergilenmektedir.

6 -1-4- Fatih-Tekfur Sarayı- Konstantin Sarayı- Porfirogennetos Evi

Tekfur Sarayı- Konstantin Sarayı- Porfirogennetos Evi, Fatih -Edirnekapı’da, Balat’ta, Teodosios Surları yakınında Pera, Yedikule, Prens Adaları, Kadıköy’e yayılan geniş bir coğrafyayı seyreder konumda yapılmıştır.

10- 11. yy. da, 7. Konstantin tarafından oğlu Romanos adına yaptırıldığı düşünülen ve eski Blaherna- Blakhernai Sarayı’nın önemli parçalarıyla, Haliç’in kara surlarına bitişik, üç katlı olarak inşa edilen yapı klasik Roma saraylarının İstanbul’daki tek örneği olarak kabul edilmektedir.

Tekfur sarayı, 1261 yılındaki Latin işgali, depremler, saldırılar sonucu yıkıldığı ve çeşitli amaçlarla- fil ahırı, hayvanat bahçesi, seramik fabrikası, çini atölyesi ve çinileri III. Ahmet çeşmesi süslemelerinde, şişhane-cam üretim yeri olarak -kullanıldığı için günümüze saraydan fazla bir parça kalmasa da 14. yy. daki onarımla iki yapı şeklinde içinde bir köşkte ilave edilerek tekrar inşa edilmiştir.

Cumhuriyet döneminde de onarılan Tekfur Sarayı’nın kalan kısımları yapılan kazılarla ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.

6-1-5- Beşiktaş- Çırağan Sarayı; 

Beşiktaş- Çırağan Caddesi’nde eşsiz Boğaziçi manzarasına sahip saray, bugün lüks bir otel olarak kullanılmaktadır.

17. yy. da, çiçek ve özellikle lalelerinden dolayı Kazancıoğlu Bahçeleri diye anılan ancak daha sonra III. Ahmet tarafından düğün armağanı olarak verilen bahçelere ilk yapıyı Nevşehirli Damad İbrahim Paşa eşi Fatma Sultan için yaptırmıştır. 

Lale bahçesinde, III. Ahmed’in de katıldığı bilinen ve Işık anlamına gelen Çırağan- Çerağan âlemleri için bir saray daha yaptırılmıştır.

1789- 1807 yılları arasında III. Selim ve kardeşi Beyhan Sultan’ın özellikle yaz aylarında kullandıkları sarayları II. Mahmut yıktırarak 1808-1839 yılında yeni bir saray daha yaptırmıştır. 

Kazancıoğlu Bahçeleri olarak anılan yerde, oryantalist ve neoklasik tarzda, üç katlı, 80 bin m2.lik bir alana beş bölüm halinde- Merasim ve Mabeyn, Daire-i Hümayun, Harem ve Veliaht daireleri– yapılan sarayda dönemin taş ve mermer işçiliğinin en güzel örnekleri görülmektedir. 

Tavanı ahşap, duvarları renkli mermerle kaplanan saray,  nadide işlemeli sedef kakmalı mobilyaları, döşemeleri, panoları ile son derece gösterişli bir yapı olduğu bilinmektedir.

Daha sonra 1857 yılında da Abdülmecit tarafından yıktırılan bu sarayın yerine 1863-1871 yılları arasında Abdülaziz yeni bir sarayi Çırağan Sarayı’nı yaptırmış.

Kentin ünlü mimarları Sarkis Balyan ve Kirkor Narsisyan’a yaptırılan sarayın mimarisi, tekniği, güzel ahşap işçiliği, porfir ve mermerleri son derece dikkat çekicidir.

Doğu-batı mimari senteziyle yapılan sarayın içi sedefli ve yaldızlı mobilyalar, değerli ressamların tablolarıyla bezenmiştir.

Döneminin göz doldurucu nitelikleriyle dikkat çeken Çırağan Sarayı rutubetli olduğu gerekçesiyle fazla kullanılmamış ancak 1876- 1904 yılları arasında V. Murad tarafından 28 yıl boyunca zorunlu ikametgâh- sürgün yeri olarak hizmet vermiştir.

Dolmabahçe Sarayı yapıldıktan sonra eski önemini yitirse de Çırağan Sarayı yapıldığı günden beri kentin en ilgi çekici binalarının başında gelmiştir.

Çırağan Sarayı 1908-1909 yıllarında, II. Meşrutiyetle birlikte bir süre Meclis-i Mebûsan’ın çalışma konutu olarak kullanılmıştır.

1910 yılında yangın geçiren ve çeşitli defalar onarım gören saray, halen gösterişli bir otele dönüştürülerek kullanılmaktadır.

6-1-6- Beşiktaş- Dolmabahçe Sarayı;

Beşiktaş’ta, 17. yy. dan beri denizin doldurulmasıyla oluşan koyda, önce Çinili Köşk, daha sonra Beşiktaş Sarayı’nın yerine 31. Osmanlı Padişahı, Sultan Abdülmecit tarafından Mimar Garabet Amira Balyan’a 1843-1856 yılları arasında, 19. yy. dünyanın en ünlü sarayı yaptırılmıştır. 

Barok mimari tarzda inşa edilen Dolmabahçe Sarayı’nın genelinde –mimari, biçim, süsleme, malzeme, ayrıntılar, renkler vb.- Osmanlı’nın batı tarzı mimariden etkilenerek yapılan ilk bina olması açısından da önemlidir. 

Büyük bir bahçeyle birlikte 250 bin m2.lik alana yayılan sarayın 4 katlı haremi, 3 katlı selamlığı da dâhil olmak üzere inşaatının pek çok yerinde taş, tuğla, mermer ve ahşap malzeme kullanılmıştır.

Bahçede, halen ayakta kalan 1895 yılına ait 30 m. yükseklikteki Saat Kulesi’nden başka, 1853 yılında Nikoğas Balyan tarafından yapılan ve bir kısmı sonradan ortadan kaldırılan cami,  tiyatro, Istablı Amire, Serasker Dairesi, Hazine-i Hassa, Mefruşat daireleri, Kuşluk, Camlı Köşk, Gedikli Caariyeler ile Kızlarağası daireleri, Matbahı Amire, Hareket köşkleri, Hereke dökümhanesi, Baltacılar, Ağavat, Bendegân ve Musahıban daireleriyle küçük bir köşk gibi binalar da yer almaktaydı.

110 bin m2.lik alanı olan saray binasında, içinde Kraliçe Victoria’nın armağanı 36 m. yükseklikten sarkan 4 ton 750 kristal avizel başta olmak üzere mabeyn- tören ile mavi büyük salonlardan başka 43- 46 salon, 285 oda, 68 tuvalet ve 6 hamam bulunmaktadır.

Dolmabahçe Sarayı, Abdülmecit’in ardından Abdülaziz ve Abdülhamit tarafından da ikametgâh olarak kullanılmıştır. 

Ayrıca saray, Cumhuriyet’in ilanının ardından Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde de kullanılan ve büyük önderin son nefesini verişine de tanık olan tarihi bir yapıdır. 

Sarayın yanında, Bezm- i Âlem Valide Sultan tarafından yaptırılmaya başlanan ve 1852 yılında Sultan Abdülmecid tarafından tamamlatılan, kıyıdaki küçük ve şirin son derece süslü caminin mimarisinde de ampirik barok etkiler dikkat çekmektedir.

6-1-7- Fatih- Topkapı Sarayı- Yeni Saray- Saray-ı Cedid; 

1453 yılında İstanbul’u fetheden II. Mehmet- Fatih Sultan Mehmet tarafından 1460 -1478 yılları arasında, Haliç ve Marmara Denizi’ne hâkim bir noktada, kentin en stratejik yerinde- Sarayburnu- yaptırılan Saray, Sur-ı Sultani denilen 1400 m. uzunluğundaki Bizans surlarıyla çevrilidir. 

Saray, kıyı yönünde, saltanat kapısındaki kulenin önündeki selam topları nedeniyle Topkapı Sarayı olarak adlandırılmaktadır. Yaygın adı Topkapı Sarayı olan yapılar topluluğunu görkemi yapıldığı buyana göz kamaştırmaktadır.

19. yy. ortalarına kadar 400 yıl boyunca, 25 Osmanlı padişahına ev sahipliği yapan ve avlularıyla beraber 700 bin m2. alana oturtulan p sarayın halen 400 bin m2.lik kısmı müze olarak hizmet vermektedir. 

Yüzyıllar içinde, farklı padişahlarca yapılan eklemelerle değişen ve genişleyen Topkapı Sarayı’nı, Dış Saray- Birun, İç Saray- Enderun ve Harem olmak üzere üç grupta ele almak mümkündür.

Üç önemli kapıyla– Bâb -ı Hümâyun, Orta Kapı- Bâbüsselâm ve Akağalar- Bâbüssaâde- girilen sarayın bölümlerine göre; birinci avlu- zamanında halka açık tek bölüm, ikinci avlu– devlet yönetiminin gerçekleştirildiği ve törenlerin düzenlendiği bölüm, üçüncü avlu– padişah ve hizmetindeki ak hadımlar ile saray ağalarının yaşadığı, sarayda eğitimin verildiği bölüm, dördüncü avlu– padişah ve ailesinin yaşadığı bölümdür.

Sarayın yapımında eski Bizans sarayı ile binaların malzemeleri yanında farklı tarihlerde yerli ya da dışarıdan getirilen değerli mermer ve taşlar kullanılmıştır. Yıllar içinde saray yine bu farklı malzemelerle eklemelerle ihtiyaca göre genişletilmiştir. 

Bu eklemelerle saray, birbirinden geçilen dört avlu çevresinde köşkler, çeşmeler, camiler, mescitler, mutfaklar, fırınlar, koğuşlar ve sarayda yaşayan görevlilere ayrılmış binalardan vb. oluşmaktadır. Halk saraya sadece ilk avluya açılan tek kapıyla- Bab-ı Hümayun- girebilmekteydi.

