HATAY (ANTAKYA)

COĞRAFİ:

Komşular; Denizden yaklaşık 67- 80 m yükseklikte, Akdeniz’in doğusu ve ülkenin en güneyinde yer alan Hatay kıyıdan 22 km içeride kalmaktadır. İl, güneyde Suriye, batıda Akdeniz, kuzeybatıda Adana, kuzeyde Osmaniye ve kuzeydoğuda Gaziantep ile komşudur.

Yüzölçümü; 5600 km2

İlçeler; Altınözü, Arsuz, Belen, Defne, Dörtyol, Erzin, Hassa, İskenderun, Kırıkhan, Kumlu, Payas, Reyhanlı, Samandağ, Yayladağı, merkez ilçe Antakya.

İklim; Hatay genelinde yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı Akdeniz iklimi hâkim gibi görülse de, İskenderun Körfezi dışındaki yerlerde Akdeniz ikliminin sert tipi hissedilmektedir.

Bitki Örtüsü; Hatay başta 1700 m Kızıldağ Tepe, 1668 m İkiztepe, 2076 m Hassa- Kuşçu Tepe ve 2240 m Bozdağ- Mıgır tepeleri içine alan yaklaşık 175 km uzunluğundaki  Nur- Amanos dağları,  Elmadağ, 500 m Habibi-i Neccar ve 1235 m Ziyaret  Dağı’nı içine alan 1729 m Keldağ ( Cebel-i Akra), Musa, Mansuriye gibi dik olduğu için zor geçit veren (en bilineni 600 m Belen geçidi) dağlarla çevrilidir. Bu dağlar il  topraklarının yaklaşık % 46,1’ini kaplamaktadır.

Tarımın da yaygın olmasını sağlayan zengin su kaynaklarıyla-başta 571 km ‘nin 98 km’si Türkiye’den geçen Orontes (Asi Nehri), Karasu, Afrin çayları, Amik Gölü– ile beslenen ilin % 33,5 ovalar- Amik, Dörtyol, Erzin, Payas, Arzus, İskenderun, Samandağ ovaları- ile 800 -1000 m. yükseklikteki yaklaşık % 20,4 platolarda- Belen, Atik, Zorkun, Güzelyayla- Soğukoluk – yerleşimin  yaygın olduğu görülür.

Bitki örtüsü bakımından Hatay’ın kıyıya paralel ilçesi İskenderun ve civarında makiler, bazı ilçelerin yüksek kısımlarında da çam ormanlarının sıklığı dikkat çekmektedir.

Ulaşım; Konumu nedeniyle ana yollardan içerde kalmasına karşın oldukça iyi koşullardaki karayoluyla  ülkemizin her yerinden Hatay merkezine ve ilçelerine kolaylıkla ulaşılabilmektedir.

2007’den bu yana havayolu ile de ulaşılabilen Hatay’da tüm yörenin liman gereksinimine yanıt verebilecek nitelikteki İskenderun Limanı, İstanbul- Beyrut ticaret gemilerinin uğrak noktasıdır.

Adana- Bağdat demiryolu İskenderun’a da bağlanarak tüm Anadolu’ya seferlerini sürdürmektedir.

Tarihi;

Amik Ovası, Hatay ve çevresinde- Altınözü, Şenköy, Çevlik (Kanal), Yayladağı- Kışlak- sürdürülen arkeolojik çalışmalarla ilin tarihinin MÖ 100.000- MÖ 40.000 yıllarına kadar gittiği saptanmıştır.

Kazılarda ele geçirirlen pek çok buluntu bölgenin paleolitik, neolitik, kalkolitik dönemler ve tunç çağında yaygın bir yerleşim yeri olduğunun kanıtı sayılmaktadır.

Amik Ovası’ndaki 178 höyükte yapılan araştırmalarda MÖ 8000 yıllarında Tell Tainat, Cudeyde, Çatalhöyük, Hamam Vadisi, Atçana, Dehep,  Çatal- Reyhanlı vb. yerlerde yerleşimin olduğuna dair izlerin-  çanak-çömlek, ağırşak, süs eşyaları, ev aletleri, çeşitli madeni figürler, taş mühürler, mızrak uçları, ev temelleri vb.– bulunması bölge ve Hatay’ın geçmişini anlamak açısından çok önemli belgeler kabul edilmektedir.

Bölgenin ilk daimi yerleşimi Tunç çağı MÖ 2334- MÖ 2150 Akadlar ve MÖ1800- MÖ 1600 Yamhad Krallığı ve beylikleri döneminde olduğu yine çalışmalar sonucu ortaya çıkarılmıştır.

MÖ 1700 sonlarında Hitit, MÖ 1490 yıllarında Mısır egemenliğindeki Hatay, Hitit İmparatoru I. Şuppiluliuma- MÖ 1344- MÖ 1322 zamanında tekrar Hitit yönetimine geçtiği döneme ait tablet ve buluntulardan anlaşılmaktadır.

MÖ 1200 yıllarına gelindiğinde parçalanan Hitit İmparatorluğu’ndan Sami- Aramileri bölgede Hattena adıyla yeni bir Geç Hitit Krallığı oluşturdukları Dörtyol -Issos’ta kanlı savaşlar yapıldığı bölgede yapılan arkeoloji araştırmalarla ortaya konmuştur.  Ayrıca Hatay adının Hattiler ya da Hattena Krallığı’ndan geldiği de varsayılmaktadır.

Ancak antik dünyanın ünlü coğrafyacısı Strabon’a göre, Hatay, adına kült yapılan ve festivaller düzenlenen kahraman Triptolemos tarafından bölgeye yerleştirilen insanlar tarafından kurulmuştur.

Hatay’ın Hattena Krallığı, MÖ 9. yy Asur ve Urartu, MÖ 6 yy. da Pers yönetimini yaşadıktan sonra Kilikya Satraplığı içinde yer aldığı da yine araştırmalarla belirlenmiştir.

