1-Afyonkarahisar;
Coğrafi;
Komşular;Kütahya, Eskişehir, Konya, Isparta, Burdur, Denizli ve Uşak ilerliye komşudur.
İlçeler;Bolvadin, Boyat, Basmakçı, Çay, Çobanlar, Dazkırı, Dinar, Emirdağ, Evciler, İhsaniye, Hocalar, Kızılören, İşcehisar, Sandıklı, Sultandağı, Sinanpaşa, Şuhut ve Merkez Afyonkarahisar ilçeleri bulunmaktadır.
İklim:Toprakları Ege, Akdeniz, İç Anadolu bölgelerine yayılsa da Afyon il geneli çoğunlukla Ege iklimi etkisindedir.
Kent merkezi ve ilçelerinde bölgesel yakınlıklara göre yağış miktarı ve çeşidi- kar, yağmur vb.- ile hissedilen sıcaklıklar değişiklik göstermektedir.
Bitki Örtüsü; Kıyıyla arasında mesafe olan Afyon, denizden 1014 m. yüksekte, % 47 dağlar- Ahırdağları, Emir, Karakuş ve Sultan dağları – ve %32.6 platolarla çevrili bir yerleşim yeri olması içinde farklı bitki topluluklarının barınmasını da sağlamaktadır.
İl topraklarının % 99’unu kapsayan ovalarda- Afyon, Sincanlı, Sandıklı, Çöl ve Şuhut ovaları- daha çok küçük otsu bitkiler görülürken il genelinde otlakların çokluğu dikkat çekmektedir.
% 7 ormanlık alanlardaki ağaçlar- meşe, kızılmeşe, akçam, karaçam, palamut vb.- görülmektedir.
Afyon başta haşhaş ve sanayi bitkisi olmak üzere tarımsal ürünler ve hububatın yetiştirildiği sulak ve verimli arazilere sahiptir.
Ulaşım: Eğe Bölgesi’nin Akdeniz, İç Anadolu- Marmara hatta Karadeniz’e açılan kapısı- Ankara, İstanbul, İzmir ve Antalya- ile bağlantısını sağlayan Afyon tam anlamıyla bir geçit ve kavşak kenttir.
Bu yüzden sıklıkla yenilenip genişletilerek daha etkin hale getirilen karayolları ile tüm bölgeye, kent merkezine ve ilçelerine kolaylıkla ulaşılabilmektedir.
Demiryolu ve havayolu ile de ulaşılabilen Afyon, ilçeleri, köyleri ve beldeleriyle yol ağını giderek arttırmaktadır.
Tarihi;
Afyon ve bölge tarihinin MÖ 3000- MÖ 1200 eski tunç çağı yıllarına gittiği kazı çalışmalarından anlaşılmaktadır.
Synnada- Şuhut’ta basılan sikkelerinden anlaşıldığına göre haşhaş bitkisinin öz suyu anlamına gelen Latince, Opium- Afyon’un MÖ 2. yy. dan beri kentte yaygın olarak yetiştirildiği ve kentin adının bu bitkiden geldiği varsayılmaktadır.
Afyon’un ilk uzun süreli yerleşimcilerinin MÖ 2500- MÖ 1000 Hititler olduğu özellikle Sandıklı Kusura Höyük’te yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır.
Kentin halen en önemli arkeolojik yapılarından biri Akroenos olarak adlandırılan 225 m. yüksekliğindeki kale, 1350 yılında Hitit Kralı II. Murşili tarafından yaptırılmıştır.
Daha sonra Büyük Phrygia- Frigya içinde yer alan Afyon ve çevresinde Ana Tanrıça -Kybele için kaya tapınakları yapmak son derece önemliydi.
Dolayısıyla bölge ve kent Frigya, Kimmer ve Lidya’nın ardından MÖ 6. yy.da Pers ve Makedonya’nın yönetimine girmiştir.