Alay Meydanı da denilen birinci avluda yer alan çok sayıda bina – Deavi Kasrı- dilekçe odası, Odun Ambarı ve Hasırcılar Ocakları, St. İrene- Aya İrini Kilisesi, Darphane-i Amire, Maliye Nezareti, Enderun Hastanesi, fırınlar, Has Fırın Cami, Cellât Çeşmesi, Kozbekçileri ve Çizme kapıları, Sarayın hünerveran atölyeleri- marangozluk, kitap ciltleme, tezhip ve odunluklar vb.- bulunmaktadır.

İkinci avluda, ulufe- bahşiş dağıtımının yapıldığı Sohum Kalesi Abidesi’nin de bulunduğu Divan Meydanı, Saray Mutfakları, Adalet Kulesi ve Divan-ı Hümayun toplantılarının yapıldığı Kubbealtı, silah koleksiyonunun sergilendiği Dış Hazine binası ile Harem Dairesi’ne ait Arabalar Kapısı, Zülüflü –Baltacılar Koğuşu, iki çeşme, namazgâh ve Bizans dönemine ait dev sütunların olduğu Has Ahur Avlusu, Padişah Yolu Babüsselâm- Bâbüssaâde kapıları arası- ve Vezir Yolu- Kubbealtı ile Bizans Sarnıçlarının ve selam taşlarının olduğu yol- yer almaktadır.

Sarayın iç kısmı anlamına gelen Enderun Kapısı- Babüssaade kapısıyla girilen ve Enderun Avlusu da denilen üçüncü avluda, kağir yapılarla çevrili, yaklaşık 9 bin m2.lik avluda sadrazamın padişaha işleri ve olayları anlattığı, yabancı elçilerin ve hediyelerinin kabul edildiği ve üç kapıya açılan -Maruzat, Pişkeş- hediye ve Hükümdar kapıları- Arz Odası, Enderun- III. Ahmed Kütüphanesi, Enderun Mektebi, Meşkhane, Seferli Koğuşu, Fatih Köşkü, hamam kalıntısı ile Mukaddes Emanetler’in saklandığı dört kubbeli Has Oda- Hırka-i Saadet Dairesi, Büyük ve Küçük Akağalar, Enderun Hazinesi, Kilerler ve Has Oda Koğuşları, Ağalar Cami, Kuşhâne, Silahdar Hazinesi ile kitabeli çeşme dikkat çekmektedir.

Dördüncü avlu etrafındaki yapılara gelince Has Oda, Mermer Sofa- Sofa- i Hümayun, Baş Lala Kulesi- Hekimbaşı Odası’nın bulunduğu, havuzlu mermer teraslı Çiçek bahçesi, Lale Bahçesi, Sünnet Odası, İftariye Kameriyesi, Revan ve Bağdat Köşkleri deniz manzarasının doyasıya görüldüğü Mecidiye Köşkü, Esvap Odası ve Sofa Cami olarak sıralanabilir.

Sarayın her zaman en merak uyandıran bir diğer bölümü de Padişahın ve eşleri, çocukları, anneleri, cariyeleri vb. tüm ailesinin yaşadığı yer, mimari önemli bir kompleks, Altın Yol kenarındaki Kadınlar Sarayı- Saray- ı Duhteran- Arapça yasak- korunan anlamındaki Harem’de; aileye ait 300 den fazla oda, 9 hamam, 2 cami, 1 hastane,  çamaşırlıklar, görevli koğuşları, Hünkar Sofası, III. Murad Has Odası Dolaplı Kubbe- Harem Haziresi- Haremeyn Haziresi, Şadırvanlı Sofa, Kara Ağalar Mescidi, kadın Efendiler, Valide Sultan, Cariyeler, Mabeyn ve Kara Ağalar Taşlıkları, Cümle-Saltanat Kapısı, Kadın Efendi, Valide Sultan, Çifte Kasırlar- Şehzade ve Gözde Daireleri, Hünkar ve Valide Sultan Hamamları, Yemiş Odası- III. Ahmed Has Odası ile Arabalar Kapısı- Kızlar Kapısı Nöbet Yeri, Cariyeler Koridoru bulunmaktadır.

Zamanla özellikle 1850 yılından sonra sultanlar sahilde yapılan Dolmabahçe Sarayı’na taşınsalar da saltanat hazinesi, mukaddes emanetler ve imparatorluk arşivleri her zaman Topkapı Sarayı’nda korunmuştur. 

Halen konumu, değerli eşya ve yapılarıyla, İstanbul’un en çok ziyaret edilen müzesi olan Topkapı Sarayı, 3 Nisan 1924 saltanat kaldırıldıktan sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle müzeye dönüştürülmüştür.

6 -1-8- Beşiktaş- Yıldız Sarayı: 

Beşiktaş- Yıldız Cami karşısındaki geniş bir korulukta çeşitli köşk, kasır ve yapıların- I. Ahmed Kasrı, Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılan Büyük Mabeyn, Malta ve Çadır Köşkleri ile Çit Kasrı, 18. yy. III. Selim annesi Mihrişah Sultan için Yıldız Kasrı ve babası için yapılan çeşme- arasında yer alan saray, 1866 yılında Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılan ve içinde 8 Osmanlı padişahının konakladığı kentin dördüncü –Bayezid, Topkapı, Dolmabahçe, Yıldız– sarayıdır.

Türk- Osmanlı mimari geleneğinin son örneklerinden üç katlı sarayda asıl yapılaşma Yıldız Saray- ı Hümayunu –padişaha ait özel odalar, hasbahçe, havuzlar, resmi görevli odaları, tamirhane, marangozhane– olarak 1876- 1909 yılları arasında, 33 yıl padişahlık yapan II. Abdülhamid döneminde inşa edilmiştir.  

Sultan Vahdettin’in ardından boş kalarak bakımsız hale gelen saray, 1924- 1946 yılından sonra Erkan- I Harbiye ve Harp Akademisi olarak kullanılmış. 

Daha sonra tiyatro, müze, kitaplık gibi kültür ve sanat yapılarını da içine alarak 1993 yılında müzeye çevirilerek Yıldız Porselen Fabrikası’nın ürettiği ürünlerini sergilemektedir.

6 -1- 9- Üsküdar- Beylerbeyi Sarayı: 

Anadolu yakası, Beylerbeyi semtinde, Boğaziçi’ne hâkim deniz kıyısındaki saray Sultan Abdülaziz tarafından 1861-1865 yıllarında Mimar Sarkis Balyan’a yaptırılmıştır.

Barok, neo- barok ile ikinci dönem Osmanlı mimarisinin Türk evi tarzında yapılan saray, dikdörtgen planlı ve iki katlıdır.

Genelinde kâgir malzemenin kullanıldığı 2500 m.2 lik sarayın Harem ile Mabeyn bölümlerinde 24 odası, 6 salonu, 1 hamam ve 1 banyosu bulunmaktadır.

Sarayın mabeyn- i hümâyûn, yatak dairesi- hünkâr dairesi ve valide sultan dairesi kısımlarında kadın efendilere, ikballere ve görevlilere ait odalar bulunmaktadır.

Cephesi, içinin süslemeleri, havuzlu salonu, bahçesi ve değerli eşyaları ile saray son derece dikkat çekici bir yapıdır. 

Saray, sonradan eklenen deniz köşkleri – Set Bahçeleri, Mermer- Serdâb, Sarı, Has Ahır, Çadır, Nevresm köşkleri -ile uzun zaman kullanılmış özellikle Sultan Abdülaziz’in 33 yıllık padişahlığı süresince çok sayıda yabancı konuğu- Fransa İmparatoriçesi Eugénie, 1869 Avusturya- Macaristan İmparatoru Franz Joseph ve Prusya Veliahd Prensi Frédéric Guillaume Nicola Charles, İtalya Veliahdı, 1973 İran Şahı Nasıreddin, 1934 İran Şahı Pehlevi- burada ağırlamıştır. 

Beylerbeyi Sarayı, 1918 yılında yaşamını yitirene kadar Sultan II. Abdülhamid’ın zorunlu ikametgâhı olan önemli bir tarihi yapıdır. 

6-1-10- Fatih- İbrahim Paşa Sarayı– Türk İslam Eserleri Müzesi:

Sultan Ahmed Meydanı’nda, Kanuni Sultan Süleyman’ın eniştesi, Sadrazamı İbrahim Paşa’ya düğün armağanı olarak verilen sarayı Mimar Sinan yapmıştır. 

Dönemin mimari özelliklerine bağlı kalınarak yöresel malzemeler- taş-tuğla, ahşap vb.-ile inşa edilen sarayda hazire odası, kiler, hamam, mutfaklar, kule, çardak, divanhane, hassa evleri ile pek çok bölüm bulunmaktadır. 

Zaman içinde çeşitli defalar onarılan saray, farklı kişilere değişik amaçlarla hizmet verse de da en son 1983 yılından beri Türk İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktadır.

Müzede, Türk dönemleri, Selçuklu, Osmanlı’ya ait çok sayıda yapıt- maden- cam- keramik, çini, alçı, kabartma, sedef, fildişi, bağa işlemeli ahşap eserler, Kur’an ve Cüzler, kapı ve pencere kanadı, sanduka ve rahle, el yazmaları, halılar, seccadeler, kilimler, hamam malzemeleri, giysiler– sergilenmektedir.

İstanbul’un diğer tarihi sarayları; Ortaköy- Feriye, Fındıklı- Çifte, Kandilli- Adile Sultan sarayları da dönemlerinin mimari ve süsleme özellikleriyle son derece etkileyici yapılardır.

Kiliseler, Camiler ve Müzeler;

6-1-11- Fatih- Ayasofya- Hagia Sophia Kilisesi- Cami- Müzesi ; 

Roma sanatının zirvesi, Bizans- Doğu Roma’nın simgesi, Ortodoks mimarinin estetik ve kutsal sembolü, İlahi Hikmet- Kutsal Bilgilik anlamına gelen İmparatorluk Kilisesi, Ayasofya- St.Sofia- dünyanın, Konsantinopos- İstanbul’un ve ülkenin en büyük, en önemli Hıristiyanlık dini simgesidir. 

Bizans’ın ilahi güçle donatıldığına inandığı Kilise- Megale Eklesia- olarak anılan Ayasofya, Roma altın çağının vücut bulmuş halidir.

Bugünkü kilisenin hemen yanında aynı adla yine kentin en önemli dini yapıları olan kiliseler iki kez çeşitli nedenler -yangın, ayaklanma– yüzünden ortadan kaldırılmıştır. 