MÖ 333 yılına gelindiğinde Büyük İskender, Pers İmparatoru 3. Dareios’u yenince bölge ile birlikte Hatay da Makedon ve Helen kültürüyle tanışmıştır.

Hatay, İskenderiye kent planını örnek alınarak Asi Irmağı kıyısı  Silpion (Silpus ) Habib ün Neccar Dağı ile Orontes (Asi Nehri) arasına taşınmış, verimli arazisine çok sayıda mimari yapı eklenerek Helenistik dönemin üç büyük kentinden biri olmuştur.

Bu dönemde çevresi 12 km uzunluğunda, 2.70 m kalınlığında surlarla çevrilen Hatay’a beş büyük kapıdan- Şam, Halep, Bahçeler, Köpek ve Demirkapı- girilmekteydi.

Kent bölgeyle birlikte Büyük İskender’in MÖ 323’de ölümünden sonra kent Selevkos Hanedanlığına geçmiştir. İskender’in komutanlarından – Seleucus I. Nicator, MÖ 400 yöneticiliğinin 12. yılında antik Antigonia kentini yıktırarak kalıntılarıyla kendi adına bugünkü Samandağ (Musa Dağı) güneyine Seleucia Pieria ve babasının adına atfen Antiacheia (Antakya ) kentlerini kurdurarak yeni kentlere Antigonia’nın halkını taşımıştır. Böylece bölge ve Anadolu’da Seleukoslar egemenliğini sağlamlaştırmıştır.

Daha sonra Anadolu’da Antiacheia adıyla kurulan 16 farklı yerleşim yerinden Hatay’ı ayırmak için Lübnan Bekaa Vadisi’nden doğup, Suriye üzerinden Akdeniz’e giderken kentin içinden geçen Orontes (Asi Nehri) adını da ekleyerek bu kente Antiokheia Orontes denilmeye başlandığı yazılı kaynaklardan öğrenilmektedir.

Kentin ilk yerleşimcileri olan  Antigonia’na halkına yeni fetihlerle çok sayıda emekli asker ve Yunan göçmeni de eklenmiştir. Bu insanlar bölgenin yerel halklarından Yahudilerle kaynaşarak birlikte yaşamaya başlamışlar ancak bir süre sonra yönetim tarafından çeşitli ayrıcalıklarla – yurttaşlık ve diğer haklar– kayrılan Yahudilerle aralarında sorun çıkmaya başlamıştır.

Yönetim Yahudilere tanıdığı hakları –zeytinyağı, dinsel yağ almak için para yardımı vb.- bronz levhalara yazdırıp yerleşim yerinin farklı yerlerine astırmıştır. Böylece  diğer halklara göre daha zengin olan Yahudilerin kentteki güçlerinin yanında yerel halkla sürtüşmeleri de artmıştır.

Ayrıca Yahudilerin Yunanlıları kendi dinlerine çekmeye çalıştıkları da çeşitli yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır.

Yine bu dönemde kentin taşıyıcısı olan köprü ve çevresindeki yerleşim yerleri mahallelere bölünmeye başlamıştır. Zamanla birinde Yunan ve Makedon diğerinde de Suriyelilerin oturduğu iki mahalle oluşmuştur. Bu mahallelerle birlikte yeni kent Xenarius tarafından çizilen ızgara plan şeklinde yapılandırılarak yazın Asi nehrinin rüzgârı, kışın ise güneşin iç kesimlere kadar girmesi sağlanmıştır. Bu durum dönemin teknik ve doğa bilgisini göstermesi açısından son derece önemlidir. 

Tarihin ilk dönemlerinden beri önemini koruyan Hatay (Antakya ) ve çevresi yeni fetih, istila ve göçmenlerin ihtiyacına göre değişerek büyümüştür. Ticareti ve sanayisi de sürekli gelişen kentin içinde Kral Sarayı’nın da bulunduğu üçüncü Katoikia– mahalle  MÖ 246- MÖ 226 Seleukos II. Kallikinos ve Antiokhos III Megas MÖ. 223- MÖ 187 zamanlarında eklenmiştir.

Daha sonra  kenti genişletmek adına dördüncü mahalle Silpius Dağı yakınında Epiphanes- Epifania’yı MÖ 175- MÖ 164 Antiokhos IV. Epiphanes (Epiphaneia) döneminde şekillendirilmiş böylece büyük bir metropole dönen Antakya, Tetrapolis (Dördüz Kent) olarak anılmaya başlanmıştır.

Coğrafi etkenlere bağlı olarak nehrin yakınına, dağ yamacına ada şeklinde kurulan bu mahallelerle kentin kapasitesi iki katına çıkarılmıştır.

Seleukos (Seleucos) Hanedanlığının üretim yanında vergi, kraliyet gelirleri, darphaneler ile büyüyüp güçlendiği, çok sayıda yeni ve görkemli binalar – liman, su kemerleri, su kanalları -yapıldığı

geriye kalan belgelerden anlaşılmaktadır. Bu büyümeye paralel olarak yerleşim yerine askeri bir üs de eklenmiştir.

Ancak MÖ 190 yılında Antiokhos III, Magnesia Savaşı’nda Roma’ya yenilince Selevkos Hanedanlığı  Akdeniz’deki bir çok toprağını kaybederek askeri gücünü büyük ölçüde yitirmiştir. Bunun sonucunca Roma’ya haraç vermeye başlayıp MÖ 188 yılındaki Apameia Antlaşması ile de Roma’ya tazminat ödemek zorunda kalınca krallık büyük bir ekonomik darboğaza girmiştir.

Bu olumsuz gelişmeler sonraki Selevkos kralları Seleukos IV MÖ 187- MÖ 175 ve Antiokhos IV Epiphanes MÖ 175- MÖ 164 dönemlerini de etkilemiştir.

