3-Antalya;
Coğrafi;
Dağlar, vadiler, yaylalar, akarsular ve ovaların çokluğu ile dikkat çeken Antalya ili, Güney Anadolu Sıradağları Torosların batı bölümünde yer almaktadır.
Yüzölçümü; 20.591 km2
İlçeler; Akseki, Aksu, Alanya, Demre-Kale, Döşemealtı, Elmalı, Finike, Gazipaşa, Gündoğmuş, İbradı, Kaş, Kemer, Kemer, Kepez, Kumluca, Konyaaltı, Korkuteli, Manavgat, Muratpaşa, Serik, Merkez Antalya ile 21 ilçesi vardır.
Komşular; Antalya, Muğla, Burdur, Isparta, Mersin- İçel, Konya illeri ile komşudur.
İklim; Akdeniz tipi iklimin özeliklerini en iyi gösteren illerden biri olan Antalya yazları çok sıcak ve kurak, kışları ise ılık ve yağışlıdır. Tüm mevsimlerde nemi hissedilen Antalya’ya yılda bir ya da iki kez kar düşmek istese de yere inmeden havadayken erir. Hava sıcaklığı ilin yüksek kesimleri yayla ve özellikle dağlara çıkıldıkça önemli oranda düşüp kar da buralarda görülebilir.
Bitki Örtüsü; Akdeniz ikliminin bitki örtüsü makileri il genelinde görmek mümkündür. Bununla birlikte, Antalya ili % 77,8 dağ, % 12 ova, % 12 engebeli bir araziden meydana gelmektedir.
Kentin fiziki şekli ve iklimi üzerinde etkili olan Toros Dağları’nın bazı kısımlarında yükseklik 2000 m – 3000 m arasındadır. Torosların uzantısı Akdağ, Susuz, Alacadağ, Tahtalı, Geyik ve Bey dağlarındaki engebeli arazilerde bitki örtüsü ormanlık alanlardır.
Antalya ve civarında orman ağaçlarından başka 250 çeşit çiçek ve 108 farklı tür bitkisel tarım ürünü yetiştirilebilmektedir.
Antalya’nın taze sebze ihtiyacı Akdağ ve Elmalı gibi denize yakın ovalardan Taşeli Platosu gibi daha yüksek düzlük yaylalardan- Oğuz, Ördübek, Çamkuyusu, Oluklu, Belen, Kırkmuğar, Güdüzen, Alacadağ, Beydağı, Fesdikan, Karagöl, Göltarla– karşılanmaktadır.
41 çeşit sebze, 36 çeşit meyvenin yetiştirildiği Antalya’da başta sığır, koyun ve keçi olmak üzere arıcılık, ipekböceği üretimi de kentin tarım ekonomisinde önemli yer tutmaktadır. Ayrıca ilin topraklarında çok sayıda ticari çiçek de- gül, lale, papatya, lityum vb.- yetiştirilebilmektedir.
Bir kısmı denize, bir kısmı da göllere dökülen kentin başlıca akarsularından Aksu, Karpuzkaldıran, Manavgat, Varsak Köyü yakınlarındaki Düden Çayı’nın traverten taraçaları denizden merdiven basamakları şeklinde yükselerek bir doğa harikası görünümü oluşturmaktadır.
İlin en önemli gölleri- Söğüt, Karagöl ve Avlan– ile birlikte diğer göl, gölet ve akarsular Türkiye’nin su potansiyelinin % 9’una denk gelmektedir.
Bölgenin sulak olmasında etkili şelaleler- Manavgat, Kurşunlu, Düden, Manavgat, Kapuzlu– ve yeraltı su kaynakları- Kırkgöz, Gürkavak, Mağara, Duraliler, İskele– ilde taze sebze, meyve ve bitkilerin çeşit ile miktarında önemli yer tutmaktadır.
Antalya, pek çoğu kireçtaşı- kalkerden oluşan mağaralar bakımından da oldukça zengin bir ildir.
Yapılan araştırmalarda ilde 500 den fazla mağara olmasına karşın bunların sadece bazıları –Karain, Damlataş, Dim, Altınbeşik, Zeyintaşı– içerikleri bakımından uluslararası öneme sahiptir.
Antalya’nın en önemli ekonomik kaynağı turizm her yıl artan oranda ülkeye kaynak sağlamakta ve bu kaynağa sürekli yeni aktiviteler- Dağcılık tırmanma, rafting, sualtı dalış, avcılık, balıkçılık, gençlik kampları, üçüncü yaş turist kampları vb.– eklenerek döviz girdisi arttırılmaya çalışılmaktadır.
Ulaşım; İlk çağlardan beri Antalya’ya farklı yönlerden, farklı geçitler aracılığıyla karayoluyla ulaşılmaktadır. Büyük Menderes Vadisi (Dinar- Antalya, Korkuteli- Antalya, Burdur- Bucak- Antalya, Konya -Göçembeli Geçidi) Antalya bu yollardan bazılarını kullanıyor. Antik dönemde bu yolların en çok bilineni Büyük Menderes yoluyla Denizli ve Acıpayam’a, Tefenni- Korkuteli yolu ile İzmir –Antalya kervan yolu idi. Tarihin en büyük komutanlarından Büyük İskender de bu güzergahtan kente giriş yapmıştır.
Günümüzde iç bölgelerle ulaşımda sıklıkla tercih edilen karayolu Antalya karayolu (Akseki-Beyşehir-Konya, Akseki- Seydişehir-Konya, Afyon-Sivrihisar- Dinar-Sandıklı-Ankara, Akseki-Seydişehir-Konya-Ankara ) kullanılmaktadır.
Osmanlı döneminde gemi inşa merkezi olan Antalya ili, denizyolu ile de İskenderun ve İstanbul’a ulaşmaktadır.
Havayolu trafiği de oldukça yoğun Antalya’dan tarifeli ve charter seferleriyle ülkenin pek çok yerine ve çok sayıda ülkeye ulaşmak mümkündür.
Tarihi;
Anadolu’da ilk yerleşim yerlerinin başında gelen Karain Mağarası ile Antalya’nın tarihi MÖ 100 bin, paleolitik -yontma taş dönemine kadar gitmektedir.
Göçebe bir yaşamdan yerleşik bir topluma geçişin MÖ 10 bin izlerini taşıyan Antalya özellikle MÖ 2 bin yılından başlayarak çok sayıda ulusa; Hitit, Pamphilia, Lykia, Kilikya gibi kent devletleri ile Pers, Makedonyalı Büyük İskender, Antigonos, Ptolemais, Selevkos ve Bergama Krallığı vb.– ev sahipliği yapmıştır.
MÖ 1500 yıllarında Hapella olarak adlandıran kentte Kiklop adı verilen bir halkın yaşadığı ve bu insanların kentin gelişmiş ilk uluslarından kabul edilen Yunan uygarlığına ışık tuttukları yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur.
Antik dönemden günümüze uzanan ve anlamı çok verimli toprak ya da ırkların ülkesi olan Pamfilya bölgesinde yer alan Antalya’da MÖ 1300- MÖ 1200 yılları arasında Hititler yoğun olarak yaşamışlardır.
Hititler ile Mısır arasındaki ilk yazılı barış antlaşması, Kadeş- MÖ 1299 hükümlerine göre MÖ 750- MÖ 550 yıllarında Mısır, Yunanistan ve Girit göçmen kolonilerinin bölgeye akın ettiklerine dair bilgilere yazılı kaynaklardan ulaşılmaktadır.
Bu kolonistlerin kurduğu en önemli kent devletlerinden Side, Perge ve Aspendos’ da çok sayıda kalıntı halen görülmektedir.
MÖ 323 yılından sonra bölgeyi alan Büyük İskender’in ardından Antalya kenti, bugünkü adını çağrıştıran
MÖ 158- MÖ 138 Pergamon- Bergama Kralı II. Attalos’un anısına Attaleia- Attalos Yurdu olarak adlandırılmıştır. II. Attalos pek çok yapıyla beraber kentin limanını da yaptırmıştır. Ardından gelen krallar da kentte Bergama Krallığı’nın devamını sağlamış.
MÖ 133 Bergama Krallığı’nın ardından kent bağımsız kalmış ve daha sonra korsanların eline geçmiştir.
MÖ 130 yılında Hadrianus’un Attaleia’yı ziyaret etmesi ve yatırımlar yapması kentin tekrar gelişmesini sağlamıştır.
MÖ 77 yılında komutan Servilius zamanında Roma topraklarına katılan kent, MÖ 67’ de Pompeius’un donanmasına askeri üs olmuştur.
Bizans egemenliği sırasında piskoposluk merkezi olarak Hıristiyanlık açısından önemi artan Antalya’nın limanı St. Paulos tarafından Kıbrıs ve Antiokheia- Antakya seferlerinde kullanılmıştır.
Türk yöneticilerin eline geçince de gelişimini sürdüren Antalya Selçuklu, Bizans arasında zaman zaman el değiştirmiş ancak 1206- 1207 yılında daimi olarak Selçuklu egemenliğine girmiştir.
Başlangıçta limanın doğusuna kurulan Antalya kenti, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Düden Çayı sulama kanalına kadar genişletilmiştir.
İlk çağlarda yerli Anadolu halklarının yaşadığı Antalya ve civarının özellikle Roma, Bizans, Selçuklu, Hamitoğulları ve Osmanlılar döneminde kentin ve bölgenin çehresi değişmiştir.
Antalya ve Çevresindeki Kalıntılar;
Karain Mağarası’ndan başlayarak kent ve çevresinde yaşayan pek çok uygarlığın ayak izlerine ve anıtlarına rastladığımız Antalya’da öne çıkan tarihi kalıntılardan bazıları;
3-1-2- Antalya Kent Surları;
Kentin en önemli surları Helenistik temeller üzerine Romalılar tarafından inşa edilmiştir. Romalılar döneminde 2. yy. da yenilenen surlar, 10. yy. başlarında ikinci bir duvarla desteklense de zamanla oldukça harap duruma düşmüştür.