Halen müze -cami olarak kullanılan eşsiz yapı, 532- 537 yılında Roma İmparatoru Justinyanus-Iustinianus döneminde, imparatorluğun tüm olanaklarıyla, önceki kiliselerin malzemelerinin de kullanılmasıyla, matematikçi Aydın- Tralleisli Anthemios ve mimar Milet- Miletoslu Isidoros eşliğinde devasa bir bazilikal kilise olarak günde 1000 usta ve 5000 ameleyle 5 yıl 11 ay ve 10 günde tamamlanmıştır. 

Yapıldığından beri her dönem kentin en önemli simgesi Ayasofya, sadece dini bir sembol değil, aynı zamanda Roma’nın önceki inancı- pagan anlayış– mimari etkileri –geç antik, erken ortaçağ–  estetiği ile sanatın geldiği son nokta olmasının yanında spirütüel gücün de önemli bir yansımasıdır.

Kentteki varlığını tüm görkemiyle üçüncü bin yıla taşıyan Ayasofya’yı Efes’teki Diana -Artemis Tapınağı’ndan getirilen 8 adet kırmızı porfir ile o dönemde dünyanın en önemli mermer ocaklarından –Eğriboz Adası-açık yeşil, Cezayir- sarı, Siga -damarlı pembe, güneybatı Anadolu-beyaz kırmızı- getirtilen mermerlerden 67 tanesi üst katında olmak üzere 107 sütun taşımaktadır. 

Birkaç kez zarar gören ve son halini Kanuni zamanında, büyük usta Mimar Sinan ile alan 40 kaburgaya dayanan ve Rodos toprağından yapılan muhteşem kubbe, 55,60 m. yüksekliği, 31,36 m. çapı,.1 m. genişliği ile eşsiz yapıya uygun şekilde inşa edilmiştir.

Kentin en önemli olaylarına ve zamanın ruhuna tanıklık eden, çeşitli defalar olaylara taraf olan Ayasofya zaman zaman tahrip edilmesine karşın onarımlarla günümüze kadar gelmiştir.

Ayasofya, fetihten -1453 yılından- sonra- çeşitli eklemelerle- minare, mescit, çeşme vb.– camiye çevrilmiştir. 

Osmanlı döneminde, içindeki mozaik ve freskleri alçıyla kapatılan Ayasofya, ihtişamından bir şey yitirmeden İstanbul’un baş camisi olarak kentin en önemli sembolü olmaya devam etmiştir. 

Cumhuriyet’in ilanından sonra, 1935 yılında Atatürk’ün emriyle müzeye çevrilen yapının eşsiz Roma ve Bizans sanatının doruk noktası sayılan mozaik ve freskleri tekrar gün yüzüne çıkarılarak ziyarete açılmıştır. 

Halen hayranlıkla izlenen sanat harikası mozaikleri, freskleri, mermer kaplamaları, büyük duvar panoları, tabloları, sanatsal nitelikteki bezemeleri, görkemli sütunları, sütun başlıkları ve kapıları, galerilerin işçiliği ile ustalığıyla estetiğin zirvesine ulaşmıştır.

Pek çok roman, resim ve hayallerin esin kaynağı Ayasofya, cami olduktan sonra da eklenen muhteşem çinileri, süslemeleri ve vitraylarıyla da günümüzde İstanbul tarihi eserleri ve müzeleri içinde en çok ilgi çeken ve ziyaret edilen yerlerin başında gelmektedir.

6 -1-12- Ayasofya Cami ve Külliyesi: 

1453 İstanbul’un fethinden sonra çeşitli eklemelerle- mihrap, minber, 4 minare, imaret, medrese, sıbyan mektebi, muvakkıthane, şadırvan, mahfil, türbeler, kütüphane, sebiller, top kandilleri, saltanat kapısı- camiye çevrilen kilise, 1935 yılında da müzeye dönüştürülmüştür. 

Müzenin yanında, halen mescit olarak namaz kılınan bir yapı ve içinde 5275 eski eserin bulunduğu bir de kütüphane bulunmaktadır.

Tüm zamanların en mükemmel ve tartışmalı yapısı Ayasofya, 2019 yılında bir kez daha siyasete malzeme yapılarak tekrar camiye dönüştürülmüştü.

6 -1-13- Fatih-Topkapı Sayı- Aya İrini- Hagia Eirene- Kutsal Barış;

Halen Topkapı Sarayı, birinci avlusunda yer alan Aya İrini, Doğu Roma -Bizans’ın başkenti Konstantinopolis-İstanbul’un en önemli ve en büyük ikinci kilisesidir.

306- 337 yıllarında, Büyük Konstantinos tarafından üç nefli bir bazilika olarak yaptırılan ilk kilise zamanla tahrip edilerek yıkılmıştır. İkinci kilise de 527-565 yıllarında büyük Bizans İmparatoru Justinianus tarafından tekrar yaptırılmış ve değerli süslerle bezenmiştir. Ancak bu bina da 532 yılındaki kentteki büyük isyan Nika ayaklanmasıyla oldukça zarar görmüş ve sonrasında 740 depremiyle de yıkılma noktasına gelerek sadece naos, narteks ve atrium kısımlarının geriye kaldığı kayıtlara geçmiştir.

Halen Topkapı Saray bahçesindeki şimdiki üçüncü kilise, Ayasofya birlikte taş- tuğla ve ahşap malzemeyle yapılan 717-741 yıllarında III. Leo ve 741-775 oğlu Konstantinos Kopronimus zamanında onarılan ikinci binanın devamıdır.

Kilise, aldığı zararlardan dolayı her ne kadar büyük onarımlar geçirse de bazilika planı ve kubbesiyle eski haline oldukça yakın kubbeli bazilikal planlı binalar görünümüne ulaşmıştır. 

Ancak kilisenin süslemeleri, III. Leo ve Konstantinos Kopronimus dönemlerinde tamamen değiştirilmiş ve apsis yarım kubbesindeki haç tasviri de bu dönemde kiliseye eklenmiştir.

İstanbul alındıktan sonra Aya İrini’nin içi ve dışı bazı değişikliklerle- bir süre Harbiye Ambarı, 1846-1869 yılında Osmanlı’nın ilk müzesi- Müze-i Hümayun, Mecma-i Asar-ı Atika- Eski Eserler Koleksiyonu ve Mecma-i Esliha-i Atika- Eski Silah Koleksiyonu’nun sergilendiği iki bölümlü müze, bir ara Askeri müze– kullanılmıştır.

İçindeki sergilenen eserler taşınarak Aya İrini Kilisesi, 2014 yılında Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü’ne bağlı birim olarak ziyarete açılmıştır.

6-1-14- Fatih- Kariye- Hora- Chora Manastırı- Kilisesi- Müzesi;

Anlamı, Yunanca Chora- kent dışında arazi- kırsal alan olan Kariye Manastırı ilk defa şapel olarak 509 yılında yaptırılmıştır. Ancak zamanla harap olan bu şapelin üzerine manastır niteliğinde 

536 yılında Justinianus ya da eşi Theodora’nın dayısı Theodoros tarafından yeniden yaptırılmıştır.

Manastırın bu kadar uzak ve kent dışına yapılmasının nedeni, 298 yılında İznik- Nikomedia’da şehit edilen St. Babylas ve 84 müridinin röliklerinin 4. yy.da kutsal nekropol- mezarlığına getirilmesi olarak düşünülmektedir. 

Özellikle 1081-1185 yıllarında Komnenos ailesinin Edirnekapı- Blakhernai Sarayı’da yaşamaları ve dini törenlerini burada yapmaları da kilisenin kentteki önemini anlatmaktadır.

Ancak zaman içinde deprem, isyan ve 1204- 1261 yılları arasındaki Latin işgalleri ile yıpranan yapı, 7.8.11.12. ve 14. yy.da çeşitli onarımlar geçirdiği için manastırın tamamı ilk yapım yıllarının aksine onarım yüzyıllarının mimari, dini, anlayış, süsleme vb. ile oldukça değişmiştir. 

Tüm bu değişimlere karşın manastır bugünkü halini –1321 yılında, bilime, sanata düşkün II. Andronikos zamanında büyük bir kütüphane ile birlikte -yeniden almıştır.

Yunan Haç planlı manastırın 16 pencere ile aydınlatılan yüksek bir kubbesi vardır. 

Güzel çan kulesi sonradan minareye çevrilen Kariye’nin halen görülebilen beş temel mimari bölümü- naos, ekyapı-anneks, iç narteks, dış narteks ve mezar şapeli- parekklesion- bulunmaktadır. 

Kariye’nin ana mekânının tamamı mermer kaplıdır. 

Avrupa’dan önce vitray sanatını kullanan Bizanslıların vitrayla kapladığı apsise camiye çevrildikten sonra mihrap eklenmiştir. 

Yapının genelinde görülen –üç boyutlu resim tekniği, kaliteli malzeme seçimi, bütün yazıları, Hıristiyanlık sembolleri ile naosunun duvarlarındaki mermer levhalar, İsa’nın yaşamını ve mucizelerini, Meryem’in yaşamını anlatan narteksin mozaikleri ve eski Ahit’ten alınmış dini hikâyeler ile mahşer günü, diriliş, son yargı gibi sahneler pareklesion freskleri, kanatlı melek, haç ve akhantus yapraklarıyla süslü sütun başlıkları, yapıya hareketlilik kazandıran kemerler, nişler, taş ve kirpi saçaklı tuğla işçilikleri ve yarım payeler – teknik, estetik, mimari, süsleme vb.  açıdan son derece değerli ve göz alıcı nadide bir eserdir.

İstanbul’un fethinden sonra uzun yıllar manastır olarak kullanılan Kariye Manastırı, Sultan II. Beyazıd zamanında, 1511 yılında Sadrazam Hadım Ali Paşa- Atik Ali Paşa tarafından camiye çevrilen manastırın kilise dışındaki bölümleri zamanla yok olmuştur. 

18. yy. da yapıya Kızlarağası Hacı Beşir Paşa tarafından aşevi ve mektep/okul eklenmiştir. 

İçinde Bizans döneminin eşsiz fresk ve mozaiklerini sergileyen kilise, bugün müze olarak kullanılmaktadır. 