İskender’in ölümünün sonra Afyon, Selevkos ve ardından Bergama Krallığı’na bağlanmıştır.
MÖ 2. yy. da, I. Konstantin zamanında Roma egemenliğine giren Afyonkarahisar’da yöreye özgü heykelciliğin önemli bir uğraş olduğu ele geçirilen işlik, alet- malzeme ve heykellerin çokluğundan anlaşılmaktadır.
Roma döneminde halk Hıristiyanlaşmaya başlayan Afyon, imparatorluğun 395’te ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma- Bizans’ın bir ili olmuştur.
5. yy. dan sonra Sasaniler- üçüncü dönem Persler, 7. yy. da Arap istilalarıyla bunalan kent, 1071 yılında sonra Alaaddin Keykubat döneminde Selçukluların eline geçmiştir.
Selçuklular Akrenos kentinin karşısındaki kara siluetli kaleye de Karahisar- Hapanuva Yüksek tepe şehri demişlerdir.
13. yy. başlarında Germiyanoğullarına bağlanan kent, 1390 yılında Osmanlı toprağı olmuştur.
Afyon, 1921 yılı Kurtuluş Savaşı sonunda, Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile Atatürk ve arkadaşları tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin ili haline getirilmiştir.
Afyonkarahisar ve Çevresindeki Tarihi Yapılar;
1-1-1- Afyon Kalesi- Akroenos- Hapanuva;
Afyonkarahisar’ın en önemli yapılarından Akroenos adı verilen kale, 225 m. yüksekliğinde, volkanik bir kaya kütlesinin tepesine MÖ 1350 yılında, Hitit Kralı II. Murşili tarafından yaptırılmıştır.
Kale, zamanla Frig, Helen, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar tarafından onarılarak kullanılmıştır.
Akroenos adlarıyla anılan kent içindeki bu kara siluetli kaleden dolayı Selçuklular tarafından Hapanuva –Yüksek tepe şehri, Karahisar adıyla bir Türk yerleşim yeri olarak yaşamını sürdürmüştür.
1-1-2- Başkomutan Tarihi Milli Parkı;
26 Ağustos – 18 Eylül 1922 tarihlerinde Yalova, Bilecik, Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar, Denizli, Aydın, İzmir illeri de içine alan bölgede yapılan Kurtuluş Savaşı, Türklerin zaferi Yunan Ordusu’nun Batı Anadolu’dan çekilmesi ve Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanmasıyla sonuçlanmıştır.
Savaşın Afyon- Kütahya- Dumlupınar arasında yaklaşık 48 bin m2. alan her bireyin özgürce yaşaması için verilen mücadeleyi anlayıp ülkesine daha kuvvetle sahip çıkması için mutlaka ziyaret etmesi gereken topraklardır.
1-1-3- Afyonkarahisar Kaplıcaları ve Maden Suları;
Kral Midas’ın kızına da iyi geldiğine de inanılan İhsaniye- Gazlıgöl- Bolvadin- Heybeli- Arapderesi, 60- 70 C sıcaklıktaki kükürtlü hamamları ve çamur banyoları cilt, kemik, kalp, damar vb. hastalıkları için sıklıkla ziyaret edilmektedir.
Ömer- Gecek kaplıcalarında kükürtlü hamamları ve çamur banyoları ile suyu astım, bronşit, diyabet vb. hastalılara iyi gelmektedir.
Sandıklı- Hudai kaplıcalarının suyu 60-70 derece sıcaklıkta radyoaktiviteyle sülfat, hidrokarbonat, sodyum, kalsiyum ve karbondioksitli içerikli olması sağlık açısından önemlidir.
Afyon ve ilçelerinde bulunan sağlıklı sular ve çamurların etrafında yeterli sayıda tesis bulunması sağlık turizmini katkı sağlaması için de son derece önemlidir.
Afyon’da en ünlü maden sularından Kızılay Maden Suyu’nun kaynağı Afyon’a 21 km. uzaklıktaki Gazlıgöl’de bulunmaktadır.