Selçuklular döneminde genişletilerek onarılan surlarda çok sayıda antik taş kullanılmıştır. 19. yy. başlarına kadar tamamı korunan ve sonradan tekrar yıkımlara uğrayan surların içinde- Saat Kulesi, Hıdırlık Kulesi, Hadrian Kapısı ve duvar kalıntıları– bulunmaktadır.
3-1-3- Antalya -Hadrianus Kapısı;
Antalya kent merkezinin batısında yer alan kapı, 130 yılında İmparator Hadrianus’ un o zamanki adıyla Attaleia Kenti’ni ziyareti sırasında inşa ettirdiği bir zafer takıdır.
Günümüze sağlam olarak ulaşan 8 m yüksekliğinde, Korint mimari özelliğindeki kapı dört sütun, üç kemer, iki kule ve bir heykel ile görkemli bir anıttır.
Kapının bugünde ayakta kalabilmesinin en önemli nedeni surların dışında yer alması ve fazla kullanılmaması olduğu düşünülmektedir.
Surların yıkılmasıyla ortaya çıkarılan sütunları hariç tamamen beyaz mermerden yapılan kapı halen Pamfilya’nın en güzel kapısı olarak kabul edilmektedir.
Kapının bazı kısımları zamanla yıpransa da Selçuklu ve Osmanlı döneminde onarımlar geçirmiş ancak 1844 yılında kapının üzerindeki heykel kırılmıştır.
3-1-4- Hıdırlık Kulesi;
Roma dönemi 2. yy. da, 18 m yüksekliktebir ışık kulesi olarak yaptırılan Hıdırlık Kulesi, kentin güneybatısındaki deniz kıyısında yer almaktadır.
Kare planlı bir kaide üzerine iki kısım halinde ve üstü daire şeklinde inşa edilen kulenin savunma amaçlı ya da deniz feneri olarak kullanıldığı düşünülmektedir.
3-1-5- Antalya-Kaleiçi ve Yat Limanı;
Liman çevresinde deniz ve karayı içine alan Kaleiçi, Antalya merkezine yakın olduğu için Yat Limanı ile birlikte kentin en yoğun bölgesidir.
Kaleiçi’nin dar sokaklarında, Antalya’nın tarihi izlerini, sosyo- kültürel yaşamlarını yansıtan cumbalı, taşlıklı evler, Enstitü binası ile Hagios Georgios- Aya Yorgi Ortodoks Kilisesi’ni görmek mümkündür.
Kilisenin ana girişinde ejderle savaşan Hagios Georgios kabartması ve Karamanlıca bir yazıt bulunmaktadır.
Etrafı at nalı şeklinde Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde eklemelerle geliştirilen zamanında 80 burcu olan surlarla çevrili Kaleiçi’nde bölgenin iklimine uygun inşa edilen çok sayıda avlulu ahşap eski ev, bina ve cadde dönemlerinin yapısal özelliklerini gösteren mimarileri ile çok dikkat çekmektedir.
Kaleiçi ve yat limanı, zamanla onarılarak kullanım amacı değiştirilmiş ve bu yapılara eklenen otel, motel, pansiyon, dükkân vb.- yeni binalar- restaurant, bar, hediyelik eşya mağazaları, eğlence mekânları vb. gece-gündüz yerli ve yabancı turistlerin en çok ziyaret ettikleri yer olmuştur.
3-1-6- Karatay Medresesi;
Günümüzde yıkık durumdaki medrese, 1250 yılında Emir Celaleddin Karatay tarafından yaptırılmıştır. Yapımında Roma surlarının malzemeleri kullanılan medresenin Selçuklu dönemini yansıtan kapısının işçiliği ve mihrabındaki zengin süslemeler görülmeye değer niteliktedir.
3-1-7- Kuyucu Murat Paşa Cami;
Osmanlı dönemine ait Antalya’nın en özel yapılardan biri olan cami, 1564 yılında Kuyucu Murat Paşa tarafından yaptırılmıştır. Cami, Osmanlı döneminin tüm ihtişamını yansıtması bakımından önemlidir.
3-1-8- Ulu Cami -Kesik Minare;
İl merkezinde 5. yy.’ da Meryem Ana adına yaptırılan Bazilika tarzındaki kilise, II. Beyazıd’ın oğlu Sultan Korkud tarafından camiye çevrilmiştir.
Yapımınında kullanılan malzemelerin pek çoğunun 2. yy. da kullanıldığı belirlenen caminin en önemli özellikleri çok büyük olması ve süslü sütunlarıdır. Minaresi 1951 yılındaki yangında zarar gördüğü için Kesik Minare adını alan yapı daha sonra yapılan çeşitli onarımlarla günümüze kadar gelebilmiştir.
3-1-9- Yivli Minare ve Cami;
Minare;
Antalya’nın en eski İslami yapılarından olan minare, 13. yy. da Selçuklular dönemi, 1219- 1236 yılları arasında I. Alâeddin Keykubat tarafından inşa ettirilmiştir.
Bugün kentin simgelerinden 38 m yükseklikteki minareye, 90 basamakla çıkılabilmekte ve 8 yarım silindirik yivi bulunmaktadır. Minarenin yanında bir caminin olduğu ancak zamanla yıkıldığı düşünülmektedir.
Minare, Selçuklu döneminin en önemli süslemelerinden çok sayıda firuze renkli çiniyle dekore edilmiştir.
Cami;
Eski bir kilise iken Selçuklu Sultanı 1219- 1236 I. Alâeddin Keykubat’ın emriyle 1230 yılında, Balaban Tavşi tarafından camiye dönüştürülen yapı, çok kubbeli cami türünün en eski örneklerindendir.
Antalya ve çevresinde geçmişten günümüze gelen çok sayıda Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait tarihi yapılar-Gıyaseddin Keyhüsrev Medresesi, Zincirkıran Türbesi, Nigar Hatun Türbesi, İskele Cami- bulunmaktadır.
3-2-1- Adrasan Koyu;
Helenistik çağdan izler taşıyan antik koy ve limanın bugünkü ziyaretçileri kumlu, göz alıcı plajlarını görebilmektedirler.
3-3-1- Alanya (Korakesion- Candalore- Kalonoros);
Eski adı Korakesion olan Alanya, yarımada Dildare Burnu üzerine antik çağda Giritli korsanlar tarafından kurulmuştur.
Halen Alanya sınırları içinde yer alan antik kentin adına ilk kez, MÖ 4. yy. Pseudo Skylax’ın kitabı Periplus’ta rastlanmaktadır.
Strabon’a göre; Dağlık Kilikia’nın başladığı yer olan Korakesion, bir kale kent olarak kullanılmıştır.
Kente yapılan MÖ 197 ve MÖ 139 yılları arasındaki Başkaldırı ve Deniz saldırılarından dolayı burasının deniz korsanlığının başladığı yer olarak da kabul edilmektedir.
Uzun zaman korsan sığınağı olan Alanya, MÖ 67 yılında Pompeius tarafından korsanlardan temizlenmiştir.
Venedikliler tarafından ortaçağda Candalore denilen ve 72 yılında Pamphilia Eyalet’ine dâhil edilen Alanya, Bizans döneminde Güzel dağ- Kalonoros adını almıştır.
Cenova, Venedik ve Floransalı tüccarlar tarafından önemli bir ticari liman kenti olan Korakesion, Helenistik dönemde de önemini korumuştur.
Alanya, Romalılar zamanında da bir dönem korsanların sığındığı ve liman kenti olmuştur.
1221 yılında Selçuklular zamanında I. Alaeddin Keykubat tarafından alınarak donanma üssü yapılan kentin adı Alaiya olacakken Alanya olarak anılmaya başlanmış.
Alanya ve kalesi önemli bir yerleşim yeri olma özelliğini bu dönemde de sürdürmüştür.
3-3-2- Alanya-Laertes;
Alanya’ya 15 km. uzaklıkta, Cebel İres Dağı eteklerindeki antik kentin 3. yy.’a kadar yerleşim yeri olarak kullanıldığı yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkarılmıştır.
Nauloi adlı bir limana sahip Laertes’ten günümüze kalan agora (çarşı), stao sütunları, çeşitli amaçlarla kullanılan yapılar, hamam, konutlar ve meclis binası kalıntıları halen görülebilmektedir.
3-3-3- Alanya- Kızılkule;
I. Alâeddin Keykubat tarafından 1225 yılında, iki yanı farklı -33m – 35m- yükseklikte koyu kırmızı renkli taşlardan, sekizgen planlı ve beş katlı olarak inşa ettirilmiştir.
Kule tarafından korunan önünde beş gözlü, 57 m uzunluğunda, 44 m derinliğindeki tersane de 1227 yılında yaptırılmıştır.
Kulenin yanındaki cami ile birlikte tüm yapıyı çevreleyen su sarnıçları kışın yağan yağmurlardan toplanan suları kanallarla kente aktarmaktaydı.
3-3-4- Alanya-Alara Kalesi;
Yapım tarihi tam olarak bilinmeyen Alara Çayı üzerindeki kale, 1231 yılında Selçuklular tarafından onarılmıştır.
Üç tarafı denizle çevrili, iç içe geçen üç surdan oluşan kalenin Osmanlılar zamanında da kullanıldığı bilinmektedir.