İstanbul’da sonraki dönemlerde yapılan ve değişen Hıristiyanlık inancıyla ilgili farklı adlar atında toplanan ve bazıları halen kullanılan kiliselerden;  Sarıyer- Maden/ Kamares Aya Yorgi Manastırı’na ait Büyük Kadınlar Manastırı, Büyük Latin Katolik- Beyoğlu- Maria Draperis, St. Antoine, Galata- St. Pierre, St. George, Harbiye- St. Esprit, Karaköy-St. Benoit, Moda- Notre Dame, Polonezköy- Czestocova Meryem Ana, Yeşilköy-St. Etienne, Katolik Kiliseleri, Beyoğlu- Surp Asdvadzadzin, Surp Yerrotutyun, Büyükdere- Surp Bogos, Kadıköy- Surp Leon, Ortaköy- Surp Krikor, Pangaltı- Surp Anarat Higutyun, Samatya- Anarat Higutyun, Taksim- Surp Hovhan, Yeniköy- Surp Hovhannes Katolik Ermeni Kiliseleri, Bakırköy- Surp Asdvadzadzni, Balat- Surp Hıreşdagabet, Beşiktaş- Surp Asdvadzadzni, Beyoğlu- Üçhoran, Büyükdere-Surp Hripsimyantz, Emirgan- Boyacıköy- Surp Yerits Mangants, Feriköy- Surp Vartanantz, Gedikpaşa- Surp Hovhannes, Kadıköy- Surp Takavor, Karaköy- Surp Krikor Lusavoriç, Kınalıada- Surp Hagop, Kumkapı- Surp Asdvadzadzin, Surp Harutyun, Kuruçeşme- Surp Yerevman, Kuzguncuk-Surp Krikor, Ortaköy- Surp Asdvadzadzin, Samatya- Surp Kevork, Taksim- Surp Harutyan, Topkapı- Surp Nigogasyon, Üsküdar- Surp Garabet, Surp Haç, Yedikule- Surp Hovhannes, Yeniköy- Surp Asdvadzadzin,Yeşilköy- Surp Isdepanos Ermeni Ortodoks Kiliseleri ve Arnavutköy- Taksiarhis, Ayvansaray- Ayios Dimitrios Kananu, Panayia Balino, Panayia Suda, Beşiktaş- Panayia Rum, Büyükdere- Ayias Paraskevi, Dolapdere- Panayia Avangelistria, Edirnekapı- Ayias Dimitrios, Ayios Yeoryios, Panayia Hançeriotissa, Panayia Uranon, Fener- Ayios Yerios, Mogollar Meryem, Galatasaray- Panayia İsodion, Hasköy- Ayia Paraskevi, Kadıköy- Ayia Triada, Kumkapı- Ayia Kiriaki, Ayia Panayia Elpida, Kuruçeşme- Ayios Dimitrios, Ortaköy- Ayios Fokas, Samatya- Hristo Analipsis, Ayios Minas, Ayios Yeoryios, Taksim- Aya Triada, Yenikapı- Ayios Thedoros, Ayios Nikolaos, Koimisis Thetokou Rum Ortodoks Kiliseleri ve Karaköy- Ayios Nikolao, İoannis Prodromos, Panayia ve Türk Ortodoks Patrikanesi -kentteki Hıristiyan dini yapılarının başında gelmektedirler.

6-1-15- Fatih -Sultan Ahmet- Mavi- Cami;

Sultanahmet- Atmeydanı’nda, Ayasofya Kilise- Müze- Cami’nin karşısına yer alan cami, 14. Osmanlı Padişahı Sultan I. Ahmet tarafından, 1609-1616-1620 yılları arasında medrese, darülkurra, sıbyan mektebi, türbe, arasta, dükkânlar, hamam, darüşşifa, imaret ve üç sebil ile birlikte Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’ya yaptırılan yapıdan günümüze sadece cami, medrese ve türbe kısımları kalmıştır. 

7-10 bin kişi kapasiteli, 2650 m2.lik alana sahip cami, 8 kapıyla girilen gösterişli şadırvanı olan geniş bir avlu içinde yer almaktadır.

Dört yarım kubbe ile çevrili caminin devasa boyuttaki -43.m yüksekliğinde, 23.5 m. çapında– ve 4 kubbesini büyük fil ayağı ile taşınmaktadır. Kubbesinin içi 260 karışık leke desenli, renkli cam-pencere ile aydınlatılmaktadır. Caminin 14 şerefeli 6 adet gösterişli minaresi bulunmaktadır. 

Üç kapıyla girilen ve balkonlarla çevrili caminin içi çiçekler, meyveler, serviler ve 50 farklı lale desen ile süslüdür. 

20 binden fazla mavi- beyaz İznik çinisi ile kaplı cami renginden dolayı Mavi Cami olarak da adlandırılmaktadır.

Caminin diğer süslemeleri de- kalemişi süslemeleri, vitrayları, kubbe ve tavan işlemeleri, boyamaları, mermer mihrabın ince işçiliği, minberindeki geometrik altın yazıları, mahfili zümrüt, gül ve yaldızlar– son derece dikkat çekicidir.

Ayrıca yaldızlarla işli kendine ait mihraba sahip Hünkâr mahfili, değerli taşlar ve kristal toplarla çevrili avizelerin arasına örümcek ağ yapmasın diye devekuşu yumurtaları yerleştirilmiştir. Altın kaplama  Kur’andan ayetlerin yazılı oluğu levhalar, halılar vb. ile de göz dolduran cami kentteki en önemli dini yapılardan biridir.

Cami yanındaki Hipodrum, Ayasofya, Topkapı, Yerebatan Sarnıcı, Kapalı Çarşı, Türk Hamamı, Sultan Ahmet’in Türbesi, Türk-İslam Eserleri Müzesi, Mozaik Müzesi vb. ile  Sultan Ahmet Meydanı kentin en çok turistik ziyaret merkezidir. 

6 -1-16- Fatih- Süleymaniye Cami;

Eminönü- Süleymaniye’de yer alan cami, 1551-1558 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğun’nun 10. Padişahı Kanuni Sultan Süleyman tarafından yanında kütüphane, hamam, medrese, imaret, dükkânlar ve hazire ile birlikte yaptırılmıştır. 

Sarayın baş mimarı Mimar Sinan’ın kalfalık dönemi yapıtı olan Süleymaniye Cami 4000 m2.lik geniş bir alanı kaplamaktadır.

Caminin beyaz mermer döşeli 28 revakla çevrili ortasında şadırvan ile Sultan Süleyman ve eşi Hürrem Sultan’ın hazireleri de bulunan geniş bir avlusu vardır. 

Osmanlı’nın 10. padişahı Sultan Süleyman için avlunun dört köşesinde 56-76 m. yüksekliğinde toplam 10 şerefeli 4 minare bulunmaktadır.

Oldukça sade dış görünümlü oymalı, yassı ve kemerli üç kapıyla girilen caminin ana mekanını örten devasa kubbe – 24 küçük kubbe ile çevrili, 53 m. yüksekliğinde, 27.5 m. çapındaki büyük kubbenin etrafı beyaz mermer, ucu yaldızlı sarkaçlarla süslü, içi açık mavi, beyaz ve sarı desenlerle bezeli– birbirinden güzel vitray süslemeli 32 pencere ile aydınlatılmaktadır.  

Süleymaniye Cami’nin çeşitli özellikleri –yapının içinde kullanılan somaki ve gül renginde granit sütunlar, mermer mihrabın 16. yy. renkli, Türk motifleri ile süslü vitrayları, çiniyle kaplı nişleri, sade balkonları, Sultan locası, Kur’an ayetleri, kaligrafları, bronz kafesli bölme, estetiği, tekniği, akustiği, havalandırma yolları, açıklığı, genelin bütünlüğü, ölçülü süslemelerinin uyumu– ile İstanbul’un son derece göz kamaştırıcı bir başyapıtıdır.

Ayrıca caminin değerini artıran niteliklerinden biri de İstanbul’un yüzyıllar boyunca pek çok deprem geçirmesine karşın yapının hiç zarar görmemesidir.  

Kütüphanesinde 53332 el yazma, 25673 basma eser bulunan caminin arka avlusunda da Sultan Süleyman ve eşi Hürrem- Roksana’nın büyük türbeleri ile farklı dönemlerde yaşamlarını yitiren önemli kişilerin mezarlarının yanında küçük ve gayet mütevazı bir mezar –saraya 50 yıl baş mimarlık yapan ve imparatorluğun çeşitli yerlerinde 400’den fazla yapıta imza atan, klasik Türk-Osmanlı mimarisinin öncüsü, sayısız öğrenci yetiştiren 99 yaşında yaşamını yitiren -Mimar Sinan’a aittir.