Hatay, MÖ 83- MÖ 69 yıllarında Suriye ile Ermeni Kralı Tigranes (Dikran)’ın yönetimine geçse de MÖ 69- MÖ 64 döneminde tekrar Seleukosların egemenliğine girmiştir. 

MÖ 67 yılında, Hayat- Antakya’yı  ziyaret eden Kilikia Prokonsülü Q. Marcius Rex kente bir saray ve sirk yaptırdığı bilinmektedir.

Hatay ( Antiokheia) ve çevresi Libanius’a göre varlıklı bir Seleukos kentidir. Antiokheia’da varlıklı altı yüz yurttaştan oluşan ve tiyatrolarında izlendiği boule (kurulda) yapılan toplantılarla yönetilse de önemli kararları kralın yerel temsilcileri aldığı geriye kalan belgelerden anlaşılmaktadır.

Uzun bir süre daha Seleukos krallarının elinde kalsa da Antakya’da yönetime karşı özellikle yerli Yahudiler bazı haklar etme etmek için sık sık isyan etmiştir. Ancak bölgede güçlenmeye başlayan Roma bir süre Yahudileri ve  isyanlarını desteklemiş gibi görünse de sıkışınca onlara sırtını döndüğü de yazılı kaynaklardan çıkarılmaktadır.

Devam eden huzurluklar Antakya’nın Pompeius’un çabasıyla Roma’ ya bağlanmasına neden olduğu  ve zamanla sakinleşen yerleşim yerinin tekrar özgür kent statüsünü kazandığı anlaşılmaktadır.

MÖ 64 yılında Roma İmparatorluğu içinde yer alan Suriye eyaletinin başkenti olan Antiokheia’ya özerklik tanınmış ve Roma’nın doğudaki rakipleri Partlar’a karşı Suriye topraklarındaki en önemli üssü olmuştur.

Roma’ya bağlandıktan sonra Antakya, Helenistik başkentten Roma metropolüne dönüşmeye başlamıştır.       

MÖ 47 yılına gelindiğinde  bölgedeki savaşta Iulius Cesar’ın yanında yer alan Antakya’ya yeni bir bazilika 8doğunun ilk bazilikası) tiyatro, amphitiyatro armağan edilmiştir.

Tüm bu süreçte ticaret, sanayi ve askeri açıdan sürekli gelişim gösteren kente yarışır şekilde çok sayıda yeni saray, köşk, villa, kent kurulu binası, Jupiter Kapitolinus Tapınağı, devlet ve ticaret agoraları, meyve bahçeleri,, hanlar, IV. Antiokhos- halk hamamları, su kemerleri, hipodrum, kanalizasyon sistemi,  Büyük Herodes- mermer caddeler, tapınaklar, çeşitli heykeller ile 130 metresi dağın altından geçen 1380 metrelik kanal ile kent zenginleştirmiştir.Ayrıca İpek Yolu’nu Akdeniz’e bağlayan güzergâhta- Akdeniz- Halep, Suriye, Mısır ve Arabistan – Antiocheia da yer almıştır.

Antiocheia, 2. yy. geldiğinde Roma ve İskenderiye’nin ardından 200 ya da 300 bin nüfusuyla dünyanın en kalabalık üçüncü yerleşim yeri olmuştur.

Libanius  kentten –Biri tiyatro inşa etti, diğeri şehir meclisi, diğeri yolları düzeltti, diğerleri suyolları ile su getirdi…”diye bahsetmiştir.

Ancak bu kadar geniş zaman dilimi içinde aralıklarla meydana gelen yıkıcı depremler ve Silpion Dağı’ndan dolayı kentin giriş ve çıkışlarının görülememesi Antakya’yı savunmasız kıldığı için sıklıkla yağma ve yıkımlara sahne olmuştur.

Özellikle MÖ 3. yy. da artan Pers ataklarına karşı Roma için önemi bir sınır kenti olan Antakya’yı imparatorlar sık sık ziyaret etmişler. MÖ 300 yıllarında yapılan kent surlarına Roma ve daha sonra Doğu Roma- Bizans da eklemeler yaparak  23.600 m. uzunluğa ulaştırılmış. Ancak 256-540 yılları arasında kent aralıklarla özellikle Persler tarafından yağmalanmıştır.

Bu dönemde nüfus azalsa da askeri öneminden dolayı kısa zamanda tekrar gelişerek büyümeye devam etmiştir.

Surlarının önemli bölümü Haçlı seferleri sırasında yıkılsa da bu dönemde de kent Akdeniz’den İskenderiye’ye rakip tek yerleşim yeri olarak varlığını sürdürmüştür.

Birinci yüzyılın ilk yarısından sonra Kudüs’ün dışına çıkan yeni din Antakya üzerinden Anadolu’ya yayılmaya başlamıştır. 

Aralıklarla kente göç eden ve sahip oldukları hakları Roma makamlarınca da desteklenen ve bu yüzden diğer halkların tepkisini çeken Yahudilere eklenen sünnetsiz Yahudiler, Hıristiyanlığı kabul etmeye başlamışlardır. 

İlk Hıristiyan olan sünnetsiz Yahudilerden özellikle Antiokheialı Nikolaos yeni dinin kabulü ve gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Anadolu’ya yayılmaya başlayan bu yeni tek tanrılı dine Hıristiyanlık, inananlara da Hıristiyan adı ilk defa Hatay’da  (Antakya) verilmiştir.

34- 36 yıllarında St. Paul, St. Barnabas ve St. Pierre tarafından sokaklarında vaaz verilen Antakya’nın Hıristiyanlığın Anadolu’da gelişmesi sırasındaki rolüne bağlı olarak dünyanın ilk Katolik Mağara Kilisesi St. Pierre Kilisesi, Aziz Petros tarafından ibadete açılmıştır.