Kalenin içinde, Selçuklu Cami ve hamamı yakınında Osmanlılar tarafından yapılan 26 odalı Bedesten, Akşebe Sultan Mescidi ve Türbesi, Alara Han, Mahmutlar Harabeleri, Syedra Harabeleri, Aytap Liman Kenti, Şarapsa Kervansarayı, Bizans Aya Yorgi Kilisesi de gezilip görülmesi gereken mekanların başında gelmektedir.
3-3-5- Alanya -Syedra;
Alanya İlçesi’ne 20 km uzaklıkta, batı dağlık Kilikya bölgesi antik kenti Syedra’da MÖ 7. yy. ve MS 13 yy. arasında yerleşim olduğu bilinmektedir.
Zamanla çeşitli gerekçelerle- doğal olaylar, akınlar vb.– ile zayıflayan Syedra’ nın 72 yılında İmparator Vespasian tarafından yeniden kurulduğu ve Tiberius zamanında da burada sikke basıldığı belirlenmiştir.
Antik kentten günümüze kalan 10 x 250 m ebadındaki sütunlu cadde, kenti çevreleyen surlar, sarnıçlar, mağara vaftizhane, ahşap çatılı, mozaiklerle kaplı büyük hamam, kentin sporlarından bahsedilen yazıtlar, tapınak, tiyatro, akropol, nekropol, agora ve konutlara ait kalıntılar ile özellikle Roma İmparatoru Septimus Severus’un 194 yılında kent halkına yolladığı kente saldıran haydut ve dinsizlere karşı gösterdiği yararlıklardan dolayı Syedra halkını kutlayan teşekkür yazıtı da Alanya Müzesi’nde sergilenmektedir.
3-3-6- Alanya-Selçuklu Tersanesi;
Kızılkule’nin güneyinde 1226- 1228 yıllarında deniz kıyısına yaptırılan tersane, Sinop Tersanesi’nin ardından Selçuklunun Akdeniz’deki ilk tersanesidir. Tersane, Alâeddin Keykubat’a İki Denizin Sultanı unvanını kazandırmıştır.
56,5 m uzunluğunda, 44 m derinliğinde, birinde kör bir kuyusu bulunan 5 gözlü tersane bugün kullanılmaz durumdadır.
Güneyden gelebilecek tehlikelere karşı bir kule ile güçlendirilen tersane oldukça aydınlık bir yapıdır.
Düz dam örtülü, iki katlı, inşasında büyük dikdörtgen taşlar, tonoz ve pişmiş tuğlanın kullanıldığı tersanenin iki odası ile 4 gözle birbirine bağlanan 6 m yükseklikteki bölümleri ilgi çekicidir.
3-4-1- Ariassos ( Üç Kapı);
Ariassos, Antalya-Burdur karayolu üzerinde, il merkezine 48 km uzaklıkta yer almaktadır.
960 m yükseklikteki tipik bir Pisidia kenti olan Ariassos’a, Roma döneminde yapılan 3 kemerli kapıyla girildiği için Üçkapılı da denilmektedir.
Çevreye hâkim bir vadiye kurulan antik kentin giriş kapısı, hamamları, kaya mezarları, mezar anıtları ile gezmeye gelenleri büyülemektedir.
3-5-1- Finike (Arycanda- Akalanda- Arif Köyü);
Finike- Elmalı yolu üzerinde, bugün Arif Köyü yakınlarında, Aykırıçay (Arykandos) Nehri Vadisi’nde yer alan ve Likçe Ary-ka-wanda (yüksek kayalığın yanındaki yer) anlamına gelen Likya antik kentinin ne zaman kurulduğu tam olarak bilinemese de kente ait en eski kalıntıların Lymra Kralı Perikles dönemi, MÖ 5. yy. basılan sikkeler olduğu saptanmıştır.
MÖ 240 yılında büyük bir depremle yıkılan kentin, Ptolemaioslar ve Seleukoslar döneminde son derece canlı bir yer olduğu ele geçen kalıntı ve yazıtlardan anlaşılmaktadır.
43 yılında İmparator Claudius MÖ 10- MÖ 54 zamanında Roma’ya bağlanan Arycanda Bizans döneminde de Akalanda adıyla önemini korumuş ve 11. yy. a kadar varlığını sürdürmüştür.
Kentte yaşayan uluslardan geriye odeon, tiyatro, hamam, gymnasium, bouleterion, sarnıç, agora, çeşme, yazıtlı ev vb. iyi korunmuş olarak bugüne kadar gelebilmiştir.
3-6-1- Aspendos ( Belkıs);
Antik çağın ünlü coğrafyacısı Strabon’a göre; Aspendos’u Argoslular kurmuşlarsa da yapılan kazı çalışmaları, kentin Argoslulardan önce de var olduğunu ortaya çıkarmıştır.
İlk çağlarda kentin çok fark edilmediği, ancak daha sonra verimli ovası, ırmağı ve ormanlarıyla fazlasıyla ilgi görüp bir liman kenti yapıldığı varsayılmaktadır.
MÖ 1200 yılından sonra Yunan göçlerine sahne olan Aspendos, MÖ 6. yy. Pers Kralı Dara tarafından yönetilmiş, MÖ 334 yılında da Büyük İskender’in eline geçmiştir.
Daha sonra MÖ 188 yılında Bergama Krallığı’na bağlanan kent, Bergama Kralı III. Attalos tarafından Romalılara bırakılmıştır.
Roma döneminde en parlak günlerini yaşayan Aspendos’ta o günlerden bugüne kalan çok sayıda değerli yapı günümüzde de varlıklarını sürdürmektedir.
3 -6- 2- Aspendos- Tiyatro;
2. yy. Romalılar tarafından, 15- 20 bin kişilik kapasite ile inşa edilen yapı, günümüze kadar gelebilen en iyi korunmuş antik tiyatro olarak kabul edilmektedir.
Mimarı Aspendos’lu Theodorus’un oğlu Zenon olan tiyatro, 138-164 yılları arasında İmparator Antonius Piu zamanında yapılarak ülkenin tanrıları ile imparator ailesine sunulmuştur.
Selçuklular döneminde onarılarak bir süre kervansaray olarak da kullanılan Aspendos Tiyatrosu halen gösterleri sergilemek -konser, tiyatro vb.– amaçlı işlev görmektedir.
Aspendos yakınındaki diğer önemli kalıntılar; Stadyum, Su kemerleri, Agora ve Çeşme yine kentteki önemli Roma dönemi yapılarındandır.
3-7-1- Khimaira (Chimera- Yanartaş- Çıralı);
Çıralı Körfezi’nde Olimpos Bey Dağları Milli Parkıiçindeki Bizans demircileri tarafından kutsal sayılan Yanartaş, metan, etan, azot ve karbondioksitin toprak altından yüzeye çıkınca oksijenle temas ederek yanmasıyla oluşur.
Kokusuz gaz karışımı yandığı için tarih boyunca hakkında pek çok efsane –Bellerophontes ya da Bellerophon-üretilmiştir.
Yanartaş ile Çıralı Hephaistos kutsal anıtı kalıntıları, plajı, eşsiz doğası ile bölgede ilgi çeken, pek çok ziyaretçinin akınına uğrayan önemli bir turizm merkezidir.
3 -8- 1- Gazipaşa (Antiocheıa epi Kragos- Antiocheıa ad Cragum- Gragum);
Bugünkü Gazipaşa İlçesi yakınlarında, Dağlık Kilikya ( Güneyköy’deki antik kent) Commagene Kralı IV. Antiochus tarafından denize uzanan tepelerden üç tanesi üzerine kurulmuştur.
Her tepesinde kentin geçmişine özellikle Roma ve Bizans dönemine ait izlere rastlamak mümkündür.
Birinci tepede, 13. yy. Ortaçağ Kalesi, ikinci tepede sütunlu cadde, agora, hamam, zafer takı, kilise, üçüncü tepede ise kentin nekropolü ve Zeus Lamotes’in tapınak kalıntıları ve agora bulunmaktadır.
Gazipaşa civarında diğer antik yerleşimler; Adanda (Lamos), Nephelis(Nepheon), İmparator Trian’ın öldüğü kent Selinus antik kentlerinde de pek çok kalıntı bulunmaktadır.
3- 9- 1- Demre (Myra) ;
Finike’ye 25 km, Kaş’a 48 km uzaklıkta Demre Çayı kenarındaki Myra Antik Kenti en önemli 6 Likya kentinden biriydi.
Tarihi MÖ 5. yy. kadar giden Myra’daki Likya mezarları, sikkeler ve kitabelerinden anlaşıldığına göre; Demre, önceleri bir liman kenti iken daha sonra Demre Çayı’nın taşıdığı alüvyonlarla kıyıdan içeriye taşınmıştır.
Roma döneminde en parlak günlerini yaşayan kentin en büyük yapısı, 141 yılındaki depremle yıkıldıktan sonra tekrar inşa edilen tiyatro, Roma dönemi tahıl deposu ile Akropol’deki Helenistik dönem iki farklı grup –mimari, tarz, kullanım şekli- ve kaya mezarları önemli ve ilgi çekici tarihi değerlerdendir.
Myra, Roma döneminde Anadolu’da yayılmaya başlayan Hıristiyanlıkla beraber önemli bir dini merkez haline gelmiştir. Hıristiyanlığın bir din haline gelmesini yaptığı ziyaretlerle sağlayan vaiz ve azizlerinden en önemsi St. Paulos ve arkadaşlarının özellikle İtalya’ya giderlerken Myra Limanı’ndan (Andriake) gemiye bindikleri bilinmektedir.
Ayrıca bugün kentin tanınmasında ve ziyaret edilmesinde en büyük payı olan Noel Baba (Aya Nicholas Kilise) ile Türbesi de Demre’nin dini ve tarihi önemini arttırmaktadır.