Su sıcaklığı 16 C, PH 6.6, sodyum bikarbonat içerikli olan Kızılay maden suyu, 1906 yılında şişelemeye başlanmıştır. Kızılay maden suyunun da çıkarıldığı kaplıcanın suyu, mide, bağırsak, böbrek hastalıkları, safra kesesi, karaciğer hastalıklarına iyi gelmektedir.
Ayrıca Menderes Nehri’nin doğduğu Dinar yakınlarındaki A sınıfı sulak alanda Işıklı Göl’de kuşlar, balıklar ve muhteşem manzarası ile görülmesi gereken yerlerin başında gelmekteydi.
Yazık ki binlerce kuş ve balığın yuvası olan göl, yakın zamana kadar başta kerevit olmak üzere balıklarla dolu iken barajın yapılmasıyla sularının azaldığı ve yanlış avlanma yüzünden suyu kirlendiği için balıkların tükenmeye yüz tuttuğu görülmektedir.
1-1- 4- Afyonkarahisar- Afyon- Arkeoloji Müzesi;
Kent merkezindeki tek katlı müzede, kalkolitik- taş ve maden çağından başlayarak sırasıyla Eski Tunç, Hitit, Frig, Lidya, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarının yapı ve yapıtları başta olmak üzere Sandıklı Kusura Höyük, Uşak, Burdur, Isparta, Aydın ile Afyon ili ve çevresinde bulunan arkeolojik eserler- taş mermer, kemik, cam, metal kap kacaklar, sikkeler tanrı ve tanrıça heykelcikleri, mimari parçalar, kesici ve öldürücü araçlar vb.-ile etnografik parçalar – dokuma, para, giyim, halı, kilim vb.-antik ve etnografik eserler 9 farklı sergi salonunda ve bahçede de Roma ve Bizans dönemi mezar stelleri, lahitler, küpler, heykeller, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerine ait mezar taşları- sergilenmektedir.
1-1-5- Zafer Müzesi;
Kent merkezi, Anıtpark’ın karşısında, Ermeni ustalar tarafından yapılan müze, neo-klasik tarzda, iki katlı- zemin katta 10 oda, 1 toplantı salonu ve sahnesi ile üst katta, 9 oda ve bir sergi salonu- kâgir binada faaliyet göstermektedir.
Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin planlanarak taarruz emri kararlarına tanıklık eden müzede dönemin önemli şahsiyetlerine ait – Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Paşa ve Batı Cephesi Harekât Şube Müdürü Tevfik Bıyıkoğlu- bilgi ve belgeleradlarına ayrılan odalarda sergilenmektedir.
1-1-6- Sultan Dîvânî Mevlevîhânesi ;
13. -16. yy. da etkin bir şekilde kullanılan Mevlevihane Hz. Mevlânâ’nın yedinci kuşak torunlarından Sultan Dîvânî tarafından kurulmuştur.
Afyonkarahisar Sultan Dîvânî Mevlevîhânesi, hem Anadolu’da kurulan ilk Mevlevihanelerden biri olması hem de Mevlevilik ile tasavvufi ve dini hoşgörüyü bilme, anlama, uygulama açısından önemli bir merkezdir.
Sultan Dîvânî Mevlevîhânesi, Anadolu’daki Mevlevihaneler içinde Konya Mevlevîhânesi’nden sonra en dikkat çeken Mevlevîhâne olarak görülmektedir.
40 Hatimli Şifalı Aşure geleneğinin ilk başlatıldığı yer olan merkez 1902’de yanmışsa da 1908 yılında tekrardan bahçede Derviş Odaları, Matbah, Hamuşan- Mezarlıkla inşa edilmiştir.
2008 yılında restore edilen yapı, halen Sultan Dîvânî Mevlevîhâne Müzesi şeklinde hizmete vermektedir.