İstanbul’daki diğer tarihi camiler;

Haliç kıyısı Eyüp’te, 1453-1459 yılları arasında Fatih Sultan Mehmet tarafından Eyüp Sultan’ın mezarı yanına, dönemin Osmanlı mimari, teknik ve malzeme özelliklerine bağlı kalınarak yaptırılan cami, türbe, imaret ve çifte hamamdan oluşan her gün çok sayıda kişi tarafından ziyaret edilen çeşitli dönemlerde onarımlar geçiren, genişletilen, kentin en önemli İslam dini yapılardan biri olan Eyüp Sultan Cami ve Külliyesi, kentin en eski yerleşim yerlerinden Fatih’te, 1463-1471 yılında, Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan ve kentin ilk yüksek öğretim kurumlarından olan İstanbul Üniversitesi’nin temelini oluşturan medresesi, içinde el yazma 10 bin kitabı barındıran Süleymaniye Kütüphanesi, cami, medrese, darüşşifa, tabhane, imaret, sıbyan mektebi, kitaplık, hamam, saraçlar çarşısı ve çeşitli türbelerden oluşan ve değişik zamanlarda onarımlar da geçiren tipik Osmanlı mimarisini yansıtan Fatih Cami ve Külliyesi, Mahmudpaşa’da cami, türbe, hamam, medrese, sıbyan mektebi, mahkeme, çarşı ve imaretten oluşan Mahmud Paşa Cami ve Külliyesi, Edirnekapı’da, Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan halen döneminin mimari dehasını ve özelliklerini yansıtan kentin en güzel yapılarından olan cami, medrese, sıbyan mektebi, hamam, türbe ve dükkanlardan oluşan, depremlerden zarar gördüğü için zaman zaman onarılan Mihrimah Sultan Camii ve Külliyesi, 1522 yılında Haliç’e hakim yüksek bir noktada yapımına Yavuz Sultan Selim tarafından başlatılan ve Kanuni Sultan  Süleyman tarafından tamamlatılan cami, tabhane, imaret, sıbyan mektebi, hamam, türbe ve medreseden oluşan zamanla bazı kısımları yıkılan yanında, Yavuz Sultan Selim’in türbesi de bulunan Sultan Selim Cami ve Külliyesi ve Arap Cami,  Aksaray’da, 1551 yılında, Haseki Hürrem Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, darüşşifa ve çeşmeden meydana gelen depremlerle zarar gördüğü için çeşitli defalar onarılan, dönemin mimarisini yansıtan, son derece güzel ve zarif bir yapı olan Haseki- Haseki Cami ve Külliyesi ve Valide Cami, Davutpaşa- Davutpaşa Cami ve Külliyesi ve Hekimoğlu Ali Paşa Cami ve Külliyesi Topkapı’da, Kara Ahmed Paşa Cami ve Külliyesi, Silivrikapı- İbrahim Paşa Cami ve Külliyesi, Cerrahpaşa- Cerrahpaşa Cami ve Külliyesi ve Koca Mustafa Paşa Cami ve Külliyesi, Fatih- Amcazade Hüseyin Paşa Cami ve Külliyesi, Hırka- ı Şerif, İskender Paşa ve Bali Paşa Camileri, Eyüp- Zal Mahmud Paşa Cami ve Külliyesi, Üsküdar- Mihrimah Sultan Cami ve Külliyesi, Yeni Valide Cami ve Külliyesi, Eski Valide Sultan Cami ve Külliyesi, Aziz Mahmud Hüdayi Cami ile Çinili Cami ve Külliyesi  ile Ayazma Cami, Şemsipaşa’da, Şemsi Paşa Cami ve Külliyesi, Beylerbeyi- Beylerbeyi Cami ve Külliyesi, Şehzadebaşı- Şehzade Cami ve Külliyesi, Eminönü- Yeni Valide Cami ve Külliyesi ve Rüstem Paşa Cami, Sultanahmet- Sultan Ahmed Cami ve Külliyesi ve Sokullu Mehmed Paşa Cami ve Külliyesi, Bayezıd Kütüphanesi’nde, 240.500 basma ve 10.698 el yazması eserin yer aldığı Bayezıd Cami ve Külliyesi, Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde 10.000 el yazması ve 6000 basma eserin olduğu Nuruosmaniye Cami ve Külliyesi, Laleli- Laleli Cami ve Külliyesi, Çarşıkapı- Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Cami ve Külliyesi, Çemberlitaş- Atik Ali Paşa Cami ve Külliyesi, Divanyolu- Köprülü Mehmed Paşa Cami ve Külliyesi, Tophane- Kılıç Ali Paşa Cami ve Külliyesi ile Nusretiye Cami, Çarşıkapı- Çorlulu Ali Paşa Cami ve Külliyesi, Şehzadebaşı- Damad İbrahim Paşa Cami ve Külliyesi, Selimiye- Selimiye Cami, Beşiktaş- Hamidiye- Yıldız Cami, Ortaköy- Ortaköy-Büyük Mecidiye Cami, Şişli- Teşvikiye Cami, Emirgan- Emirgan Cami, Beyoğlu- Ağa Cami, Fındıklı- Cihangir Cami kentin Osmanlı döneminin çeşitli zamanlarının izlerini taşıyan ve gezilip görülmesi gereken önemli İslam dini yapılardır.

Ayrıca İstanbul’da Osmanlı’nın ilk dönemlerinden beri İspanya’dan gelen Yahudilerle sayıları artan ve yüzyıllar boyunca devam eden Musevi yurttaşların dönemlerinin mimari özelliklerini yansıtan dini yapıları sinagoglardan; Musevi nüfusun yoğunlukla yaşadığı yerlere yakın Şişhane, Galata arasında, 1951 yılında Mimarlar Elyo Ventura ile Bernar Motola’ya yaptırılan, ihtişamıyla en çok tanınan, düğünler, cenazeler, Bar Mitsvalar, Sünnet ve dini bayramlarda en çok kullanılan Neve Şalom Sinagogu ile Galata-Yüksek Kaldırım’da, 1905 yılında 14. yy. da Almanya’dan gelerek bu bölgeye yerleşen Aşkenazlar tarafından yaptırılan ve dönemin Osmanlı mimari özellikleri de yansıtan, kubbesindeki mavi ve yıldızlı süslemeleriyle dikkat çeken Aşkenaz Sinagogu ve Balat-Ahrida, İstipol, Yanbol, Galata- İtalyan, Tofre Begadim, Hasköy- Esgher, Karait, Kula, Maalem, Mayor, Parmakkapı, Sinyora, Haydarpaşa- Hemdat İsrael, Kuzguncuk- Bet Nisim, Bet, Ortaköy- Etz Ahayim, Osmanbey- Bet İsrael, Sirkeci- Bet Avraam, Çorbacı Han, Yeniköy- Tifferet sinagogları kentin Musevi cemaatine ait kutsal yapıları idiler.

6 -1- 17- Fatih-İstanbul Arkeoloji Müzeleri;

İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Sultanahmet’te, Gülhane Parkı ve Topkapı Sarayı arasında yer alan, 1891 yılında, Osman Hamdi Bey tarafından açılan ülkenin ilk müzesi, Müze-i Hümayun- İmparatorluk Müzesi adıyla -önce üç farklı yerde, üç farklı içerik ve adla – Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi – açılan yapı, kentin en eski sivil mimarı örneklerinden biri olarak kabul edilmektedir. 

Müzede öncelikle Osman Hamdi Bey’in kazılarını yaptığı Nemrud Dağı, Myrina, Kyme ve diğer Aiolia Nekropolleri’nde ve Lagina Hekate Tapınağı’ndan getirilen yapıtlar ile Lübnan- Sayda’daki Krallar Nekropolü’nde bulunan İskender Lahdi sergilenmeye başlanmıştır.

Halen dünyanın en önemli on müzesi arasında yer alan binada, Osmanlı’nın ve sonrasında Türkiye Cumhuriyet topraklarındaki kazılardan çıkarılan ve en son Marmaray ile Metro çalışmalarında bulunan, satın alma, bağış vb. şekilde elde edilen milyona yakın yapıt coğrafik, kronolojik ve tematik bir düzenleme ile açık ve kapalı alanlarda sergilenmektedir.

Fatih- Eski Şark Eserleri Müzesi’nde de Anadolu’daki ilk uygarlıklar, Urartu, Yunan öncesi döneme ait kalıntılar, çivi yazılı belgeler, Mısır ve Arap Yarımadasına ve İslamiyet öncesi döneme ait; adak heykelcikleri, MÖ  4- MÖ 1. yy. ait Akad Kralı Naramsi’nin Steli, Kadeş Anlaşması, İştar Kapısı ile 5.000 tane çivi yazılı tablet, güneş saati, Mısır mezar buluntularından özelikle lahitler ve kişisel eşyalar, Babil, Hammurabi Kanunu’nun 286 maddesinin yazılı olduğu stel, MÖ 18. yy. ait, Babi’de yazılan dünyanın en eski aşk şiiri yazıtı, Helenistik dönem Marsyas Heykeli, MÖ 7. yy. Roma dönemi ilk kadın şair Sapho Başı, MÖ 4. yy. Roma dönemi Tkyhe Heykeli, Miletos Faustina Hamamları Heykel Grubu, MÖ 356- MÖ 323 ait, Büyük İskender Başı, Ephebos Heykeli, Okeanos Heykeli ve müzedeki en değerli eser olarak kabul edilen Sidon’da bulunan İskender Lahdi olarak anılan Sidon Kralı Abdalonymos Lahdi, aynı yerde bulunan Ağlayan Kadınlar Lahdi, MÖ 10. yy. ait İbranice yazılmış Gezer Takvimi, Bizans dönemi, 10. yy. Simurg Kabartmaları, MÖ 725- MÖ 697 Kudüs- Siloa Yazıtı, 108 yılına ait Palmyra Mezar Odası buluntuları kronolojik sıra ile

sergilenmektedir. 

Ayrıca müzenin Çinili Köşk Müze kısmında; 11- 20. yy. arası Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden yaklaşık 2 bin yapıt- çiniler, seramikler ile Slip tekniği, Milet işi, İznik yapımı, Kütahya yapımı ve Çanakkale yapımı-sergilenmektedir.

Kütüphane kısmında da; yaklaşık 75 bin basılı, 2 bin elyazması kitap- din, tarih, astronomi, coğrafya, edebiyat, tıp, kanun, cebir-geometri, felsefe ve mantık vb.– ile 60 bin arşiv evrakı vb. bulunmaktadır.

Meydanlar;

6-1-18- Fatih-Beyazıt Meydanı-Forum Tauri- Tauros;

İstanbul’un üçüncü tepesinde, Roma ve Helenistik dönemde nekropol- mezarlık olarak kullanılan  Eğitim Fakültesi, İstanbul Üniversitesi’ne açılan meydan sahafları da içine alan dükkânlar, lokantalar, çok sayıda küçük işletmelerle kentin en işlek ve canlı merkezlerinden biridir. 

Meydanı çevreleyen tarihi yapılarla- Çemberli Taş Yolu-Mese kare planlı, spiral kabartmalı sütun, 1749 yılında kentteki yangınları haber vermek için 85 m. yükseklikte yapılan kule, 442 bin 150 kitabı içine alan eskinin Simkeşhanesi şimdinin kütüphanesi– her dönem önemli bir merkez olmuştur. 