245 yılında Patara’da varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen St. Nicholas (Aziz Nikola, Santa Claus) Heilige Nikolaus, adlarıyla tanınan Noel Baba iyi eğitim görmüş, kendini insanların yardımına adamış bir kişidir.
Çocukların ve denizcilerin koruyucusu olan Aziz Nikolas, 326 yılında ölene dek Anadolu’da yaşamıştır.
Hayatı boyunca insanlığa yaptığı hizmetler ve yardımları göz önünde alınarak öldükten sonra aziz mertebesine yükseltilen St. Nicholas, Demre’de adına yaptırılan St. Nicolas Kilisesi’ne gömülmüştür.
1087 yılında İtalya- Bari kentinden gelen denizci tüccarlar tarafından kiliseden, St. Nicolas’ın kemikler çalınarak götürülmek istenmiş ama kemiklerin çoğunun kilisede kaldığı yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkarılmıştır.
Bugün St. Nicolas’ın kemikleri Antalya Müzesi’nde sergilenmektedir.
Ayrıca 1951-1955 yılları arasında yapılan çalışmalarla da St. Nicolas’ın dünyanın tanıdığı adıyla Noel Baba olduğu kanıtlanmıştır.
Her yıl, 6 Aralık tarihinde, Hıristiyanlar tarafından sıklıkla ziyaret edilen ve en önemli Hıristiyan kiliselerinden kabul edilen St. Nicolas Kilisesi son yıllarda onarılarak müzeye çevrilmiştir.
Halen dünyada barış elçisi, çocukların sevgilisi Noel Baba’nın mezarının olduğu Demre kenti ve kilisesi çok sayıda ziyaretçiyi bölgeye çekmektedir.
3 -9-2- Kaş ( Antiphellos);
Akdağların eteğinde, denizle kıyı arasına sıkışmış bir düzlükte, Yunanca Taşlı Olmayan Yer anlamına gelen Antiphellos- Kaş bugün eşsiz güzelliği ile çok sayıda turisti kendine çekmektedir.
MÖ 4. yy. Likyalılar tarafından kurulan 23 kentten biri olan Kaş, Işık Ülkesi olarak dünyada bilinen ilk demokratik birlik ve ilk parlamentonun kurulduğu yerdir.
Dünyanın en eski deniz batığı ile yerleşim merkezine yakın kaya anıt mezarı ve tiyatrosu halen değerinden hiçbir şey kaybetmeden ayakta durabilen önemli tarihi miraslardır.
Ayrıca kent ve çevresindeki doğal alanlar, koylar, plajlar vb. ile Kaş, çok cazip bir turistik merkezdir.
Kaş’ta yapılacak aktivitelerin başında sualtı sporları, bisiklet turları, tekne turları, kanolar gelmektedir.
Bunların yanında Akçagerme, Büyük ve Küçük Çaklı, Bayındır Liman, İnce boğaz ve Limanağzı en önemli plajlarıdırlar.
Kanyonlar-Kıbrıs ve Saklıkent, Gömbe Yaylası, Aperlai Antik Kenti gerek doğal güzellikleri gerekse spor yapmak isteyenler için vazgeçilmez mekânlarıdırlar.
Ayrıca Kaş’ın son yıllarda yürüyüş severlerin en önemli güzergâhlarından biri 509 km. Lykia Yolu- Faralya (Uzunyurt), Dodurga, Sdyma, Pinara, Letoon, Ksantos, Patara, Kılınçlı (Appolonia), Simena, Myra, Limyra, Yavıköy( Kyaneia)– içinde yer alması ve dünyanın bilinen en eski batığının- Uluburun- burada bulunması,
Meis adasına yakınlığı kentin turizm ve tarih açısından önemini arttırmaktadır.
3-10-1- Yağcılar- Karain Mağarası;
Antalya ilinin 25 km kuzeybatısında, Yağcılar sınırı içinde bulunan tarihin en eski ve son derece önemli mağarasında paleolitik, mezolitik, neolitik ve bronz çağına ait buluntular -takım ev aletleri, hayvan fosilleri, insan kalıntıları vb.– özellikle Anadolu’da ilk insan izlerinin başlangıç tarihine ışık tutabilecek niteliktedirler.
3- 11- 1- Kemer- İdryos;
Eski adı İdryos olan antik Lidya kenti bugün Kemer adıyla Antalya’nın en önemli turizm kentlerinden biridir. Kemer’de bazı kilise ve çeşitli tarihi kalıntıların yanında Kemer limanı, Gözetleme Yeri, Selçuklu Av Köşkü, Ay ışığı Yörük Parkı, otelleri, tatil köyleri, denizi ve alışveriş merkezleri ile her yıl çok sayıda turisti çekmektedir.
3- 12- 1- Kekova- Batıkkent;
Kaleköy’ün önünde yer alan Kekova’nın ilk yerleşimcilerinden tam olarak emin olunamasa da içinde bulunan çok sayıda tarihi anıttan pek çok yerleşimcinin buradan geçtiğini tahmin etmek hiç de zor değil.
Batıkkent olarak da anılan ve etrafı küçük adacıklarla çevrili Kekova, sualtı tarihi yapılarından dolayı koruma altına alınıp 1990 yılında milli park olarak ilan edilmiştir
3 -13-1- Kınık- (Arnna- Xhantos- Ksantos);
Kaş- Fethiye yolu üzerinde, Eşen (Xhantos) Çayı kenarındaki dağlık alanda Likya uygarlığının en eski, en büyük yerleşim yeri ve başkenti Xhantos’un tarihi MÖ 1200 yılarına kadar gittiği arkeolojik kazılarla saptanmıştır.
Işık Ülkesi’nin (Likya) içinde yer alan Xsantos, en büyük ve en kalabalık üç büyük İon kentinden biri idi.
Kendi aralarında Likya Birliği (Federasyonu) oluşturan 23 Likya kenti içinde üç oy hakkına sahip Xhantos’un (Ksantos) ülke yönetiminde alınan karalarda doğrudan etkisinin olduğu yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Ayrıca Likya Birliği (Federasyonu) adına para basıldığı yazıt ve sikkelerden bilinmektedir.
Özgürlüğünden ödün vermeyen bir halk olarak tarihe geçen Likyalı Xhantoslular, Persler tarafından MÖ 545 yılında işgal edilene kadar tam bağımsız olarak yaşamışlardır.
Pers işgaline uğrayan Xhantoslular bu işgale kuvvetle direnseler de başarılı olamayacaklarını anlayınca kentleriyle birlikte nüfusunun önemli kısmını yakmaktan çekinmeyecek kadar özgürlüklerine düşkün bir ulustu.
Likyalıların dinsel ya da önemli törenlerinin yaptığı kutsal kent Xhantos, MÖ 475- MÖ 450 yıllarındaki yangınlarla da pek çok değerli anıtını yitirmiş ise de Xhantoslular’ın batıyla yaptıkları ticaret ve güçlü ilişkiler sayesinde kısa sürede kendilerini toparlayarak başkentlerinde yeni yapılar inşa etmişlerdir.
En çok ticaret yaptıkları Atinalıların kendilerinden vergi istemelerine karşı çıkmışlar bu yüzden Yunanlılarla tarihte iyi bilinen MÖ 429- MÖ 410 yılları arasında Peloponnez savaşını yapmışlardır. Bu savaş sonunda Yunanlılarla araları iyice bozulan Xhantoslular’un kenti de bu durumdan çok fazla zarar görmüştür.
MÖ 334 yılında pek çok Anadolu kentini egemenliği altına alan Büyük İskender, Xhantoslularla savaşırken, yenileceğini anlayan halk, kenti vermemek, esir yaşamamak için kendilerini ve ailelerini yakmaya başlamışlardır. Bu manzaraya dayanamayan, o ana kadar böyle onurlu bir halk görmediğini belirten Büyük İskender, savaşı keserek askerlerine kurtardıkları her Xhanstoslu karşılığında 1000 altın ödül vereceğini söylemiştir.
Ancak o kadar çabaya karşın, o gün kentte olmayan 80 kadar Xhantoslu hayatta kalmış ve bu tarihten sonra bölge ve Likya toprakları Helenleşmiştir.
MÖ 168 yılına gelindiğinde Likya’nın dini ve idari başkenti olarak oldukça önemli bir yerleşim yeri olan Xsanthos bölgeyle beraber Roma baskısına maruz kalmaya başlamış. Romalılar tarafından zor günler yaşayan kent diğer Likya toprakları ile beraber MÖ 167 yılında özgürlüklerine tekrar kavuşmuşlar.
MÖ 42 yılında, Roma toprağı olduktan sonra Xsantos’un halkı ve anıtları Romalılardan çok zarar görmüş. Romanın ikiye ayrılmasıyla Bizans egemenliğine girerek piskoposluk merkezi haline gelmiş.
2. ve 3. yy. da depremlere sarsılan, 7. yy. da Arap istilalarıyla da yıkıntı haline gelen kenti halkı terk etmek zorunda kalmıştır.
Tarihi boyunca çeşitli gerekçelerle – işgaller, savaşlar, yangınlar, depremler vb.- sıklıkla yıkılan kent pek çok anıtını kaybetse de bugün hala geçmişin ihtişamını yansıtan yapılarını görmek mümkündür.
Antik dünyaya mimari üslupta özellikle gömü geleneğinde farklılık yaratan kentin yapılarından geriye kalan ve halen görülebilen olanlardan başlıcaları; Kentin batısında Likya ve Roma anıtı ile yakınlarındaki Likya Tapınağı- Harpiler Anıtı (Aile mezarının ilginç kabartmaları halen British Museum’da), Agora, Roma Tiyatrosu, Hereon, Nereidler Anıtı, Akropol, Bouleterion ( Meclis Binası) Bazilika, Su Sarnıcı, Oda Mezarları olarak sayılabilirler.