Hıristiyanlık bölge ve Roma devleti içinde  gelişince kent, imparatorluğun üçüncü büyük metropoliti durumuna yükselmiştir. Ayrıca, üç farklı Hıristiyan inanca- Ortodoks, Katolik ve Protestan- ait kiliseler  ile St. Simon- Stylite Manastırı, Yayladağı- Barleam Manastırı ve Keldağı- Barleam Manastırı ile de Hatay dört büyük patriklik merkezinden biri olmuştur.

Antakya’da 337 yılından önce Sami dilinde sikke basılmamış ise de kentte farklı dinler gibi farklı dillerin de varolduğu, iç kesimlerde Aramice’nin yerel ağzı Süryanice’nin ağırlıkla konuşulduğu ve bu dil etkisini Hıristiyanlık döneminde de sürdürdüğü bilinmektedir.

Ancak Hıristiyanlık gelişirken ilk tek tanrılı din Musevilik’e inananan Musevilerin sayıları azalsa da kentteki Sinagoglar da tüm bu süreçlerde varlığını sürdürmüştür.

Roma İmparatorluğu 395 yılında ikiye ayrılınca Hatay, Doğu Roma-Bizans sınırları içinde kalarak farklı dinler gibi farklı dillere de ev sahipliği yapmaya devam etmiştir.

Ve nihayetinde sahip olduğu kutsiyet ile Hatay- Antakya, 1963 yılında, Papa IV. Paul tarafından kutsal hac yeri olarak da ilan edilmiştir.

Bunca yıl bunca insan tarafından Antakya’nın cazip bir yerleşim yeri seçilmesinin nedeni verimli arazisi, su kaynaklarına yakınlığı, ılıman iklimi ve önemli ticaret yolları üzerinde olmasıdır.

Tarihçi Prokopius, 6. yy. eşek boğan sel baskınlarına neden olacak kadar bol su kaynağı bulunan, son derece elverişli doğa ve iklime sahip Antakya’ya Asi Irmağı’ndan gemilerle iç bölgelerin bile gereksinim duydukları ürünler taşınabildiğini yazmıştır.

Antakya’da İslamiyet dönemi, 638 yılında Emevi ve 661- 750 Abbasi egemenliği ile başlamıştır. Güçlenen Müslüman devletlerle- 877 Tolunoğulları, daha sonra İhşitler, 944 Hamdanoğulları- kente baskıları devam etmiştir. Kendi aralarındaki savaşlar nedeniyle kent, 969 yılında yeniden Bizans topraklarına katılmıştır.

Ancak bölgeye gelen İslamiyet ve Türkler zamanla artan nüfusları sayesinde 1084 yılında bölgeyi ve kenti Selçuklu toprağı yapmıştır.
7. yy. da Arapların istilası nedeniyle bir sınır kenti olan Antiokheia, 1097’de Haçlılar tarafından kuşatılarak Haçlı Prensliğinin merkezi yapılmıştır. 1268 yılında Müslüman Memluklar tarafından alınan kentin 171 yıldır süregelen Antakya Haçlı Prensliği sona erdirilmiştir.

Bölgede hüküm süren Memluklar ve Osmanlı arasında yapılan savaşlar sonucunda 1516 yılında Antakya, Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı toprağına katılmıştır.

Kent ve civarına1548-1574 yılları arasında çok sayıda Müslüman getirilerek yeni yeni köyler oluşturulmuştur.

Bu yeni nüfusun ihtiyaçları olan iskele, tersane, kale, cami, han, hamam, kale ve imaret inşa edilerek Antakya Müslümanların da önemli inanç merkezi haline dönüştürülmüştür.

Halen kent ve çevresinde 260’tan fazla ziyaret yerinden bahsedilmektedir.

Bu dönemin önemli ibadet merkezlerinden, Habib Neccar, Şeyh Ahmet Kuseyri ve Ulu camiler görülmeye değer dini yapıların başında gelmektedirler.

1916 yılında İngilizler, bir yıl sonra da Fransızlar tarafından işgal edilen Hatay, 1921 yılında tam bağımsızlığına kavuşmuştur. Kent, 1939 yılında yapılan oylama ile kent halkı Türkiye toprakları arasında yer almayı seçmiştir.

Ancak ilk kurulumundan günümüze kadar defalarca depremle yıkılıp yine aynı yere inşa edilen Hatay’ı  6 Şubat 2023 tarihli son deprem bir kez daha yıkılmıştır. Bu durum çağlar boyunca gelişen teknolojiye rağmen değişmeyen zihniyetle yüksek büyük binalarla doldurulan Hatay, çok sayıda tarihi eserle birlikte binlerce cana mezar olmuştur. 

Hatay ve Çevresindeki Tarihi Yapılar;

2-1-1- Antakya Arkeolojik- Mozaik Müzesi;

Antakya Arkeolojik- Mozaik Müzesi’nde Amik Ovası’ndaki 178 höyükten çıkarılan binlerce yıl öncesine uzanan tarihi buluntular -El- Cüdeyde, Dehep, Çatalhöyük, Seleukia Pieria, İskenderun, Tainat, Mina, Açana, Güzelburç, Samandağ, Daphne- Harbiye gibi yerleşim yerlerinden getirilen Hitit, Helenistik, Roma ve Bizans vb.- ile bölgenin varsıl yaşamına tanıklık eden pek çok saray, köşk, tapınak, sur, su kemeri, kapı vb. sergilenmesi bu müzenin sadece bölgenin değil ülkenin hatta dünyanın sayılı müzeleri arasında yer almasını sağlamıştır.

Ayrıca 1. ve 5. yy. Harbiye civarından çıkarılan mozaikler ile bölgenin usta sanatçıları tarafından yapılan Helenistik dönemine ait dünyanın en zengin ve ünlü mozaik eserlerinin de- Okeanos  ve Tethys, Dansözler, Pskheler, Sarhoş Dionysos, Apollo ve Daphne vb. – yer aldığı müzede sikkeler ve heykeller de görülebilmektedir.