Daha sonra 379- 395 yılları arasında I. Theodosius zamanında tekrar düzenlenen meydan,

1481- 1512 II. Beyazıt döneminde yaptırılan çeşitli yapılardan- cami, aşevi, mescit, sıbyan mektebi, tabhaneler, medrese, hamam, kervansaray- oluşan külliye ile Divanyolu, Hasanpaşa Hanı, Süpürgeciler Hanı, Seyyid Hasan Paşa Külliyesi, Mısır Çarşısı, İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Sahaflar Çarşısı, Sultan Ahmet Meydanı’na yakınlığı ile bugünde kentin en çok ziyaret edilen meydanlarının başında gelmektedir.

6-1-19- Fatih-Çemberlitaş Meydanı- Forum Constantinus;

Beyazıt Meydanı ile kentin en çok ziyaret edilen yapı ve yapıtlarının – Sultanahmet Cami, Topkapı, Ayasofya, müzelere vb. –  bulunduğu Çemberlitaş Meydanı da tarihi yarım ada içindeki kentin ikinci tepesinde yer almaktadır. 

Burası Roma ve Helenistik dönemde kentin nekropolü- mezarlık ile kentin önemli noktalardandı.

İlk yapıldığı dönemde bugünkü halinden 5 m. daha çukurda yer aldığı bilinen meydan, I. Constantinus tarafından 325 yılında kentin imar çalışmaları sırasında tekrar düzenlenerek mermerle kaplanmış ve çeşitli yapılar -iş merkezleri, seromoni alanı,  heykel ve anıtlar vb– eklenerek cazibesi arttırılmıştır. 

Meydanın ortasında yer alan 50 m. yüksekliğindeki porfir sütun alanın sembolü olarak hala ayakta durmakla birlikte sütunun tepesindeki Güneş Tanrısı -Helios tipinde yapılan I. Constantinus’un tunç heykeli kaybolmuştur. 

Zamanla çeşitli yangınlar ve yağmalarla zarar gören meydan sonradan eklenen Darüşşafaka Binası, türbe, cami ve hanlarla beraber halen tarihi yarım ada ve kentin en önemli merkezlerinden biridir.

6 -1- 20- Fatih- Aksaray Meydanı- Forum Bovis;

Çeşitli araştırmalarla forumun ilk kurulum yerinin bugünkü Aksaray olmadığı özellikle Çapa’ya doğru kaydığı varsayılmaktadır.

Adını bir zamanlar ortasına dikilen Bovis- Öküz adlı bir heykelden aldığı sanılmaktadır. 

Roma ve Helenistik dönemlerde etrafı çeşitli tarihi anıt, bina ve heykellerle süslü olduğu bilinen meydan halen kentin önemli merkezlerinin başında gelmektedir.

6 -1-21- Fatih- Strategion;

Tarihi kaynaklarda Eminönü İskelesi’nin yakınındaki limana bağlı bulunan meydan bir çeşit pazar yeri olarak işlev görmekteydi. 

Etrafına çeşitli binalar eklenen meydan halen kentin belli başlı ticaret merkezlerinden biridir.

6 -1-22- Fatih- Kız Taşı- Forum Marcianus;

Edirnekapı- İskenderpaşa- Kıztaşı Caddesi’ndeki dörtgen, kabartma mermer kaide üzerindeki granit porfirin 450- 452 yılları arasında kentin valisi Tatianus tarafından İmparator Marcianus için diktirildiği yapılan araştırmalardan ortaya çıkarılmıştır. 

Zamanında porfirde çeşitli desen ve figürlerle -Viktorialar- Nikeler süslü başlığından dolayı sütun, Kız Taşı olarak da anılmaktadır. 

Çeşitli dönemlerde yangın ve tahriplerle zarar gören meydan ve sütun yapılan çevre düzenlemeleriyle bugün de kentteki önemli tarihi alanlarındandır.

6-1-23- Fatih- Milion Meydanı ve Taşı;

Halen Sultanahmet Meydanı’nda Yerebatan Sarnıcı civarındaki alanın tarihi kentin ilk kuruluş dönemlerine kadar gitmektedir. 

Alan, kentteki uygarlıkların gelişimine paralel olarak genişlemiştir. Doğu Roma- Bizans’ın da merkezi olan meydanın ortasına tetrapylon şeklinde, kubbeli Marmara Adası mermerinden Milion adlı bir anıt da dikilmiştir. 

Kentin ilk surunun kapılarından olan anıt, en önemli caddesi Messe’nin de başlangıç noktasıydı. Tahrip olmasına karşın kentin en eski anıtlarından biri olan sütunun çok belirgin olmaması yüzünden zaman zaman ziyaretçilerin gözünden kaçsa da halen kentin en önemli tarihi değerlerinden biridir.

6-1-24- Fatih- Sultanahmet Meydanı- Atmeydanı;

İstanbul’un en ünlü meydanlarından biri olan Sultan Ahmet Meydanı, At Meydanı olarak da bilinir. Bizans döneminde hipodrom olarak kullanılan meydan, bugün kentin en çok ziyaret edilen turizm merkezidir.

Meydan, çeşitli dönemlerde eklenen tarihi yapılarla- Millenium Zafer Takı, Dikilitaş, Alman Çeşmesi, Yılanlı Sütun ve Konstantin Sütunu- ile kaplı meydan kentin en önemli yapılarıyla-Ayasofya Cami-Müzesi, Yerebatan Sarnıcı, Türk- İslam Eserleri Müzesi, Sultan Ahmet Cami, yakınındaki Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı, Arkeoloji Müzesi, Mozaik Müzesi, Kapalı Çarşı vb.- donatılmıştır.

Halen eski – yeni çarşı, restaurant ve otellerin de yakınındaki meydanı her yıl binlerce insan ziyaret etmektedir.

6 -1-25- Beyoğlu- Taksim Meydanı;

Kentin en işlek yerlerinden biri olan meydan, İstanbul’un çeşme sularının taksim edildiği yer olmasından dolayı Taksim adını almıştır. 

Yakın zamana kadar kentin kültürel merkezleri- Atatürk Kültür Merkezi, operalar, tiyatrolar vb. -içine alan meydan, yanındaki ünlü Beyoğlu Caddesi ile halen kentin en çok ziyaret edilen noktalarının başında gelmektedir.

6 -1 -26- Kuleler;

Boğazın iki yakasına dizilerek kente göz kulak olan- gözetleyen kuleler, İstanbul’un pek çok noktasından gökyüzüne uzanarak geçmişten günümüze birbirlerini selamlar. 

İstanbul’un çeşitli semtlerinde yer alan kuleler- Galata, Kızkulesi, Çamlıca, Kuleli, Selimiye, Beyazıt, Dolmabahçe, Üsküdar, Yıldız vb.– kentin en güzel ve önemli sembollerindendir.

6 -1-27- Üsküdar- Kızkulesi- Leandros Kulesi;

İstanbul’un en bilinen gözalıcı kulelerinden Kızkulesi’nin gemicilere yön göstermek, Karadeniz’den gelen gemileri kontrol etmek amacıyla bir fener kulesi olarak MÖ 410 yılında  Atinalı Alkibiades tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir. 

Kule, daha sonra Bizans İmparatoru Manuel Komnenos tarafından fenere ve kaleye çevrilse de fetihten sonra tekrar kule olarak işlevine devam etmiştir.

Zaman zaman yangınlarla harap duruma düşen kuleyi III. Ahmet taştan tekrar yaptırmıştır. 

Evliya Çelebiye göre; dört köşeli ve beş katlı kulenin gönderi 13 m. yüksekliğinde idi.

Çevresi yaklaşık 120 m. olan kule bir dönem kentin silah deposu olarak da kullanılmıştır. 

Kulenin alınlığındaki üçgenin içine eklenen sultan tuğrası, yapının II. Mahmut döneminde de onarım geçirdiğinin işareti kabul edilmektedir. 

Dönem dönem silahtarhane, sürgün yeri, radar istasyonu, siyanür deposu, zindan, karantina merkezi hatta ünlü Hezarfen Ahmet Çelebi tarafından uçuş üssü olarak da kullanılan kule, bugün restaurant, kafe ve gezinti mekânı olarak hizmet vermektedir.

6 -1-28- Beyoğu- Galata Kulesi- İsa Kulesi- Mgalos Pyrgose; 

Galata’da, 10 bin ton ağırlığında, yaklaşık 70 m. yüksekliğinde, 3.75 m. duvar kalınlığı olan her biri 14 pencereli 9 kata sahip kulenin 500’lü yıllarda yapıldığı düşünülmektedir. 

Bugün gerek kentin gerekse bölgenin sembollerinden biri olan kule, Cenovalılar tarafından başkule-donjon- olarak yapılmıştır. 

Galata Kulesi, Bizans ve Osmanlılar döneminde kentin en önemli yapılarından biri olarak zindan ve ambar olarak da kullanılmıştır. 

Tarihi süreç içinde zaman zaman onarımlar geçirerek ayakta kalan kule geçmişteki heybetinden bir şey kaybetmeden halen görenleri kendine hayran bırakmaktadır.

6 -1-29- Beşiktaş- Dolmabahçe Saat Kulesi;

Mimarisiyle kentteki diğer kulelerden farklılık gösteren yapıyı kentin ünlü mimarı Balyan Efendi aynı adlı saraya- Dolmabahçe Sarayı ek olarak 1890 yılında yapmıştır.

Yapımından bugüne İstanbul’un önemli simgelerinden olan ve kentliye saati hatırlatan kulenin gömme mermer sütunları görülmeye değer niteliktedir.

6 -1- 30- Sarıyer- Belgrad Ormanı;

Avrupa Yakası- Çatalca Yarımadası- İstanbul Boğazı ile Karadeniz arasında denizden 135 m. yükseklikte, 5442 hektarlık alana sahip Belgrad Ormanı, içinde birbirinden farklı 400 bitki, 18 ağaç, 169 kuş, 56 kelebek türü ile çok sayıda memeli, sürüngen hayvanı barındırmaktadır.

Bir zamanlar irili ufaklı dereler sayesinde sahip olduğu zengin su kaynağıyla Bizans ve Osmanlı dönemlerinde kente içme suyu sağlarken bugün büyüyen kentin su gereksinimi karşılayamamakta ancak kent ve kentli için önemli bir rekreasyonel alanı olarak varlığını devam ettirmektedir.

Ormandaki su kaynakları üzerine Osmanlı döneminde 6 adet su bendi yapılmıştır.