3-13-2- Letoon;
Kınık- Fethiye arasında yer alan antik Letoon Kenti tarihinin MÖ 7. ve MÖ 6. yy. yıllarına kadar gittiği arkeolojik kazılardan anlaşılmaktadır.
Xhantos (Ksantos, Eşen Çayı) 3.5 km uzaklıkta, Apollon ve Artemis’in doğum yeri olan kente anneleri Leto’nun adı verilmiş.
Ulusal festivallerin yapıldığı Letoon Likya kent devletlerinin en tanınmış kültür merkezlerinden biriydi.
Kentteki kazılarda ele geçirilen Likçe yazıtlardan Letoon’un bölgedeki en önemli dini merkezlerinden ve papazlarının da en yüksek mevkiye sahip din adamları olduğu anlaşılmaktadır.
Likya’nın diğer önemli kentleri- Xhantos, Patara, Tlos vb.-gibi Letoon da çeşitli uygarlıklara –Roma, Bizans, Osmanlı vb.- ev sahipliği yapmıştır.
MÖ 7. yy. terk edilen kentte Leto ile çocukları Apollon ve Artemis adına inşa edilen tapınakların yanı sıra agora, hamam, duvarlar, çeşmeler, mezarlar, kabartmalarla süslü çok sayıda lahit, kilise vb. kalıntıların izleri de görülmektedir.
3-14-1- Yuvalılar Köyü- Zummari ( Zemuri- Limyra) ;
Finike Ovası- Tocak Dağı birleşimi, Kumluca’ya 11 km uzaklıktaki Yuvalılar Köyü’nde, Saklısu (Limyros ) Deresi’nin eteğinde yer alan antik metropol Limyra kentinin tarihi arkeolojik araştırmalara göre MÖ 8. yy. kadar gitmektedir.
Ancak Hitit tabletlerinde Zummari diye bahsedilen kentin Limyra olduğu ve tarihinin MÖ 2000 yılına kadar gittiği de varsayılmaktadır. Çok daha sonra MÖ 8. yy. Likya dönemine gelindiğinde kente Zemuri denildiği ve bu adın da zamanla Limyra’ya dönüştüğü düşünülmektedir.
Ele geçen 400’den fazla Likçe yazıttan bölgede yaygın dilin Likçe olduğu anlaşılmaktadır. Ancak yine Likçe’nin aksine bazı anıtsal mezarlardaki Aramice yazıtlar dönem hiyerarşisini anlatması bakımından son derece önemlidir.
Ele geçen buluntuların MÖ 8. yy. ve öncesi kentin Arkaik, Erken Klasik dönemlerine ait elde fazla kalıntının olmaması ilk çağlardaki durumu hakkında tam bilgi edinmemize engel olmaktadır.
Bir süre Likya uygarlığının başkenti olan ve Likya federasyonunda üç oy hakkına sahip Limyra bölgenin en büyük merkezlerinden biriydi.
MÖ 8 yy. Limyra, feodal Perslerin egemenliğinde olsa da yerli özerk beylikler tarafından yönetilmekteydi. Perslerden sonra MÖ 334 Büyük İskender’in bölgeye ve Limyra’ya gelmesiyle bölge yavaş yavaş Helenleşmeye başlamış, Yunanlı tanrı ve tanrıçalar dine eklenmiş ve Likçe’nin yerine Yunanca kullanılır olmuştur.
MÖ 5. yy. Ksantos tabletlerinde en parlak dönemini yaşayan Limyra Kuprilli hanedanının sikkelerinde kral Zemuri’nin izleri de görülmektedir.
141 yılında meydana gelen büyük bir depremle kentin yıkıldığı ancak kısa sürede kendini toplayarak geliştiği yine yapılan kazılar sonucu ele geçirilen bilgilerdendir.
Limyra, Roma ve Bizans döneminde, 4.-9. yy. arasında Myra metropolitine bağlı bir piskoposluk merkezi idi.
O döneme ait yapılar ve kilise sayısının çokluğu kentin önemini vurgulamaktadır.
Limyra, Romalılar ve daha sonra da Bizanslıların ardından 7. ve 9. yy. arası Arap istilalarıyla tahrip edilmiştir.
Limyra, Akropol, antik kent katmanları ve nekropol olmak üzere üç biçimde ele alınarak araştırmalar yapılmaktadır.
Halen kentin tiyatrosunda, hereon (anıtsal mezar), hamamlarında, sütunlu cadde ve anıtsal kapısının kalıntılarında eski günlerin ihtişamı potelemaion ( anıtsal yapısı), Piskopos Kilisesi, iki katlı Xntabura Mezarı’nda görülebilmektedir.
3 -15-1- Olympos (Korikos, Tahtalı);
Olympos adıyla dünyada 20 adet antik dağdan biri de bu bölgede bulunmaktadır. Dağın çevresinde Çıralı Köyü’ne yaklaşık 5 km uzaklıkta bulunan Olympos yerleşkesi MÖ 100’de Likya kentlerinin en önemlilerinden biri olduğu kabul edilmektedir.
MÖ 2. yy. doğu- batı yönlü bir nehrin kıyısındaki Likya liman kenti Olympos’da bulunan çok sayıda sikke dönem hakkında önemli bilgiler vermektedir.
Likya döneminde özellikle ticari, sosyo- kültür özellikleri düşünülerek kurulan 23 kentten 6 tanesi – Xhantos, Patara, Pınara, Olympos, Myra, Tlos- diğer yerleşim yerlerine göre alınan karalarda –özellikle ekonomi ve askeri- daha öncelikliydiler.
Ancak Olympos antik kentinin bugünkü kalıntılarının çoğu Roma ve Bizans dönemine ait olması zaman içinde kentin deniz ve karadan gelen istilalara – özellikle MÖ 200- MÖ 100 arası kontrolsüz korsan saldırıları- açık olmasının kanıtları olarak düşünülmektedir.
Bu dönemde bir ara korsanların merkezi de olan Olympos Dağı ve kenti, MÖ 78 yılında Kilikya Valisi, Publ. Servillius Vatai tarafından tekrar bağımsızlığına kavuşturulmuştur.
Böylece kısa sürede kendini topladığı tekrar eski zengin ve güzel günlerine dönmesine pek çok yeni yapı ve yapıt kanıt olarak sayılmaktadır.
Roma döneminin baş tanrısı- Hephaistos (Vulcano ,Ateş) adına festivaller düzenlenen Olympos’ta, nehir yatağı taşlarla doldurularak kanallar yapılmıştır.
Kentteki köprü, tapınak ve Hephaistos anıtı kalıntıları, rıhtım duvarları, antik kapı, 200 mezarlı nekropol (lahit, kaya mezarları), tiyatro yerleşim yerinin zenginliğini ve önemini göstermektedir.
Zaman zaman istilalara uğrasa da genellikle bağımsız bir liman kenti olan Olympos’un hala varlığını sürdüren kaleleri Venedik, Ceneviz ve Rodos Şövalyeleri tarafından yaptırılmıştır.
15. yy.’a kadar aktif olarak yaşamın sürdüğü belirlenen Olympos, ünlü Bellerophontes efsanesine de konu olması açısından da önemlidir.
Bugün 3200 m. sahilindeki koyları- Adrasan, Ceneviz, Sazak, Çıralı, Maden ve Phaselis, Olympos- eşsiz denizi ve doğası, Caretta Carettaları, endemik bitkileri, Çıralı Köyü’ndeki yanan taşlarıyla denizden ve karadan çok sayıda tarih ve doğa severi bölgeye çekmektedir.
Olympos hakkında eklenmesi gereken yeni bilgilerden biri de, burada yapılan araştırmaların ışığında araştırma ekibinden Prof. Dr. Sencer Şahin’e göre; Musa Dağı’ndaki Olympos kenti MÖ 75 yılında Romalılar tarafından istila edilip halkın toprakları zorla ellerinden alınınca Olymposlular bugünkü Olympos kentine taşınarak buraya da Korikos demiştir.
Korikostaki tarihi kalıntıların pek çoğu Roma ve Bizans dönemine aittir.
3 -16-1- Patara (Pttara);
Dünyanın en uzun ve eşsiz plajlarından biri olan Patara Plajı, Patara Antik Kenti sınırları içinde yer almaktadır. Xhantos vadisinin denize açılan kapısı olan kentin akropolünde bulunan seramikler ve paralardan Patara’nın tarihinin MÖ 7. yy.’a kadar gittiği varsayılsada Hitit Kralı 4. Tudhalidya’nın, MÖ 1250- MÖ 1220 tarihli Lukka seferinde; Patar Dağı’nın karşısında adaklar ve armağanlar yaptım, steller diktim, kutsal mekânlar inşa ettim dediği yerin Patara olduğu düşünülmekte ve böylece kentin tarihinin Hititlere kadar uzandığını düşünülmektedir.
MÖ 100 yılında yapılan üç gözlü kapıyla girilen Patara çok sayıda uygarlığa- Büyük İskender, Roma, Bizans, Osmanlı vb.– ev sahipliği yapmıştır.
Helenistik -İskender zamanına kadarki yerleşimcilerinden geride izi kalamayan Patara, Büyük İskender sayesinde önemli bir liman kenti olmuş ve bu önemini hep korumuştur.
Helenistik Dönem’in ardından bir süre Lykia’nın başkenti olan Patara, Roma hakimiyeti özellikle Augustus zamanında sona eren iç savaşların ardından oldukça gelişmiştir.
Patara adı Strabon’a göre, Likya dilinde Pttara iken tanrı Apollon’un oğullarından biri Patarus’dan dolayı Patara’ya dönüşmüştür. Patara, tanrı Apollon’nun tapınağı ve bilicilik- kehanet merkeziyle ünlüydü.