1- 2- 1- Dinar- Kelainai- Apameia- Kibitos- Kibotos;
Dinar’da tarihi Kral Yolu üzerinde, Frigya’nın batısı, Samsun ve Akdağların -Mesogis- Signias- birleşimindeki Toptepe ve Üçlerce -iki küçük tepeden ovaya genişleyen, kaynağı Aulutrene- Eldere Gölü olan Menderes ve Suçıkan- Çine Çayı -Maiandros ve Marsyas- nehirleri arasındaki bir alanda kurulu Kelainai Antik Kenti’nin Frigyanın satraplık merkezi ve en zengin yerleşim yeri olduğu varsayılmaktadır.
Ova içinde yer alan Dikici Höyük’te geç neolitik döneme ait seramik parçalarının bulunmuş olması yerleşim yerinin tarihini MÖ 2000 yıllarına götürmektedir.
Kelainai’nin bu dönemde deniz kavimlerinin göçüyle Firigya hakimiyetine girdiği, Ksenophon’a ve zengin Kelainai Luvius’a göre de Friglerin başkenti olmuştur.
Ayrıca Lidya’nın sınır kenti olan Kelainai’nin önemli bir ticaret merkezi olduğu kentte bulunan çok sayıdaki Lidya seramikleri ve parfüm, krem kapları- Lydionlarından anlaşılmaktadır.
Ana kavşak yolları üzerinde bulunduğu için stratejik ve ekonomik öneme sahip Kelainai’de MÖ 481- MÖ 480 yılları arasında dönemin en zengini Lydia’lı Pythios’un Pers kralı Kserkses’i karşıladığına dair belgeler bulunmaktadır.
Pers krallarının Hellas seferlerinde kullanılan Kelainai’de MÖ 401 yılında Ksenophon ile gelen Pers Kralı Kyros 30 gün süreyle 13 bin askeriyle konaklamış ve akropolise- yüksek kente birer saray ve vahşi hayvanlar için bir av bahçesi ile pazar yerleri yaptırmıştır.
Ksenophon’un yazdığına göre “ Buradan -Kolossai- hareket edip üç günlük bir yürüyüşle, yirmi parasang giderek, Phrygia’nın büyük, zengin ve kalabalık kenti Kelainai’a vardı. Kyros’un orada bir sarayı, hem bedenini çalıştırmak hem de atlarına talim yaptırmak istediğinde, atla avladığı vahşi hayvanlarla dolu, büyük bir parkı vardı. Maiandros nehri bu parkın ortasından akar. Onun kaynakları sarayların yanındadır. Sonra Kelainai kentinin içinden geçer. Büyük kralın da, Kelainai’da Marsyas nehrinin kaynakları üzerinde, akropolis altında korunaklı sarayları vardı…Kserkses’in savaşta yenilip Hellas’tan dönerken Kelainai kalesini ve bu sarayları yaptırdığı anlatılır. Kyros burada otuz gün kaldı.”
Kelainai’nin merkezinde bulunan Akhamenid seramikleri ve sigloi sikke hazinesi de bu bilgileri doğrular niteliktedir.
MÖ 333 yılında Büyük İskender Kelainai’yi ele geçirip askerleriyle 10 gün konaklamış ve Antigonos’u Frigya Satrabı yaparak antik kenti ona bırakmıştır. Ancak ölümünden sonra komutanları arasında satraplık mücadelesinin olduğu bilinmektedir.
Uzun yıllar farklı satraplarca – MÖ 323 -MÖ 320 Antigonos Monophtalmos, MÖ 320- MÖ 319 Kelainai, Eumenes, MÖ 301 İpsos savaşıyla Lysimakhos, Koropedion savaşıyla Seleukoslardan MÖ 281-MÖ 261 Antiokhos Soter, MÖ 223- MÖ 187 III. Antıchos ve oğlu MÖ 187- MÖ 175 Seleukos- yönetilmiştir.