Adını, Kanuni Sultan Süleyman’ın Sırbistan Seferi  dönüşünde getirdiği Belgratlılardan alan orman halen kentliler için önemli bir nefes alma merkezidir.

Adalar ;

İstanbul- Marmara Denizi’nde yer alan zaman zaman farklı adlarla- Evliya, Kesiş, Ruh, Cin, Halka, Prens, Kızıl- anılan, genellikle ormanlık ve otsu bitkilerden oluşan toplam 16 km2.lik alana sahip dokuz adanın- Büyükada, Heybeli, Burgaz, Kınalı, Hayırsız- Yassı ve Sivri, Sedef Adaları -Tavşan ve Kaşık – tamamı her yıl çok sayıda ziyaretçinin uğrak yerlerdir.

6-2-1- Büyükada;

İstanbul’a bağlı adalardan en büyüğü 5400 km2. alana sahip Büyükada, kente en yakın yeri- Maltepe- 2300 m. uzaklıktadır. 

Adada kentten de görülebilen iki tepe -203m. Yücetepe, 163 m. İsa Tepesi- bulunmaktadır.

203 m. yükseklikteki Yücetepe’de, Bizans döneminde yapılan binanın yıkılmasıyla 19. yy. da tekrar inşa edilen iki katlı, kesme taştan, bazilika planlı, üç nefli yapının ruh ve sinir hastalıklarına iyi geldiğine inanıldığı için günümüzde de ziyaret edilen Ayios Yeoryios- Hagios Georgios Koudounas-Aya Yorgi Manastırı– kilisesi adanın en dikkat çekici merkezlerinden biridir.

Özellikle yaz aylarında İstanbullular ile çok sayıda yerli- yabancı turistin ziyaret ettiği adaların başında gelen Büyükada’daki bir diğer önemli yapıda denizden 163 m. yükseklikteki İsa Tepe’de yer alan Hıristos Manastırı’dır. 

Büyükada’nın önemli ziyaret noktaları;

II. Justinyanus’un 571 yılında yaptırdığı Maden semtindeki Aya İrini- Büyük Kadınlar Manastırı’nın bir sütun başlığına karısı Sofia’nında adını yazdırmıştır. 

23 Nisan ve 23 Eylül’de Yücetepe’ye tırmanarak dileklerin kabul edileceği inancıyla ziyaret edilen 6. yy. da yapılan Hagios Georgios Koudounas- Aya Yorgi -Manastırı ve Kilisesi, 1700 yılında bazilika planlı, üç nefli, sütunları, süslemeleriyle dikkat çeken Panagia Rum Ortodoks Kilisesi, 1856 yılında, bazilika planlı, üç nefli, rokoko süslemeli, moloz taştan yapılan Hagios Dimitritos Rum Ortodoks Kilisesi, 1868 yılında bazilika planlı, manastır olarak, kesme moloz taştan olarak yapılan Ayios Nikolaos Rum Ortodoks Kilisesi ile birlikte toplam dokuz Rum Ortodoks Kilisesi daha bulunmaktadır.  

Ayrıca 1858 yılında yapılan Surp Asvadzadzin Ermeni Katolik Kilisesi, 1915 yılına ait geniş kubbeli, adaların en büyük sinagogu Hased L’avraam Sinagogu, 1862 yılında yaptırıldığı düşünülen, St. Pacifico’ya adanan, dikdörtgen planlı, neo- klasik ve barok mimarisi, sütunları, heykelleri ve süslemeleriyle dikkat çeken San Pasifico Latin Katolik Kilisesi ve tarihi ayazmalar da adalılar ile ziyaretçilerin en çok uğradıkları yerlerin başında gelmektedir. 

Ayrıca1898- 1899 yılları arasında inşaatına başlanan ve 1903 yılında Sultan Abdülhamit ve dönemin Patriği III. İoakim’in de katıldığı bir törenle açılan, 235 odalı Rum Yetimhanesi adanın en büyük ahşap binası olarak kabul edilmektedir. 

Adanın herkes tarafından merakla, ilgi ve hayranlıkla izlenen 19.ve 20. yy. başlarına ait ahşap köşklerinden Haçapoulos Köşkü, İskenderiye Patriği Sofrainos Köşkü büyük hayranlık uyandırmaktadır.

Adanın yakın tarihi açısından önemli bir olay da 1929- 1933 yılları arasında Sovyet devrimi sırasında Troçki’nin sürgün yıllarının ilk dört yılını İzzet Paşa Köşk’ünde geçirmesidir.

Adanın Osmanlı dönemi en önemli yapısı olan neo klasik tarzdaki tarihi iskele, 1914 yılında, Tepeköy’deki  Hamidiye Cami 1895 yılında  inşa edilmiştir.

Adaya gelenler özellikle fayton turlarıyla bu tepelere tırmanıp köşklerin- Büyükada Ağası Efendi, Abdülkadir Efendi, Agopyan, Anadolu Kulübü, Arap İzzet Paşa, Arvanitis, Bedros Keresteciyan, Berc Keresteciyan, Cemal Bey, Con Paşa, Dr. Danası Kadıyoran, Dr. Kadıyoran Nizam, Fabiato, Haralanboz Çavuşoğlu, Hazzopoulo, Mazlum Bey, Mezıkı, Mızzı, Muhittin Paşa, İsmail Canbolat, Reşat Nuri Güntekin, Rum Yetimhanesi, Sabuncakis, Sebastapol, Şehzade Burhanettin, Splendit Oteli, Stefanidis, Taranto, Wiliam Jones 33, Wiliam Jones 50, Wiliam Jones 54 köşklerinin sıra Rum Mezarlığı, koylar, mesire yerleri, kayalar arasında gezinebilmektedirler.

6 -2-2- Heybeliada;

Marmara Denizi’ndeki 2700 m. eni, 1200 m. boyu, 2350 km2.lik alanıyla ikinci büyük toprak parçası, iki büyük tepe arasında yer alan ve bir heybe şeklindeki vadiye yayılan Heybeliada önceleri Dimoniso, Khalky, Halkitis ve Halki adlarıyla da anılmıştır. 

Temiz havası, doğası, güzellikleri ve 4 limanıyla ünlü tepeler cenneti –136m. Değirmen, 85 m. Ümit- Papaz, Taşocağı ve Makarios -Baltacıoğlu tepeleri – Heybeliada bahriyesiyle de tanınan bir adadır. 

Zamanında zengin Rumların lüks konut ve köşklerde yaşadığı adanın Ümit Tepe’sındeki Hagia Triada Manastırı- Ruhban Okulu’nun yanında Hagios Georgios Krimnos Manastırı, Ayios Nikolaos Kilisesi ile Hagia Ephemia- Ayia Fotini ayazmaları, Bet Yaakov Sinagogu, Senatoryum, İsmet İnönü Müzesi, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Abbas Halim Paşa köşkleri de bulunmaktadır. 

Ayrıca özellikle yazları Büyükada ve diğer adalarda da yapılan fayton turları çok sayıda ziyaretçinin ilgisini çekmesine karşın atlara yapılan eziyetler yüzünden daha insancıl önlemler alınmaya çalışılarak bu turlar artık motorlu araçlarla yapılmaktadır.

6 -2-3- Burgazada;

Adalar içinde üçüncü büyük alana sahip1500 m2. yuvarlak biçimli Burgazada, yaşamının yirmi yılını burada geçiren büyük yazar Sait Faik Abasıyanık ile özdeşleşmiş durumdadır. 

Sait Faik’in müze olan evinin yanında adanın en yüksek tepesi 170 m. Hristos- Bayrak Tepe’de Bizans dönemine ait Hristos Manastır kalıntıları ile Hagios Ioannes- Aya Yani- Vaftizci Yahya, Hagios Georgios- Aya Yorgi adlarına adamış kiliseler, Ohel Yaakov Sinagogu, zarif köşkler, burun, fener, çamlık ve ormanlık alanlar içindeki mesire yerleri, Marta Koyu, Kalpazankaya alanı da gezilip görülmesi gereken yerlerdir.

6-2-4- Kınalıada;

Konik biçimindeki 115 m.lik Çınar Teşvikiye ve Manastır tepelerle şekillenen 1650 km2.lik alana sahip Kınalıada, Prens adaları içinde daha çorak yapısı olan kırmızı topraktan adını alır.

Kınalıada, İstanbul’a yakınlığı dolayısıyla pek çok ulus tarafından ikametgah olarak seçildiği için günümüzde ziyaret edilebilecek önemli yapılara da sahiptir. Bu yapılardan;  İkiz konaklar, Surp Kirkor Lusavoriç Ermeni Ortodoks Kilisesi, Panagia, Khristos manastırları dönemin mimari özelliklerini göstermesi açısından görülmeye değer yerlerin başında gelirken Ayazma Plajı ile diğer plajlar özellikle yazın pek çok ziyaretçiyi çekmektedir.

İstanbul çevresindeki diğer adalardan 1430 km. lik alana sahip, iki plajlı, Bizans döneminde sürgün yeri olarak kullanılan ve içinde çok tavşan olduğu için bir ara Tavşanadası olarak da anılan, bitki örtüsünün sedefe benzetilmesinden bu adı alan Sedefadası, 185 m. eni, 740 m. boyundaki Hayırsız adanın Yassı olanı, düz arazili, sahilleri ve bir de limana ve Deniz Kuvvetleri eğitim tesisine sahip Yassıada en çok bilinen adalardandır. 

Hayırsızada’nın diğeri ve en küçük alana sahip adası denizden 90 m. yükseklikte bir tepesi, bir limanı, Bizans döneminde inziva yeri olarak kullanılan ve o döneme ait bir de tatlı su kuyusu ve 10. yy. ait manastırı olan Sivriada ile küçük bir ada olarak bir iskelesi, iki küçük evi olan eskiden Pita adıyla anılan ve kaşığa benzediği için Kaşıkadası denilen ada da dikkat çekici yerlerdendir.

6 -2-4- İstanbul Çevresi;

Çatalca yakınlarında tarihi MÖ 5000 yılarına giden İnceğiz Köyü yakınlarında, içinden Karasu Deresi geçen İnceğiz Mağarası, kireç taşından dolayı kolayca oyulabilen sonraki dönemlerde de kullanılan mağara 4. Ve 5.yy. dan 14. yy.a kadar sığınma amacıyla kullanılmıştır. 