MÖ 7. ve MÖ 5. yy. inşa edilen yapılar gibi bu tapınağa dair yeterli kalıntı da bulunmamaktadır.
Bugünkü Korinthos Tapınağı zaman zaman Apollon Tapınağı olarak anılsa da bu tapınak hem küçük boyutta hem de tarihi 2. yy. aittir.
Tarihi çok tanrılı dinlerle başlayan Patara tek tanrılı dinler için de önemli bir yerleşim yeri olmuştur.
Özellikle Hıristiyanlığın Anadolu’da yayılma sürecinde yaptığı seyahatleri ve etkili vaazlarıyla dikkat çeken, insanları kitleler halinde Hıristiyanlık için aydınlatan St. Paulos’un ziyaretleriyle unuttuğu eski parlak günlerine dönen Patara, limanı sayesinde hem ticaretle uğraşanlar hem de dini seyahatler için önemli bir merkez olmuştur.
St. Paulos, Roma seferine giderken bu limandan gemiye binmiş ve Kudüs’e son yolculuğunda da gemisi Patara Limanı’na da uğramıştır. Hıristiyanlık için önemli azizlerden St. Nicholaos’nın (Noel Baba) doğum yerinin Patara olması kente özel bir dini önem katmaktadır.
1600 m uzunluğunda, 400 m genişliğindeki Lykia’nın en önemli limanı Patara zamanla çamur ve kumlarla dolarak bugünün eşsiz kumsalını Kelemiş (Gelemiş mevki) meydana getirmiştir. Liman bu çamurlarla tıkanınca Ortaçağ’da yerleşim yeri terk edilmeye başlanmıştır.
Limanda, dünyanın en eski ve orijinal deniz fenerlerinden ikisi, İmparatorluğu 54- 68 sırasında Neron tarafından Patara Limanı’nın iki ağzına 12 m yükseklikte dikilmiştir.
Antik dünyanın iki dev deniz fenerinden biri olan deniz feneri yapılan araştırmalarla tekrar gün yüzüne çıkarılmıştır.
Dünyanın en eski deniz feneri Mısır’ın İskenderiye kentinde olduğu varsayılmakla beraber günümüzde bu fenerden bir iz kalmamıştır.
Patara’ daki fenerlerden biri sağlam olarak ayakta, diğeri ise halen kumun altındadır. Patara’da Apollon Kehanet Tapınağı, Roma döneminin görkemli kalıntıları- Tiyatro vb., 100 Likya- Pamfilya valisi Mettius Modestus adına dikilen kemer, Akdam Tapınak Mezarı, 69-799 arasında kullanılan Vespasianus Hamamı, Korinth Tapınağı, tiyatro, Hadrianus dönemi tahıl ambarları görülmesi gereken yerlerdendir.
Halen deniz ve tarih turizmi için vazgeçilmez bir yer olan Patara, her yıl binlerce yerli ve yabancı turisti, modern tesisleriyle- otel, motel, restaurant vb.- ağırlamaktadır.
3-17-1- Perge -Parha ;
Perge, Attalia, Magydos, Sillyon, Aspendos, Side, Lyrbe (Seleukeia toprakları ) gibi önemli bir Pamphylia kentidir.
Kuzey ve güneyindeki Koca Belen ve İyilik Belen tepelerinin ortasında 60 m yükseklikte düz ovaya kurulu Perge, Düden ve Kestros ( Aksu) nehirleri arasında yer almaktadır.
Bugün Antalya’nın 18 km doğusunda, Aksu Beldesi’ne 11 km uzaklıkta, Kilikya – Pisidia ticaret yolu üzerinde bulunan Perge’nin denizden oldukça içerde kalması bölgenin korsan saldırılarının arttığı dönemde korunmasını ve kesintisiz yerleşim ve gelişimini sürdürebilmesini sağlamış.
Ama Perge halkı, Aksu (Kestros) Nehri sayesinde bir kıyı kenti gibi denizin avantajlarından da yararlanmıştır.
Antik dünyanın önemli yazarlarından Skylax, Perge’nin, MÖ 7. ya da 4.yy. da Yunanlılar tarafından Akropol’de kurulduğunu ifade etse de yapılan kazılar sonucunda ele geçen buluntulardan ve MÖ 13. yy. Hititler dönemindeki bazı tabletlerde kentten yerel Anadolu dilinden bir sözcük olan “Parha” adıyla bahsedilmesi kentin tarihinin Hititlere kadar gittiğinin göstergesi kabul edilmektedir.
Ayrıca kazılarda bulunan 7 yazıttan MÖ 1200 bölge ve Perge’de Akaların da yaşadığı belirlenmiştir.
Ünlü Amasyalı coğrafyacı Strabon’a göre ise ; Perge’yi Troia savaşından dönen Mabsos ve Kalkhas gibi kahramanların öncülüğünde gelen Algosia kolonileri kendini iyi savunabilmek için sonradan kentin içinde kalan ve bugünde görülebilen sütunlu yolun kuzey ucundaki tepenin üzerine kurarak tüm bölgeye Pamphylia ( Tılm- Tüm Kabileler Ülkesi) demişler.
Kentin 2. yy. ait bir yazıtında Thester oğlu Kalkhas Argoslu diğerinde de Apollon oğlu Mepsos Delphoili yazmaktadır.
Bu iki kahramandan başka kentin farklı efsanevi kurucularının arasında- Riksos, Labas, Makhoon, Leonteus ve Minyas – gibi adlara da çeşitli kaynaklarda rastlanması kent halkının çeşitli dönemlerde kente katkı sağlayan kişilerin adlarına yazıt yapması olarak anlaşılmaktadır.
MÖ 334 yılında Perge, Büyük İskender tarafından ele geçirilmiş, halk askerlere çok iyi davrandığı için Büyük İskender de karargâhını buraya kurmuştur.
Böylece İskender, kent halkı ile bir anlaşma imzalamış bunun sonucunda da kent yakılıp yıkılmaktan kurtulmuş, artan nüfusa paralel olarak kent ilk kurulum yerinin dışına taşarak ovaya yayılmıştır. Bu dönemde kente, antik çağın en ünlü heykeli Pamphylia dilinde Wenessa- Vanassa Preia- Perge Kraliçesi denen Artemis, Zeus, Apollon, Athena, Afrodit, Hermes, Asklepios vb. tanrı ve tanrıçaların heykelleri yapılmıştır.
Perge, MÖ 200 yıllarında konik kesimler konusunda yaptığı çalışmaları kapsayan kitabıyla tanınan matematikçi Apollonnius ile ünlenmiştir.
MÖ 223- MÖ 188 yılları arasında Selevkos Krallığına bağlanan Perge’nin aşağı kentinin surları da bu dönemde inşa edilmiştir.
MÖ 2. yy. da Bergama Krallığı’na, MÖ 133 yılında da Roma İmparatorluğu’na bağlanan ve en parlak günlerini bu dönemde yaşayan Perge, en düzenli Roma kentlerinden biri olarak güneye doğru gelişmiş ve yerleşim yerine bugün görülen pek çok yapı ve yapıt eklenmiştir.
Güvenliği nedeniyle çok sayıda Romalı ailenin yerleştiği Perge’ye Hıristiyanlığın yayılma döneminin başlarında ünlü vaiz St. Paulos da kente gelmiştir.
Bu dönemde inşa edilen çok sayıda görkemli yapıdan biri GaiusIulius Cornutus tarafından Claudius’a adanan Palaestra (talimhane) binasına çok önem verilmiştir. 80- 120 yılından sonra kentte halen görülebilen belli başlı sokaklar açılmıştır.
4. yy.’a gelindiğinde Anadolu’da gelişmeye başlayan Hıristiyanlık, Romalılar tarafından ülkenin resmi dini olarak ilan edilmiş, 5. ve 6. yy. da Bizans’a bağlı bir eyalet olarak yönetilmeye başlayan Perge’de çok sayıda kilise yapılmış ve kent, Hıristiyanlar için önemli bir merkez haline gelmiştir.
Aziz Barnabas’ın da ziyaret ettiği, Aziz Paulos’un Antiokheia’ya giderken ve dönerken uğrayarak ilk vaazlarını verdiği Perge dönemin en kutsal yerleşim yerlerinden biri olmuştur.
Yeni Ahit’te “ Havarilerin Faaliyetleri” bölümünde “… Paul ve yoldaşları Paphos’tan ayrıldığı zaman Pamphylia’daki Perge’ye geldiler.” diye yazmaktadır.
İlk Hıristiyan zenginlerinden biri ve en yüksek kent görevi (demiourgos) ile elinde birkaç rahipliği bulunduran kentin en önemli kadını Plancia Magna’nın ailesinden bazı kişiler Nero ve Vespasianus zamanında da Perge politik bakımdan önemli bir yerdi.
MÖ 1. yy. İtalya’dan Perge’ye gelen bir ailenin mensubu Plancia Magna Helenistik dönemde yapılan güney kapısını son derece görkemli restore ettirerek nişlere tanrı -tanrıça, imparatorlar ve kendi aile üyelerinin büstlerini yerleştirmiş.
Kentin ikinci kez varoluş yapılanmasına girişen Plansia Magna ailesinin büstlerine Plansia Magna’nın Babası, Kardeşi vb. Romalı kimliğini vurgulamak için Yunanca ve Latince yazıtlarla yazdırması ve kendisini öne çıkarması dönemi anlamak açısından önemli bilgilelerdir.
Sonradan Hıristiyanlığı kabul ederek dinin yayılmasına çalışan Plancia Magna ve diğer varlıklı kişiler Perge’de halen görülen çok sayıda dini yapıyı inşa ettirmişlerdir.