Müzede bu eserlerin yanında özellikle dünya arkeolojisi açısından çok önemli Hitit Prensi Yarım-Lim’e ait bazalt heykel ve  yaklaşık 35.433 tarihi değeri olan yapıt da gözler  önüne serilirken bir yandan da bölge ve kentte arkeolojik kazı çalışmaları da devam etmektedir.

Ancak yaşayan 6 Şubat 2023 depremiyle kentteki tarihi yerler ve  yapıların önemli bölümü de  zarar gördüğü için onarılıp tekrar ayağa kalkacakları günü beklemektedirler.

2-1-2- Antakya- Kale ve Surlar;

Habib’ ün Neccar (Silpius Dağı ) üzerinde yer alan 6. yy. Jüstinianus zamanında yapılan ve bugün sadece duvarlarının görülebildiği kalenin önemli bir bölümü depremler ve Arap istilalarından zarar görmüştür.

Kalenin yapımına ait bazı bilgiler; bu yapıyı 10. yy. Bizans İmparatoru Nikephoros Fokas ya da MÖ 300’de İskender’in komutanlarından Seleucos I. Nikator yaptırmıştır.

Çok sayıda ulusa ev sahipliği yapan kentin yerleşiminin kaleye doğru genişlediği saptanmıştır.

Seleucos, Roma, Bizans, Haçlı, Selçuklu ve Osmanlılar tarafından kullanılan, çok sayıdaki savaş ve depremle zarar gören kale, 11. yy. da Haçlılar tarafından onarılarak tekrar askeri amaçla kullanılmaya başlanmıştır.

Kalede 360 adet gözetleme kulesi ve 5 kapı-Halep-St. Paul, Demir, Şam ve Köprü- bulunmaktadır.

2 -1-3- Antakya- Harbiye (Daphne);

Antakya’ya 7 km uzaklıktaki Harbiye, ilk daimi yerleşimcilerden – Seleukos, Roma ve Bizans- günümüze Daphne adıyla ünlü bir mesire yeri olmuştur.

Seleukoslar döneminde, Harbiye’de Apollon Pythia’ya adanan bir ormanda onun adına festivallerin düzenlendiğine dair bilgilere çok sayıda belgede rastlanmaktadır.

IV. Antiokhos tarafından düzenlenen olimpiyatların yapıldığı olimpik stadyum da Daphne’nin önemini iyice arttırmıştır.

Ayrıca geçmişten bugüne kentin ünlü eğlence 8şölen merkezi ) olan Daphne’ye çok sayıda köşk, şölen alanları, tanrı ve tanrıçalar -İsis, Artemis, Apollon, Aphrodite- için heykeller, tapınakların da eklendiğine dair yazıtlar mevcuttur.

251-253 yılları arasında İmparator Trebonianus Gallus zamanında tahrip olan Apollon Tapınağı’nın karşısına Hıristiyan Tapınağı yapılarak burası bir çeşit şehitlik- Marytyrion olmuş ve St. Barnabas’ın rölikleri burada saklanmıştır.

7. yy. Arap istilalarıyla çok zarar gören Daphne eski önemini kaybetse de 10. yy. da Bizans döneminde tekrar canlandırılmıştır.

Günümüzde cazibesinden pek bir şey kaybetmeyen Daphne (Harbiye) Şelalesi ve mesire yeri bölge halkı için cazip bir dinlenme, serinleme ve eğlence yeri olma özelliğini sürdürmektedir.

2 -1-3- Antakya- Su Kemerleri;

Deniz kenarına yakın bir kent olmasına karşın çevresindeki dağlar yüzünden Antakya’nın suya ulaşması hiç kolay olmamıştır.

Su, tarih boyunca suyolları ve kemerlerle Defne çağlayanlarından kente aktarılmaya çalışılmış.

Kente kanallarla ilk suyu getiren I. Seleukos’un ardından Caesar’da kentin yukarı kısımlarına kanallar yaptırarak kentin su gereksinimini karşılamaya çabalamışlardır.

MÖ 2. yy. da Romalılar tarafından yaptırılan kemerler ise kent hastanesi ve Habib ün Neccar (Silpius Dağı) arasında bulunmaktaydı.

2-1- 4- Antakya -Köprü-(Demirköprü ,Traianus-Kandra ) Su Kemeri;

Asi (Orontes) Irmağı kıyısında bulunan ve ortaçağın en önemli geçitlerinden biri olan köprü, Romalılar zamanında yapılmıştır. Kentteki bazı köprülerin de yine Roma dönemi İmparator Traianus tarafından yaptırıldığı ya da onartıldığı kaynaklarda geçmektedir.

Irmağın iki yakasını birbirine bağlayan Demirköprü ve Memekli Köprü de denilen Kandra da diğer köprülerle birlikte kentten ovaya doğru açılmaktadır.

2-1-5 -Antakya- Ulu Cami;

İslami dönemde kentlerde inşa edilen en eski ve en büyük dini yapılardan ulu camilerden biri de  Antakya Ulu Cami’dir. 

Asi Nehri’ne yakın caminin üzerinde Hicri 1117 tarihi bulunsa da tam tarihi anlaşılamayan caminin mimarisi ve yapılış stilinden Memlûk ya da Selçuklu dönemine ait olabileceği düşünülmektedir.

Osmanlı döneminde bir kaç defa onarım geçiren caminin önemli bölümü 16. yy. da tonozlu ve düz çatılı olarak tekrar inşa edilmiştir.

Doğu- batı yönünde dikdörtgen planlı caminin zaman zaman tamir edilen Osmanlı tarzındaki silindirik yüksek minaresi şerefeli ve sivri külahlıdır.

Pek çok camide olduğu gibi iç mimarisinin sadeliği yanında Ulu Cami’nin duvarlarındaki altın harflerle yazılı ayetler ile değerli Türk halıları son derece dikkat çekicidir.