MÖ 190 Magnesia savaşı ve MÖ 188 Apemeia Barışı’nın da yapıldığı Kelainai, MÖ 281- MÖ 261 annesi Apama’a atfen Apemeia ve değişik adlarla da -Sandık, kutu anlamında Kibitos, Kibotos- olarak da anıldığı araştırmalarla ortaya çıkarılmıştır.
Daha sonra Pergamon krallığının bir parçası haline gelen ve MÖ 133 yılında III. Attalos’dan sonra krallıkla beraber Roma’ya bağlanan Kelainai, bu karara karşı çıkanlar kraliyet ailesi üyelerinin üç yıl süren isyanlarına sahne olmuştur. Bu dönem MÖ 150- MÖ 120 V. Mithridates’in yönetimine verilen kent MÖ 88 VI. Mithridates tarafından da idare edilmiştir. Ancak sonunda Kelainai Roma’’nın Asia Provincia’nın bir parçası haline gelmiştir.
MÖ 51 Kilikia valisi olan Cicero’nun da 3 gün konaklayıp mahkemeler kurduğu Kelainai- Apameia
İmparator Augustos ve Pax Romana ile Ephesos’tan sonra bölgedeki idari- conventus ve önemli ticareti merkezine dönüşerek Helenlerin kurduğu birliğe de üye olmuştur.
Strabon kent ile ilgili “Apameia, Asia’nın büyük bir ticaret merkezidir, burada Asia’yı özel bir anlamda kullanıyorum ve bu kent Ephesos’dan sonra ikinci gelir; burası hem İtalia’nın hem de Yunanistan’dan gelen ticaret eşyasının genel ambarıdır” diye yazmıştır.
MS 41- MS 54 İmparatoru Claudius döneminde, MS 53’te depremle çok tahrip olan kentin vergi borcu 5 yıl ertelenmiş.
Roma döneminde özellikle MÖ 51- MS 138 önemli conventus merkezi olan kent, Phrygia, Lydia, Karia, Kappadokia, Pamphylia ve Pisidia halklarının toplanma ve pazar yeri olarak gelişimine devam etmiştir.
Özellikle MS 1. ve 2.yy. hatip Dio Chrysostomus’un kentin çok sayıda insanı çekerek kültürel gelişimine de katkı da bulunan önemli bir merkez olduğunu söylemiştir.
23 Temmuz 129 tarihinde Hadrianus’un doğuya ikinci seyahati sırasında Kelainai- Apameia’yı ziyaret ettiği bilinmektedir. Hadrianus ve 193- 211 Septimius Severus zamanı da dahil bölge ve kentte yaklaşık 70 -80 yılda bir deprem olduğunu kaynaklardan öğrenmekteyiz.
Pisidia eyaleti Apameia’da 193-211 Septimius Severus ve 211-217 Caracalla zamanından Roma yardımcı birlikleri- auxilia için önemli bir askeri üs olan castellumun yapılmıştır.
Hıristiyanlığın ilk girdiği Anadolu’un önemli yerleşim merkezlerinden Kelainai- Apameia 325 yılındaki Nikaia’daki consilinde Tarsicius adlı bir piskoposla temsil edilmiştir.
5.yy. da halen konaklama merkezi olarak kullanıldığı görülse de 284- 305 Diokletianus Nikomedia’yı öne çıkarınca Apameia 4. yy’dan sonra önemini kaybetmeye başlamıştır.
306- 337 yılları arası I. Constantinus zamanında Thema sisteminde, Siblia ya da Soublaion gibi askeri merkezler öne çıkıp 330’da Byzantion da askeri yolunu değiştirince Apameia’nın stratejik önemi iyice azalmıştır.
2. ve 3. yy.da toplumun yapısının dinsel temelli değiştiği anlaşılmaktadır. Öyle ki ; Apameia sikkelerine dahi yansıyan, Sibylla Kehanetleri’ne göre Phrygia’daki Marsyas kaynaklı Ararat Dağı’na inen Nuh’un gemisinin Apameia ile bağlantısının daha çok Yahudi nüfustan ileri geldiğinden bahsedilmektedir.