Perge’de, 7. yy. Arap istilaları pek çok yapıyı tahrip ederek halka zarar vermiş ve kentin gücünü zayıflatmıştır.
Daha sonra Perge, Selçuklu ve Osmanlılar tarafından yönetilse de giderek eski önem ve özelliğini yitirmiştir.
Mimarisi ve heykeltıraşlılığı ile ünlü kentin, hala ayakta kalan yapıları- Helenistik dönemde askeri amaçla yüksek, kuleli ve kapılı surları, üzeri mermer kabartmalarla süslü, 2. yy. inşa edilen 20 bin kişilik Roma tiyatrosu, 27 bin kişilik antik dünyanın en iyi korunmuş iki stadyumundan biri olan stadyum, dükkân olarak kullanılan 30 oda, su kanallarından akan heykellerle süslü çeşmeler ( nymphaeum), agoralar, nekropol, kapılar, sütunlu caddeler, mezarlık, bazilika, hamamlar ve çok sayıda heykel vb. -Perge kentinin uzun bir tarihi dönemdeki önemini ortaya koymaktadır.
3-18- 1- Phaselis;
Antalya’nın 57 km güneyinde, Bey Dağları ( Olympos) Milli Parkı içinde bulunan Phaselis kenti, 7. yy. Rodoslular tarafından 70 m yükseklikte bir platoda kurulmuştur.
Kıyı ve limanlar kenti olan Phaselis, Likya döneminde en önemli doğu limanlarına- Kuzey Limanı, Savaş Limanı( Korunmuş Liman) ve Güneş Limanı- sahipti.
İki yüzyıl boyunca Persler tarafından yönetilen kent, 334 yılında diğer Likya kentleriyle birlikte Büyük İskender’in eline geçmiştir.
Phaselis kent merkezinde 20-25 m genişlikteki caddenin güneyinde Hadrian Kapısı ile MÖ 2. ve 1. yy. ait su kemerleri, hamamlar, agora, akropol, nekropol ve tiyatro bulunmaktadır.
Phaselis bugün tarihi yapı ve yapıtları, eşsiz manzarası, doğal korunaklı plajlarıyla çok sayıda insanı gerek denizden gerek karadan kendine çekmektedir.
3-19-1- Pınara ( Pinale);
Likçe yuvarlak anlamına gelen Pinale ( Pınara) olarak adlandırılan antik kent, efsaneye göre; Başkent Xhantos’un nüfusu artınca kentten ayrılan yaşlı Likyalılar tarafından kurulmuştur.
Likya döneminde üç oya sahip önemli bir kent olan Pınara, MÖ 133’te Büyük İskender’in yönetimine girmiş, daha sonra Roma ve Bizans dönemlerini de yaşamıştır.
Pınara’da Likya döneminden kalan çok sayıda kaya mezar, lahit, sur duvarları, hamam, tiyatro, agora, odeon gibi yapıların kalıntıları halen gezilebilmektedir.
Bölgenin önemli Likya kentlerinden biri olan Pınara, 8. yy. büyük bir depremden sonra önemini yitirmiştir.
3-20-1- Selge;
Antalya- Alanya karayolunun oldukça içerisinde yer alan Selge Antik Kenti’ne doğal ama patika yollardan geçerek ulaşmak mümkündür.
Denizden 950 m yükseklikte, ormanlık alanda zorlu bir mevkide kurulu Pisidya kentleri arasında en önemlilerinden olan Selge’nin tarih sahnesine çıkması MÖ 5. yy. Roma dönemine rastlamaktadır.
Kentte bu dönemlerde bastırılan paralarda Yunanca Selge adı değil, yerel dil- Stlegiys (Estlegiys) şeklinde yazılması dikkat çekicidir.
MÖ 133 yılında Anadolu’ya gelerek pek çok yeri alan İskender’e Selgelilerin barış teklif etmeleri tarihin önemli ayrıntılarından biri kabul edilmektedir.
Zaman zaman komşuları Aspendos ve Pednelissos ile savaşan dövüşçü ve sert insanlar olan Selgeliler 3. yy.a kadar bağımsızlıklarını korumuşlardır.
Verimli topraklarının ürünlerinden yaptıkları zeytinyağı, merhem ve şarabı Side limanından satan Selgeliler kentin halen üç tepe etrafında 3 km surları, su sarnıçları, stadyumu, iki büyük -Zeus ve Artemis- İon tapınağı, agora, kuleleri, bazilika ve nekropolü günümüzde de görülebilmektedir.
3- 21-1- Side;
Antalya- Manavgat karayolu üzerinde yer alan Pamfilya’nın ve ilkçağ uygarlıklarının liman kenti olan Side’yi bir görüşe göre; Yunanlıların bir yarımada üzerine kurduğu iken bir diğer görüşe göre de kentin tarihinin Hititler dönemine kadar gittiğidir. Bu bilgiler buluntulardan yola çıkılarak çeşitli yazılı kaynaklarda tartışılmaktadır.
MÖ 7. yy. da Lidyalılar tarafından yönetilen, MÖ 547- MÖ 546 Perslerin egemenliğine giren Side, MÖ 334 yılında Büyük İskender tarafından ele geçirilmiştir.
İlk çağlarda önemli bir liman kenti olan Side, İskender’in ölümünden sonra komutanlar arasında yönetim için büyük çatışmalarının çıkmasına neden olmuştur.
MÖ 323- MÖ 304 yılları arasında Mısır, MÖ 301 -MÖ 215 Suriye Krallığı tarafından egemenlik altına alınan Side bu dönemlerde güçlü bir savaş ve ticaret filosuna sahip olmasının yanında önemli bir bilim ve kültür merkezi haline geldiği halen görülebilen çok sayıda yapı ve yapıttan da anlaşılmaktadır.
MÖ 200’de kendine ait bir dili ve yazısının olduğu bilinen ve yerel dilde nar anlamına gelen Side, MÖ 188 yılında Apemia Barışı ile Bergama Krallığı’na bağlanmıştır.
Zengin ticaret filosu ve limanı ile cazip bir yerleşim yeri olan Side’yi de içine alan Pamfilya’yı Mitridates’de ele geçirmiş ancak kent zamanla yönetimdeki zafiyetler sonucu bir korsan kenti haline dönüşmüştür.
Bir ara köle ticaretinin de yapıldığı Side MÖ 78 yılında Romalılar tarafından korsanlardan temizlenmiş ve bu dönemde Anadolu’nun pek çok kentinde olduğu gibi parlak günlerine geri dönmüştür.
Roma dönemi 2. ve 3. yy. da tüm kent anıtsal yapılarla süslenmiştir.
Bugün halen ayakta kalan ve kentin görsel güzelliğini arttıran pek çok yapı Roma dönemine aittir.
4. yy. sonrası Hıristiyanlık kentte yaygınlaşana kadar halk, Athena, Afrodit, Ares, Asklepios, Demeter vb. pek çok tanrı ve tanrıçaya ibadet etmiş ve onların adına tapınaklar yaptırmıştır.
5. yy. Piskoposluk merkezi olarak dini önemi artan Side, 6. yy. da da bu önemini korumuş ise de 7. ve 9. yy. arasında Arap istilalarıyla çok zarar görerek terk edilmiştir.
13. yy. Selçuklu, 14. yy. Hamitoğulları’nın yönetimine giren kent 15. yy. Osmanlılar tarafından ele geçirilmiştir.
Türk dönemlerinde halk tarafından düzenli bir yerleşim yeri olarak kullanılmayan kentte bu döneme ait yapı ya da yapıta rastlamak da pek mümkün değildir.
Kentin halen görülebilen kara surları Helenistik dönemden, kıyı surları ise Roma dönemlerinden kalmıştır.
Pamfilya’nın en önemli yapılarından biri olan Side tiyatrosu, iki katlı, 20 m. yükseklikte ve 15 bin kişilik kapasite ile inşa edilmiştir.
Ayrıca sütunlu yol, zafer takı, liman, hamamlar, tapınaklar- Men, Athena, Apollo, Dionysos- çeşmeler, gymnasium, su sarnıçları, su yolları, nekropol, agora, bazilikalar vb. hala gezilip görülebilecek yapılardan bazılarıdır.
Kare biçimli agoranın karşısında kent hamamı yakınında dükkânlar, kemerlerin bulunduğu ve Apollon ile Athena tapınaklarının da limanın yakınında yükseldiğinden çeşitli kaynaklarda bahsetmektedir.
Side halen yeni düzenlenmiş yolları, plajları, tesisleri ile bölgenin çok turist çeken en canlı turizm merkezlerinden biridir.
3- 21-2- Side Müzesi;
Agora’nın yanındaki antik Roma Hamamı, 1961 yılında müzeye çevrilmiştir.
Müzede, halen Afrodit Zeus, Fortuna, Ares, Eros, Athena gibi tanrı ve tanrıçaların heykelleri, gümüşlü kitabe ve çeşitli yüzük taşları pek çok değerli buluntuyla beraber sergilenmektedir.
3- 22-1- Sillyon;
Antalya- Alanya yolu üzerinde denizden içeride bulunan Sillyon Antik Kenti, MÖ 4.yy. da. düz bir ova üzerinde ancak etraftan gelen her türlü istilacıyı daha iyi kontrol edebilmek amacıyla yüksek bir platoda kurulmuştur.
Halen kentin görüş alanının Akdeniz’e kadar uzanması bu iddiayı haklı çıkarmaktadır.
Tarihi süreç içinde, Helen, Roma, Bizans’ın yanı sıra Selçuklulara da ev sahipliği yapan Sillyon’da bu dönemlere ait çok sayıda tarihi yapı- stadyum, gymnasium, kuleler, Selçuklu mescidi, tiyatro ve spor tesisleri vb.- bulunmakta ve bu yapıların önemli bölümü de halen gezilip görülebilmektedir.