Caminin geniş avlusunda taş döşeli bir şadırvan bulunmaktadır.

Zamanla depremlerden zarar gören yapı, çeşitli defalar onarım görmüştür.

2-1-6- Antakya -Sen Piyer (Saint Pierre-Aziz Petros) Kilisesi;

Dünyadaki ilk mağara kilise olarak kabul edilen St. Pierre Kilisesi, Habibi Neccar Dağı’ndaki doğal bir mağara- genişliği 9.5 m derinliği 13m ve yüksekliği 7m – oyularak yapılmıştır.

Havari Barnabas ve Paulos tarafından 42 yılında kiliseye çevrilen mekânın ilk patriği Havari Petros’tur.

Halen İncil’den alınan sahnelerin yer aldığı mozaik ve freskleri ile dikkat çeken kilise, Hz. İsa’ya inanların Hıristiyan olarak adlandırıldığı ilk kutsal yapı olduğu için Hıristiyanlar tarafından son derece önemli bir ibadet merkezidir.

Hıristiyanlığın gelişmesinde çok önemli bir rolü olan kilise, 1963 yılında Papa IV. Paul tarafından kutsal hac yeri olarak ilan edilmiştir.

Başta Katolik cemaati olmak üzere tüm Hıristiyanlar için önemli bir ibadet merkezi olan St. Pierre Kilisesi’nde her yıl 29 Haziran’da dini törenler düzenlenmekte ve yapıyı çok sayıda inanan ziyaret etmektedir.

2-1-7- Antakya -Sen Piyer (Saint Pierre- Aziz Pierre) Kilisesi;

Hürriyet Caddesi’nde yer alan kilisenin yapımına ilk olarak 1860’lı yıllarda başlanmış ancak yapı 1872 depreminde yıkılmıştır.

Daha sonra dikdörtgen plânlı ve avlusu revaklarla çevrili kilise, 1900 yılında onarılarak tekrar ibadete açılmıştır.

2-1-8- Antakya-Tell Açana (Alalah);

Hatay yakınlarında MÖ 2100 yılına ait bir höyük yerleşkesidir. Tell Açana’da MÖ 2000 civarında Akad, Hitit, Hurri, Mitanni, Mısır ve ardından tekrar Hititlerin yönetim sürdüğü yapılan araştırmalarda ortaya çıkarılmıştır.

MÖ 1200 yıllarına gelindiğinde denizci kavimlerin yaşadığı bölge ve Tell Açana daha sonra Geç Hitit, Asur, Pers, Makedonya, Seleukos, Roma, Bizans, Sasani, Arap, Selçuklu, Haçlı ve Memluklar dönemlerini de yaşayan önemli bir merkezdi.

Tell Açana, Osmanlı döneminde Fransız işgalcilerce yerleşim yeri olarak kullanılsa da bağımsızlık ve kurtuluştan sonra Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanmıştır.

Ören yerinde yapılan kazılarda, Mitanni diliyle yazılmış tabletler, surlar, ev ve cadde kalıntıları, aslan heykelleri, seramik, mutfak aletleri, vazolar ve çeşitli freskler bulunmuştur.

2-1-9- Antakya – Katolik Kilisesi;

Kurtuluş Caddesi’nde yer alan kilise halen ibadet amacı ile kullanılmaktadır.

2-1-10- Antakya -Hıristiyan Rum Ortodoks Kilisesi;                                                 

1833 yılında, Mohammed Ali oğlu İbrahim Paşa’nın izni ile ahşap, basit mimari tarzda yapılan kilise, daha sonra beyaz taşlı, yüksek bir platformda bir avlu ortasına taşınmış ve etrafı odalarla çevrilmiştir.

Son derece güzel bir Doğu Ortodoks Kilisesi olan yapı, depremlerden zarar görünce Ruslar tarafından onarılması Rus mimari etkisini gözler önüne sermektedir.

Kilisenin üç salonu ile batı, kuzey, güney yönlerine açılan üç büyük kapısı bulunmaktadır.    
Kilisede dini içerikli malzemelerin yanında Bizans, Rus ve Suriye kökenli ikonalar bulunmaktadır.

Ayrıca kilisede tarihi antik dönemlere kadar gittiği düşünülen taştan yapılan Taufe Curunu ( Vaftiz Kuyusu) yer almaktadır.

Yapının altında bir de mezarlık bulunmaktadır.        
1911 yılında, Patrik IV. Gregorios zamanında yapılan ve halen Ruhban Okulu olarak kullanılan bir başka yapı da kilisenin kuzeyinde yer almaktadır.

2-1- 11- Antakya -Arap Ortodoks Kilisesi;                                             

Halen kentin en gösterişli yapılarından biri olan kilise, 1872 yılında inşa edilmiştir.

Daha sonraları çeşitli nedenlerle yıpranan ve 2000 yılında tekrar onarılan yapı zamanla sayıları gittikçe azalan cemaate halen hizmet vermektedir.

2-1- 12- Antakya -Protestan Kilisesi;                                       

2000 yılında, Güney Kore Kwong Lim Metodist Kilisesi tarafından Protestan Kilisesi olarak tanınan yapı Fransızlar döneminde elçilik ve Fransız Bankası olarak da kullanılmıştır.

Sivri kemerli bir kapıyla girilen ve ana mekânı dikdörtgen planlı olan kilise apsisinin önünde bir kürsü bulunmaktadır.

Yapıda geç devre ait kilise malzemeleri ve ikonalar yer almaktadır.           

2 -1- 13- Antakya- Havra;

Halen Kurtuluş Caddesi’nde yer alan Antakya Musevi Cemaati tarafından kullanılan Havra 1700’lü yıllarda yapılmıştır.

İçinde 600 yıllık Tevrat da bulunan Havra, 1872 depreminde kentin pek çok yapısı gibi önemli zararlar gördüğü için onarımına ihtiyaç duyulmuştur.