Ayrıca Apameia’daki ağırlığı olan Hıristiyan gruplar asıl Kudüs’ün Pepuza- Karayakuplu köyü- Karahallı-Uşak olduğunu iddia ederek bölgede Montanizm mezhebini yaymaları ritüellerini buraya taşımalarına neden olmuştur.
Ancak imparatorlar paganizm gibi Montanizm inancını da tanımamışlar, böylece 190 yılında Montanistler, devlet otoritesine karşı geldikleri gerekçesiyle Apemia’da idam edilmişlerdir.
1076 yılında büyük akınlarla Anadolu Türklerle tanışmaya başlamıştır.
Lykus Vadisi civarına da akınların artması Apameia -Gingler- Ginler- Homa -Siblia sınırının çizilmesine neden olmuş ve Bizans’ın bölgedeki hakimiyeti zarara uğramıştır.
1076- 1119 yıllarında Antik yolların Lâdik -Laodikeia- Apameia yolları Türklere geçse de Bizans etkisi 1081-1185 Komnenos Hanedanı Dönemi’nde de devam etmiş.
1190 yılında III. Haçlı Seferiyle Rahip Tagenon’un yazdıklarından “Türklerin an az bulunduğu bölge” demesi ve burada Alman Kralı Friedrich Barbarossa’nın Acı Göl civarındaki yürüyüşünden bahsederek Apameia’dan söz etmemesi bölgenin Türklerin elinde olduğunu göstermektedir.
Daha sonra Beylikler Dönemi ile Lâdik, Honaz ve Afyonkarahisar ile Sahipata Fahrettin Ali’nin oğullarının ardından Germiyanoğullarının mülkü olan bölge ve Apameia 1429 yılında Osmanlı Devleti’nin olmuştur.
Uygarlıklara ait kentte geriye kalanlardan; Montanizm inancının izlerini taşıyan Apameia sikkeleri, Lydialılar tarafından yönetilen ve o dönemin en zengin kentlerinden biri olan Kelainai’nın yapılarından geriye pek fazla bir şey kalmasa da Lydia dilindeki bir mezar yazıtı ile elektron sikkeler önemli arkeolojik buluntulardır.
193-211 Septimius Severus ve 211-217 Caracalla zamanına ait 10 latince yazıt, 308-311 tarihli bir yazıtta bulunmuştur.
Kelainai’ye 30 km. uzakta, doğal kayalık bir tepede, 6 m. yükseklikteki Tatarlı Tümülüsü’nün taş duvarları boyalı frizlerle işli mezar odaları son derece ilginç tarihi yapılardır.
Çölovası antik yerleşkesi olarak da anılan Tatarlı Tümülüs’ünün yakınında bir Roma yerleşkesi, Phrygia Metropolis- Campus Metropolis bulunmaktaydı.
MÖ 404 yılında evinde öldürülen Atinalı devlet adamı Alkibiades adına Melisse Köyü yakınlarında yaptırılan anıt mezar bulunmaktadır.
Roma İmparatoru Hadrainus’un her yıl bu anıta kurban kestiği ve yapıya mermer bir heykel eklettiği bilinmektedir. MÖ 17’ye tarihlenen ve Ephesos’un Asia Eyaleti Gümrük Yasası yazıtında, Apameia’nın 12 conventus bölgesinden ve mahkeme merkezlerin biri olarak: Ephesos, Miletos, Hilikarnassos, Smyrna, Pergamon, Adramytion, Hellespont, Sardeis, Kibyra, Apameia, Synnada ve Lykaonia’dır. 1. yy. daki Apameia conventusuna, Metropolis, Dionysopolis, Euphorbium, Akmoneia, Peltai, Siblia ve ismi bilinmeyen 9 kentin vatandaşlarının geldiği belirtilmiştir.