3- 23-1- Simena;
Özellikle yaz aylarında çok sayıda ziyaretçinin uğrak yeri, Simena masmavi denizi ile eşsiz manzaralı bir adadır. Üçağız’ dan denizle ulaşılan Simena’da bugün tarihi kale, Likya ve Roma dönemlerine ait yapılar, özellikle Likya’nın en küçük tiyatrolarından biri Simena tiyatrosu hala ayakta ve eşsiz manzarasıyla görenleri büyülemektedir.
3- 24-1- Termessos;
Antalya- Burdur yolu üzerinde, kent merkezine 34 km uzaklıktaki ki Termessos, halen bitki ve hayvan çeşitliliği bakımında önemli bir milli parktır.
Antalya, Pisidya antik kentleri içinde yeryüzü şekilleri bakımından –dağlık, engebeli arazi– en ilginci olan Termossos, 1050 m yükseklikte Toros -Güllük- dağları üzerinde bir platoda yer almaktadır.
Termessos’da yaşayan halka yerli Anadolu’nun kara insanları Solymler denilmekteydi.
Luvi inançlarını MÖ 4. ve MÖ 2. yy. kadar sürdüren kentin ana kültleri, Fırtına Tanrısı Zeus Solymeus’a adansa da Apollo ve Artemis’te onun kadar itibarlı tanrı ve tanrıçalardı.
Kent tarihindeki en önemli olaylardan biri de; MÖ 333 yılında Anadolu’yu baştanbaşa kuşatan Büyük İskender, Termossos’u da almak istemiş ama halkının yiğitliği ile kentin engebeli arazisi birleşince zorlanmış ve “Bu kartal yuvasını almaya değmez” diyerek bu sevdasından vazgeçmesidir.
5. yy.’a kadar bölgede varlığını sürdüren Termessos Antik Kenti’nin yapı ve yapıtları –kent surları, Hadrian kapısı, su sarnıçları, 4200 kişilik tiyatro, gymnasium, agora, odeon, hereon, büyük nekrepol- Alketas, Agatemes ve Arslanlı mezarlar- gezip görmek için uzun bir yürüyüş gerekmektedir.
3- 25-1- Tlos;
Likya’nın en eski yerleşim yerlerinden biri Tlos’un adı yazıtlarda Tlawa olarak geçmektedir.
MÖ 14. yy. Hitit belgelerinde Lukka topraklarında Dlawa olarak bahsedilen yerin Tlos olduğu varsayıldığı için kentin tarihinin Hititlere kadar gittiği düşünülmektedir.
Likya döneminden sonra Roma, Bizans, Osmanlı uluslarının da hüküm sürdüğü Tlos’ta o dönemlere ait tiyatro, sur duvarları, mezarlar, akropol, kaya mezarları vb. izlerini halen görmek mümkündür.
Hanlar;
3-26-1- Antalya- Evdir Han:
Selçuklular ve önceki uygarlıkların çeşitli gerekçelerle- ticari, dini, ziyaret vb.– seyahatleri önceleri deve, at vb. hayvanlardan oluşan kervanlarla yapıldığı için çok uzun sürmekteydi.
Yol boylarında kervanların konaklaması için yapılan mekanlara han ya da kervansaray denirdi.
Özellikle Türk devletleri döneminde yol güzergâhlarında çok sayıda han- kervansaray yapılmıştır.
Evdir Han da, Antalya’nın kuzeyinde, Korkuteli yolu üstündeki bir konaklama tesisidir.
Dikkat çekici, sivri kemerli portalı olan han, 1219 yılında Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus tarafından yaptırılmıştır.
Dönemin diğer hanlarında olduğu gibi tüccarlar, eşyaları ve hayvanlarının kalacakları yerlerin dışında hanın içinde mescit, yemekhane, depo, şadırvan vb. bulunmaktadır.
3- 26-2- Kırkgöz Han:
Antalya’ya30 km. uzaklıkta, eski Afyon yolunda, Pınarbaşı- Kırkgöz’de 1247 yılında Selçuklu Sultanı
2. Gıyasettin Keyhüsrev tarafından dağın eteğine kurulan Kırkgöz Han halen oldukça bakımlı durumdadır.
Hanın eşyalar ve hayvanlar için ayarılan bölümler ile sofa etrafında çok sayıda tüccar odası ve merkezinde bir kuyu, mescit, yemekhane, depo, şadırvan vb. dikkat çekmektedir.
Şelaleler;
3- 27- 1- Düden Şelaleleri:
Antalya’nın10 km. kuzeydeki şelâle, bölgenin en bilinen, kentin en önemli simgelerinden ve doğal güzelliklerinden biridir.
Suyu 20 m yükseklikten dökülen şelalenin ana kaynağı Kırkgöz mevkisidir.
Aynı adla anılan diğer Aşağı Düden Şelalesi ise kentin güneydoğusunda, Lara Plajı yolunda yer almaktadır.
Bu şelalenin suyu da 40 m. yükseklikteki falezlerden denize dökülmektedir.
3 -28- 2- Kurşunlu Şelalesi;
Antalya’nın24km doğusunda, Isparta yolunda, doğanın muhteşem harikalarından biri yemyeşil derin bir vadinin içindeki şelaleyi görmek, suyunun sesinde huzur bulmak, etrafındaki tesislerde yemek yemek, bankların da dinlenmek, yürüyüş yapmak için her yıl yerli-yabancı binlerce kişi ziyaret etmektedir.
Plajlar;
Antalya’nın Önemli Plajları;
Antalya’nın 640 km girintili çıkıntılı, 500 km düpedüz plajlarla kaplı kıyısı bulunmaktadır. İl ve çevresi mavi bayraklı plajlar bakımından oldukça zengindir.
3- 29-1- Konyaaltı Plajı;
Antalya il merkezinin 3- 4 km batısında, Kemer- Antalya karayolu üzerinde bulunmaktadır. Görünüm olarak bir kordon gibi güzel görünüşlü, ince çakıllı plajı, denizinin birden derinleşmesiyle yüzmeye gelenleri oldukça şaşırtmaktadır.
Plajın son derece geniş bir alana sahip olması ve ulaşımının kolaylığı nedeniyle özellikle deniz sezonunda her gün çok sayıda insanın başlıca yüzme yeridir.
Plajda bu ziyaretçilerin gereksinimlerini karşılayabilecek kadar lokanta, kafe vb. mekânlar bulunmaktadır.
3- 29-2- Lara Plajı;
Antalya il merkezinin 10 km doğusunda, denizi sığ, ince uzun bir plajdır.
Özellikle kent otellerinin ve yerleşimin Lara tarafına kayması sonucu çok sayıda ziyaretçisi vardır.
3-29-3- Karpuzkaldıran Plajı;
Lara yakınlarında, ince kumlu, sığ denizli bir plaj olan Karpuzkaldıran Plajı diğerlerine göre biraz daha sakin olsa da ziyaretçi sayısı gün geçtikçe artmaktadır.
329-4- Reşat Adası Plajı;
Antalya’nın16 km doğusunda bulunan plaj, ormanlar içinde son derece güzel doğal manzarası ile ilgi çekici bir yerdir.
Antalya’da diğer belli başlı plajlarından bazıları- Kemer, Tekirova, Kumluca, Finike, Olimpos, Göynük, Beldibi, Adrasan, Çıralı, Çatlıcak, Topçam, Sarısu, Kolindonya, Xhsantos, Demre, Kaş, Kekova, Lanya (İncekum), Ahmediye, Alara, Damlataş, Kleopatra, Patara, Belek, Kundu, Gazipaşa- olarak sıralanabilir.
3- 30- 1- Köprülü Kanyon;
Köprüçay (Eurymedon) tarafından 25-11 milyon yılları arasında oluşan vadi Antalya-Manavgat ve Isparta- Sütçüler arasında uzanarak Antalya sınırları içinden denize dökülmektedir.
Kanyonun en dar yeri Olukköprü- Değirmenözü Köyü arasındaki 366 km2 alanda yaklaşık 27 m uzunluğundaki vadi kısmında sular çoğalır, zaman zaman derinliği 100 m bulan suların üzerine antik dönemlerden günümüze gelen bir köprü dikkat çekmektedir.
Özelikle son yıllarda binlerce rafting severi bölgeye çeken kanyon yaklaşık 36 bin 614 hektarlık alanıyla 1973 yılından beri içerdiği doğal oluşumlar, ormanlık alanlar, yabani hayvanlar vb. dolayısıyla koruma altına alınarak Milli Park ilan edilmiştir.
Ayrıca bölgede, Korkuteli yakınlarındaki Eşen Çayı’nın doğduğu yer, Kızılcadağ’da bulunan Deliktaş Mağarası son derece ilginç bir doğa harikası olarak gezilmeye değer bir yerdir.
Antalya- Gündoğmuş- Geyik Dağları yakınında Yaylacık Düdeni civarında 595 m derinliğinde 5929 m uzunluğuyla ülkenin en uzun üçüncü mağarası Yaylacık- İnilti Pazar Mağarası ve 2162 m Yellibel-2120 m rakımlı, 169 m derinliğinde Çadırçukuru Mağarası bölgenin en önemli doğal mağaralarıdır.
Mağaracılık, tırmanma vb. sporları severler için bölge çok uygun olanaklar sunmaktadır.
Antalya’dan tarihi ören yerlerini gezmeden, Köprülü Kanyon’da rafting yapmadan, muhteşem plajlarında denize girmeden, doğa manzaralı şelalelerine gitmeden, Yeşilbayır- Orfe’de ata binmeden, Yörük köylerini ziyaret etmeden, teknelerle açılmadan vb. dönmemek gerekir.