Havra, 1900 yılında inşaatın tamamlanmasından sonra Musevi cemaatin tekrar hizmetine açılmıştır.

2-1-14- Antakya- Habib-i Neccar Cami;                                

Anlatılanlara göre; Hz. İsa Antakya’ya elçiler göndererek halkı gerçek dine çağırmıştır.

Ancak halk bu çağrıya tepki göstererek elçileri öldürmek istemişlerdir. Bunu duyan Habib-ün Neccar, dağdaki marangoz atölyesini bırakarak şehre gelmiş ve Antakya halkına elçilere uymalarını öğütlemiştir.

Halk onu dinlememiş ölümle tehdit etmiştir. Bu tehditlere kulak asmayan Habib- ün Neccar elçilere “Yanlarında olduğunu ve Allah’a inandığını” söylemiştir. Bu sözler üzerine galeyana gelen halk hem Habib-ün Neccar’ ı hem de elçileri şehit etmişlerdir.    

Antakya’ da yaşayan marangozlukla uğraştığı için bu din büyüğüne, marangozlukla uğraşan anlamında En-Neccar denilmiştir.

Cami, antik bir tapınağının üzerine inşa edilen Roma Kilise’sinin üzerine 636 yılında, Araplar tarafından yapılsa da bugünkü yapının inşa tarihi 1275 yılına ait olduğu kitabesinden anlaşılmaktadır.

Minaresi 17. yy. da eklenen caminin avlusundaki şadırvan ve medrese odaları Osmanlı dönemi 19. yy. eklentileridir.

Ayrıca yapının altında 3 gömüt- İsa’nın havarisi Yunus-Yuhanna, Yahya (Pavlos ve Habib-i Neccar) bulunmaktadır. 

2-1-15- Kurşunlu Han;

Antakya’daki 15 hanın en eskisi olan Kurşunlu Han kent merkezinde, Uzun Çarşı ve Yemeniciler arasında yer almaktadır.

Han, 1660 yılında Köprülü Mehmet Paşa tarafından Sürre alayının- Hacca giderken Mekke ve Medine’nin ihtiyaçlarının karşılanması- ağırlanması için yaptırılmıştır.

Çatısının kurşun örtüsünden dolayı Kurşunlu Han olarak adlandırılan yapının iki girişi vardır.

Kemerli, avluya açılan pencerelere sahip ve taş kaplı avlu çevresinde tonozlu hacimleri bulunan yapı, döneminin en konforlu hanı olarak hizmet vermekteydi.

Halen çok sayıda dükkânıyla kent insanına hizmet veren han, zamanında tüccarlar, malları ve hayvanlarının tüm ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılayan önemli bir yapı idi.

2-2-1- Çevlik- Seleucia Pierra;

Antakya’ya 35 km uzaklıktaki Musa Dağı yakınında aşağı ve yukarı olarak ikiye ayrılan antik kentin tarihi, Merdivenli ve Üç Ağızlı Mağara ile birlikte paleolitik döneme kadar gittiği araştırmalar sonucu ortaya çıkarılmıştır.

Bölge ve antik kent, önceleri İskender’in komutanları sonra Akdeniz’e inmek isteyen Selevkoslar ve daha sonra Roma döneminde önemli bir yerleşim merkezi olmuştur.

Bizans zamanında eski önemini yitiren Seleucia Pieria’nın konak tarzı evleri, resmi binaları, hamamı, tiyatrosu, çarşısı ve kenti çevreleyen surlarıyla önemli ve varlıklı bir yerleşim yeri olduğu görülmektedir.

2-2-1- Çevlik- Titus Tüneli;

Samandağ- Çevlik Örenyeri yakınında bulunan 1380 m uzunluğunda, 6 m genişliğinde ve 7 m yüksekliğindeki tünelin yapımına  69 yılında Roma İmparatoru Vespasian dağlardan gelen suların yönünü değiştirerek sele ve taşkınlara neden olmasın diye yapımına başlatmıştır.

Ancak tünel 100 esirin her gün çalışarak yaklaşık on yıl sonra 81 yılında oğul Roma İmparatoru Titus zamanında tamamlayabilmiştir.

Tünel, bölgede görülmesi gereken en önemli tarihi ve mimari yapıların başında gelmektedir.

2-3-1- Güzelyayla- Belen -St. Meryem Ana Katolik Manastırı;

1920 yılında İ1 merkezinde yaptırılan kilise, 5 Ağustos Meryem Ana’nın göğe yükseldiği günü kutsal kabul etmektedir.

İskenderun Latin Katolik Kilisesi’ne bağlı Meryem Ana Kilisesi ve Manastırı’nda halen yaz aylarında ibadet yapılmaktadır.

2-4-1- Seleukeia (Samandağ) -St. İlyas Kilisesi;

Samandağ, Kıbrıs’a giderken gemiye binilen önemli bir liman kentiydi. Kent, Asi Nehri’nin denize açılan güney ağzında yer almaktaydı.

Limanının içeride kaldığı için ulaşım açısından zorluklar çıkardığı bilinmektedir. Bu yüzden kente su sağlamak için Roma döneminde kanallar açılmıştır.

Coğrafi koşulları yüzünden Seleukosların başkenti olması için tasarlanan Samandağ’ı Ptolemaioslardan alan Euergetes kentin güvenliğini sağlamakta zorlandığı bilinmektedir.

Bir dönem Roma’nın deniz üssü olarak da kullanılan Samandağ’da çeşitli yerleşimcilere ait sur, liman, tiyatro, akropol kalıntıları halen görülmektedir.

Hıristiyanlığın bölgede artmasıyla yapılan çok sayıda kiliseden biri, Zeytinli Köyü kilisesinin tarihi 1874 yılını göstermektedir.

Halen ibadet mekânı olarak kullanılan kilisenin içindeki ikonalar son derece dikkat çekicidir.