Cenevizliler zamanında da kullanıldığı varsayılan mağarada Bizans dönemine ait kaya kiliseleri bulunmaktadır. 

İstanbul’da gezilip görülecek, tarihine tanıklık edilecek, oturup dinlenilecek yer, mekân, yapıt bulunmaktadır ki burada pek çoğu sayılamasa da bazılarına değinmeden olmaz diyerek;

Büyükdere, Bahçeköy, Kemerburgaz yakınlarında 345 hektarlık içinde çok sayıda ördekli gölet ve ağaç, kuş, vb. bulunduğu Atatürk Arboretumu, Poyrazköy- Beykoz, Fener Köyü, Yuşa Tepesi’ni de anımsatmak gerekir.

Kentin diğer önemli tarihi yapıtlarından parçaları vb. sergileyen kentin tarihi belleği olarak adlandırılan ve gezilmesi gereken önemli yerlerin başında gelen müzelerden; Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi, Askeri, Aşiyan, Atatürk, Avrupa Kültür Başkenti Mübadele müzeleri, Aya Yorgi Rum Manastırı, Aynalıkavak Kasrı, Adam Mickiewicz, Basın, Beşiktaş JK, Beyazıt Kulesi, Beylikdüzü TV Kulesi, Borusan Contemporary- Perili Köşk, Büyük Saray mozaikleri, Çağlar Boyu Aydınlatma Isıtma Koleksiyonları, Deniz ve Su Ürünleri, Doğançay Müzesi, Eyüp Sultan Cami, Fenerbahçe Spor Kulübü, Fethiye- Pammakaristos Manastırı, Florence Nightingale, Florya Atatürk Deniz Köşkü, Galata Mevlevihanesi, Galatasaray, Halı, Havacılık, Hilmi Nakipoğlu Fotoğraf Makineleri, Hisarlar, Ihlamur Kasırları, İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi, İstanbul Deniz, İstanbul Fotoğraf, İstanbul Modern Sanat, İstanbul Oyuncak, Jale Kuşhan Balmumu Heykel, Karikatür ve Mizah- Gazanfer Ağa Külliyesi, Kız Kulesi, Kristal Istanbul, Küçüksu Kasrı, Maslak Kasırları, Miniatürk, Pera, Pierre Loti Tepesi, Rahmi M. Koç, Sakıp Sabancı, Süleymaniye Cami, TCDD İstanbul Demiryolu, Tophane Saat Kulesi, Türbeler, Müzesi Müdürlüğü, Türk Vakıf Hat Sanatları, Türk ve İslam Eserleri müzeleri meraklılar tarafından her yıl binlerce ziyaretçinin uğrak yerleridir. 

İstanbul’un sahilini süsleyen zaman içinde çoğu yanarak kaybolsa da hala kentin en güzel tarihi yapılarından yalılar ve köşkler; Anadoluhisarı -Amcazade Hüseyin Paşa, Bahriyeli Sedat Bey, Hekimbaşı Salih Efendi, Komodor Remzi, Manastırlı İsmail, Riyaziyeci İzzet Bey, Rıza Bey, Zarif Mustafa Paşa, Beykoz-Ahmet Mithat Efendi, Hamlacıbaşı, Abdülhamit Paşa, Debreli İsmail Paşa, Beylerbeyi-Hasip Paşa, Kazım Kadri, Mabeynci Faik Bey, Münevver Ayaşlı, Çengelköy-Bostancıbaşı Abdullah, Kaymak Mustafa Paşa Cami, Sadullah Paşa, Server Efendi, Çubuklu-Ahmet Rasim Paşa, Halil Ethem Bey, Yedi Sekiz Hasan Paşa, Kandilli-Edip Efendi, Hadi Semi, Kont Ostrorod, Kanlıca- Dr.Ali Mazhar, Esvapcı Ahmet Bey, Ferruh Efendi, Hacı Ahmet Arif Bey, Marki Necip Bey, Mehmet Muhtar Paşa, Nazım Paşa, Nuri Paşa, Prenses Rukiye, Sadrazam Saffet Paşa, Yagcı Şefik Bey, Yaglıkcı Hacı Reşit Bey, Küçüksu- Kıbrıslı Mehmet Paşa, Kuzguncuk-Fethi Paşa, Üryanizade Esat Efendi, Serasker Rıza Paşa, Üsküdar- Paşal Bastımar, Arapzade, Salacak Çürüksulu, Vaniköy- Ahmet Nazif Paşa,  Kadınefendiler, Kazasker Necmettin Efendi, Recaizade Mahmut Ekrem, Vani Mehmet Paşa, Arnavutköy- Ayazpaşazade, Halet Çembel, Baltalimanı- Mediha Sultan, Bebek-Emine Valide Sultan, Büyükdere- Azaryan, Holden, İspanyol Sefareti, Emirgan- Aziz İzzet Paşa, Şerifler,  İstinye-Faik Bey Pakize Hanım, Müsır Fuat Paşa, Recaizade Mahmut Ekrem, Kafeliköy- Baycu Sahilhanesi, Dıkranyan Efendi, Kireçburnu-Memduh Paşa, Kuruçeşme- Muhsinzade Mehmet Paşa, Ortaköy- Esma Sultan, Hatice Sultan, Naime Sultan, Rumelihisar- Yılanlı, Tophane Musırı, Sarıyer-Esayan, Kayseriliyan, Rusya Sefareti, Tarabya-Alman Sefareti, Huber Sahilhanesi, İtalyan Sefareti, Kalender Sahilhanesi, Yeniköy-Ahmet Afif  Paşa, Aleko Nikoladis,Ali Rıza Paşa, Beyazcıyan, Burhanettin Sezeral, Cezayirliyan Sahilhanesi, Dadyan, Doktor Muaffak Gören, Dr. Hulisi Behçet, Ebubekir Ratıp, Eyüp Paşa, Faik ve Bekir Beyler, Gazioğlu, Hayrettin Baran, Karatodori, Madenci Arif Bey, Mısırlı Fuat Bey, Saip Özden, Sait Halim Paşa, Sandoz, Şehzade Burhanettin Efendi, Selahattin Adil Paşa, Tahsin Özer, Tansu Çiller, Ziya Kalkavan Yalıları ile köşklerden; Acibadem- Ahmet Ratıp Paşa, Ayrılıkçeşme- Ziyaettin Efendi, Beylerbeyi-Cemil Molla, Caddebostan- Abdüllatif  Suphi, Caddebostan- Cemil Topuzlu, Ragıp Sarıca, Tevhide Sarıca, Theron Damon, Çamlıca-Yusuf İzzettin Efendi, Çengelköy-Ali Nizami Paşa, Macar Fevzi Paşa, Şehzade Vahdettin Efendi, Erenköy-Ahmet Reşat Paşa, Arif Hikmet Paşa, Kabasakal Mehmet Paşa, Kabasakal Mehmet Paşa Selamlık, Mihran Efendi, Zürafalı ,Fenerbahçe-Kalamış Jean Botter, Göztepe- Abdullah Galip Paşa, Arap Tahsin Paşa, Müsır Mehmet Hayri Paşa, Ömer Faik Paşa, Rıdvan İsmail Paşa, Rukiye Sultan, Zülüflü İsmail Paşa, Kızıltoprak- Esat Toptanı Paşa, Kuzguncuk-Ayşe Sıdıka Hanım Marco Paşa, Laleli-Letafet Apartmanı, Moda-Arif Sarıca, Dawson, Dr. Mahmut Ata, Mahmut Muhtar Paşa, Üsküdar- Bağlarbaşı-Halife Abdülmecit, Ömerhilmi Efendi, Üsküdar- İhsaniye- Hafız Mehmet Bey, Mustafa Nevzat, Üsküdar -Paşalimanı- Fethi Paşa Beyaz, Fethi Paşa Bordo, Üsküdar-Salacak- Çürüksulu Ahmetpaşa, Emirgan-Korusu-Beyaz, Pembe, Sarı, Sakıp Sabancı Müzesi Atlı, Rumelihisar- Aşiyan-Tevfik Fikret, Yıldız Parkı-Çadır, Malta, Sultanahmet-İsmail Dede Efendi, Yeşil  köşkleri ve konaklardan  Beyazıt-Keçecizade Fuat Paşa, Mehmet Emin Ali Paşa, Zeynep Kamil Hanım,  Cağaloğlu-Bülbül Teyfik Paşa, Münir Paşa, Rauf  Paşa, Fatih Atıkalı, Kenan Rıfai,  Fatih Horhor Abdüllatif  Suphi Paşa, Süleymaniye-Kayserili Ahmet Paşa, Sultanahmet-Talat Paşa,Vefa- Mütercim Rüştü Paşa konakları kentin önemli ikametgahlarıydı.

Ayrıca kentin özellikle ticari merkezlerinde yer alan hanlar; Beyazıt -Yağlıkçılar Cebeci, Çakmakçılar- Büyük Valide, Büyük Yeni, Divanyolu- Vezir Ağa, Eminönü-Rüstem Paşa Büyük Çukur, Laleli- Çukurçeşme, Mahmutpaşa-Kürkçü, Sabuncu, Nuriosmaniye- Çuhacı hanları bulunmaktadır.

Ayrıca kentte gezilmesi gereken diğer önemli yapılar; Mısır Çarşısı, Kapalı Çarşı, Zeyrek ve 12.  yy. da II. Ioannes Komnenos tarafından yaptırılan Pantaokrator Kisisesi, 1453’ten sonra Zeyrek Mehmet Efendi tarafından camiye çevrilen Zeyrek Cami görülmesi gereken önemli tarihi mekânlardır.

Ayrıca doğal alanlardan Şile- Yeşilvadi Köyü treking alanı pek çok yer kentin önemli doğal alanlarıdırlar. Çeşmeler; türbeler, antik yapılar, kiliseler, köşkler, külliyeler, sütunlar, sebiller, hanlar, hamamlar, tarihi okullar, konaklar, yalılar, kütüphaneler, mezarlıklar ile İstanbul’un her taşının tarihi, kültürel, ekonomik ve doğal bir değeri vardır.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top