MÖ 1. -MS 1. yy . yazıtlar bulunmuş. 69- 79 Vespasian’ın bastırdığı sikkelerdeki bilgilerden Apameia’nın Phrygia Birliği’ne üye olduğu anlaşılan kent, 98-117 Traianus dönemine ait başka bir yazıtın alt bölümü kırık olduğu için 21 tanesinin –Metropolis, Euphorbium, Dionysopolis, Kainai Kome, Hyrgaleis, Eukarpia, Ammoniatai, Antoniupolis- Tripolis, Peltai, Assaiorenoi, Eumeneia, Siblia, Akmonia, Sebaste, Moksanaoi, Hierapolis, Lysias, Otrus ve Stektorion– adı görülmekte Apameia’ya gelen adı geçen kentlerden 117-138 Hadrianus Dönemi’nde de conventus merkezi olduğu Dinar’da bulunan iki yazıttan anlaşılmaktadır.
MÖ 190 Kayalar üzerindeki Tümülüs’e çok sayıda mezar odası yapılmıştır. Mezar odalarının duvarlarındaki frizlerde Perslerin yaşamı, savaşları, cenaze törenleri, konvoylar, hayvanları, kıyafetleri vb. kullandıkları malzemeler hakkında pek çok bilgiye ulaşılmakta Osmanlı dönemi Dinar’da 1899 yılından önce yapıldığı düşünülen Abdi Bey medresesi, Baba Bey Cami ve Ulu Köy’de Dikici ve Bey medreseleri bulunmaktadır.
Dönemlerine bakılmaksızın zamanla yazık ki yağmalandığı için yapılar ve resimler çok zarar görmüştür.
1-3-1- Bolvadin- Bolvadin Belediye Müzesi;
Bölgede yapılan kazılarda elde edilen 88 arkeolojik eser, 692 etnografik eser, 63 sikke, 3 arşiv vesikası, 2 adet el yazması kitap olmak üzere 848 adet taşınır kültür varlığı sergilenmektedir. Bölgeyi ve kenti tanımak isteyenlerin mutlaka uğraması gereken müzede tarihi bilgilere, somut verilerle tanıklık edebilirler.
Türkiye’nin en önemli kavşak kentlerinden biri olan Afyon ve çevresinde yaşayan binlerce yıllık uygarlıkların tarihlerine ve kültürlerine tanıklık ettikleri ören yerleri, müzeler ve sit alanlarının-Aslantaş Mezar Anıtı, Afyon-İscehisar-İhsaniye arasındaki 500 milyon yıllık kayaların 10 milyon yıl öncesinde tüflerle kaplanarak peribacaları şeklinde irili ufaklı kaya oluşturmaları, volkanik kayaçlar ve içlerine oyulan başta Ayazin Kalesi, Bizans mezarları, Roma-Bizans kiliseleri, MÖ 1200- MÖ 546 yılları arasında Metropolis olan Ayazin Köyü, Göynüş Vadisi- 2.5 m.lik Yılantaş, Maltaş, MÖ 8.yy. Frig anıtları, İstiklal Harbi Müzesi- yanında kent sahip olduğu doğal güzellikler- mağaralar, peri bacaları, parklar ve özellikle termal merkezlerden başta, Gazlıgöl, Sandıklı-Hüdai, Ömer-Gecek, Bolvadin- Heybeli Termal Turizm merkezleri- ile her gün binlerce ziyaretçinin ilgisini çekmektedir.
Bunların yanında kent ve çevresinde görülmesi gereken mekânlar Ulu ve Kuyulu camileri ile Altıgöz Köprüsü Selçuklu döneminde yapılmış tarihi yapılar olarak kentte halen varlık göstermektedirler.
Osmanlı döneminde kente yaptırılan başlıca yapılar –Kubbeli ve Ak mescitler, Arasta, Kale, İmaret ve Mısri camileri– olarak sıralanabilir.