2 -4-2- Samandağ -Hz. Hıdır- (Hızır’ın Makamı);

Samandağ İlçesi’nde yer alan mabedin Hz. Hızır’ın türbesi olduğuna da inanılmaktadır.

Müslüman, Hıristiyan ve Musevilerce kutsal kabul edilen türbe, her yıl çok sayıda kişi tarafından ziyaret edilmektedir.

Mimari bir özelliği bulunmayan türbeyi Hz. Hızır’ın her cuma Akdeniz’in suyunu taşıyarak yıkadığına inanılmaktadır.

2-4-3- Samandağ- İncili Mağara;

Samandağ yakınlarında bulunan mağaranın 50 bin yıllık olduğu düşünülmektedir. Mağarada süs eşyaları ve  insan iskeletlerinin bulunması burada uzun yıllar kesintisiz yaşamın olduğunu göstermektedir.

2-5-1- Habib-i Neccar Dağı Doğal Alanı;

118 hektarlık alanda yer alan St. Pierre Kilisesi, Charon Anıtı, Haron kayalara oyulmuş büyük bir büst ile beraber pek çok ağacın yer aldığı geniş bir doğal yaşam alanıdır.   

2 -6- 1- Yayladağ- St. Barlaam Manastırı;

Yayladağ- Keldağ üzerinde yer alan MÖ 3. yy. manastırının içinde Zeus heykeli de bulunmaktadır.

Dor tapınağı üzerine inşa edilen manastır, Seleucos ve Roma dönemlerinde önemli bir ibadet merkezi idi.

Manastır, 4. yy. da St. Barlaam tarafından ziyaret edilince keşişler sığınağına dönüşmüştür.

6. yy. da manastıra bir kilise eklenmiş ancak bu yapı 526 yılındaki depremde yıkılmıştır.

Şu anda görülen ve 1268 yılına kadar faaliyet gösteren yapı 950- 1050 yıllarında yapılan manastır binasıdır.

Hatay çevresinde diğer gezilecek yerler;

Eski Antakya sokakları, Antakya’nın binlerce yıl süren görkemli geçmişindeki yaşama, farklı dinlere aynı kökene sahip halkların evlerine, konaklarına, pek çok dinin buluşup kaynaşmasına, ezan, çan ve hazanın karışmasına, ayrışmadan çok birleşmelere tanıklık etmektedirler.

Eski Antakya evleri ve sokakları, parkları, mesire yerleri, uzun çarşısı, Asi Nehri ve yakınındaki Yenişehir Gölü ile Habibi Neccar Dağı arasındaki bölgeyi gezerek tarihe ve kültüre şahit olmak son derece önemli bir deneyimdir.

17. yy. sonlarında Antakya’da vakıflara ait cami ve mescitler; Sarı Selim Cami, Habîb-i Neccâr Cami ve Zaviyesi, Cami-i Kebîr, Erdebilî Cami, İbn Sûff Mescidi, Kubbeli Mescit, Yûnus Fakih Cami ile Saru Mahmut Şönbik, Debâğa Kasta, Meydan, Mukbil, Şuğurluoğlu, Numan, Ağca, Hamamcıoğlu ve Şeyh Necm, Şeyh Haliloğlu, Şeyh Yusuf, Beyazıt Bestami, Hıdır türbeleri, Basaliye ve İmaran sayılabilir.

Ayrıca Kapıağası Cafer Ağa Muallimhanesi, Fârisiye Medresesi, Ömer b. Ya’küb b. Ahmed b. Mansür’un Gaziliye Berrâniye Bukası, Meydan- Mağribiye Zaviyesi önemli İslam tarihi yapıları olarak kentte varlık göstermişlerdir.

Hatay ve Amik Ovası’nda tarih boyunca var olan 178 höyükle birlikte, İssos- Epiphaneia Antik Kenti ile görülmesi gereken diğer yapılar; MÖ 300 yıllarında yapılan Roma Bizans zamanında genişletilen 23.600 m. uzunluğundaki surların Haçlı seferleri sırasında önemli bölümü yıkılsa da halen kalıntıları görülebilmektedir.

Ayrıca İtalyan- Katolik Kilisesi, 16. yy. Antakya’da Meydan Hamamı, Cündî- Cindi, Saka, Beyseri,  Sarıseki Mağarası, Yeni ve Meydan, Reyhanlı -Kızlar Sarayı, Hamamı ve Mehmed Paşa Vakfı, Belen- Kanuni Külliyesi, Samandağ- Vakıflı Köyü ve Ermeni Kilisesi, Yayladağ- Karamağara, Asi nehri üzerinde çeşitli değirmenler, kent ve çevresindeki 20’ye yakın handan Cafer Ağa Vakfı Hân-ı ve Sebili, Sokullu Mehmet Paşa Hanı, Samandağ- St. Simon Mağarası, Dörtyol- Sincan Mağarası, Dörtyol- Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi, Kisecik Şifalı Suları, Antınözü- Koz Kalesi, Günahkârlar Hamamı, Kürşat Kalesi, Cassius Dağı, Hıdır Bey, Yoğunluk Kilisesi, Samandağ- Titus Tüneli, Kaya Mezarları ve Dörtyol civarında, Bakras Kalesi, Payas Kalesi, Darb-ı Sak Kalesi, Cin Kulesi ve Sultan Selim Hamamı ile doğal merkezlerden Erzin Başlamış Kaplıca ve Maden Suyu kaynakları, Beşikli Mağarası, Batıyazı Yaylası, Soğukoluk Yaylası da gezilip görülmesi gereken önemli yerlerin başında gelmektedirler.

Ancak 6 Şubat 2023 gecesi olan deprem binlerce canın yanısıra tarihi yapıların ve doğal mekanların pek çoğuna da zarar vermiştir. Anlaşılan insanların geri gelemeyeceği gibi zarar gören mekanların da bir çoğu yazılı kaynaklarda bilgi olarak kalacaktır.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top